27 Haziran 2012
Türkiye’nin MİLLİ çıkarları, devletin EGEMENLİĞİ özenle sahiplenilmediğinde, belirli güçlerin ‘’BÖL ve PARÇALA’’ hedefinden kurtulması mümkün olmayacaktır. Bugün Suriye için ahkâm kesenlerin, O’ ülkenin çok kültürlü, çok dinli, çok mezhepli, çok milliyetli ve çok etnisiteli olduğu için parçalanmaya hazır hale getirilmeye çalışıldığını da unutulmamalılar.
Öncelikle kendimize dönüp baktığımızda, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunuyoruz dediğimizde, nereye savrulmakta olduğumuzun ve olunduğunun da adım, adım üzerinde durulması gerekmektedir.
Sen ne demek istiyorsun demeyin! Konuşulan, ‘’konuşlanan’’ alanı iyi düşününüz. Dini bir MİLLETLERİN dillerinin, mezheplerinin ve ırklarının aynı olmadığı da bir kenara yine de not edilmelidir.
Doğru dediğimiz tek olması gerekirken, İslâmiyet’i kabulümüzden bu yana, hilafet makamına oturanlara, mezheplere, tarikatlara ayrışmamız, Kur’an-ı Kerim’in tartışılmaz emirlerine rağmen farklı yorumlara sapmamız da, öncelikle sorgulamamız gereken bir husus değil mi dir?
İlk, Orta ve Yakın çağda, dönemine hükmeden sultanları dahi kendi bakışımıza göre yermiş ve övmüş olmamız da, günümüzde gelinen noktanın habercisi olmamış mı dır? Nedense, herkesin kendi düşüncesi, kendi ideolojisine göre benimsediği bir SULTAN seçme becerisi vardır!
Cumhuriyet öncesi, İttihat ve Terakki’ciler, Kuva-ı Milliyeciler, Jön Türkücüler, Prens Sabahattinciler, tarikatçılar, tekkeciler, medreseciler, şeyhçiler, şıhcılar, ağacılar, beyciler bugün, mensubiyetine mutlak ihtiyaç duyulan müesseselere dönüştürülme di mi?
Cumhuriyet sonrasında, çok partili siyasi hayata geçiş, iktidar mücadeleleri uğruna yapılan karalama ve kamplara bölünmenin, sosyolojik değerlerle izah edilecek hangi tarafı vardır? Yeni bir DEVLET kurmanın bütün acıları çekilirken, İSTİLAL SAVAŞI’NIN nasıl yapıldığı, hangi şartlar içerinde bulunduğumuz hiç de hesap edilmeden, İKTİDAR ve koltuk sevdası uğruna, her şeyi unutarak sözde politikalar ortaya koyulması acaba ne kadar akılcı idi?
Bütün bunlara tevessül edenlerin, bir de DİNİ enstrüman olarak kullanmalarının garabetini varın siz hesap edin!
Türkiye, çok partili döneme girdiği günden bu yana, siyasi aktörlerin yetersizlikleri ile yukarıda izaha çalıştığım nedenlerle, maalesef gerektiği gibi yönetilmemiş ve de halen yönetilmemektedir.
Genlerimize işlemişçesine, on yıldır AKP’de tam da bu yanlışı yapmaktadır.
DİN vazgeçilmez bir değerimiz, tartışılmaz maneviyat dünyamızdır. İNANCIMIZDIR. O’nu yaşamak kişisel sorumluluğumuzdur. Tarih ise bilmemiz ve DERS almamız gereken, farklı bir alandır.
On yıldır iktidarda olan bir partinin, IRAK ve SURİYE için, her gün değişen politikaları ve hamasi söylemleriyle bir yere gidilmesi mümkün değildir. Irak’da yaşananları bir yana not ederken, Suriye için ahkâm kesenlerin, Yermük vaka’sını, İmparator Herakl’ı, General Teodor, Yans’ı ve Ebu Ubayde’yi bilmeleri, Selçukluları akıllarından çıkarmamaları gerekir.
Şam dediklerinde, Cabiye, Şark, Tevma, Feradis, Küçük ve Berze kapılarının nasıl açıldığından da haberdar olmaları, maneviyat dünyamız ile manevi değerlerimiz çerçevesinde, akıllarından çıkarmamaları elzem olan bir husustur. Şam ne zaman alınmıştır? Şeyzer, Maarre, Halep, Humus ve Lâzkiyye nasıl feth edilmiştir? Hicretin 12. 13. 14. 15. yıllarında neler yaşanmıştır? Birilerinin konuşmadan önce, bunları bilmesi gerekir. Bilen ise böyle konuşmaz, böyle bodoslamasına bir ülkenin iç işlerine müdahaleye kalkışmaz.
Müdahil olmak için sadece bunları bilmek de yetmez. Suriye denilince MUAVİYE’Yİ iyi bileceksiniz. Suriye denilince EMEVİLERİ iyi bileceksiniz. Suriye denilince, Emevi Halifelerini iyi bileceksiniz. Yetmez, adı sonradan Suriye olan o toprakların bizim elimizden çıktığı TARİHİ ve o tarihe kadar yaşananları çok iyi bileceksiniz.
Sıfır sorun mucidi ve de akademisyen bir Dışişleri Bakanı, önce Başbakanını sonra Milletini bunları bilerek bilgilendirmeli ve analizlerini ondan sonra yapmalıdır..
Peki, UÇAĞIMIZIN Suriye tarafından vurulmasına ne diyeceksiniz? Sizi bilemem ama, ben sadece susuyorum!... Umarım pilotlarımız sağ olarak bulunur, onların ŞEHİT cenazelerini kaldırmayız.
Şehit dediğimde, aklıma Genelkurmay Başkanımızın Kandil’e girersek ‘’kaybımız büyük olur’’ dediği geliyor. AKP’nin iktidara geldiği günden, bu güne kadar 1.500’e yakın ŞEHİT vermişiz. Söyler misiniz bu BÜYÜK kayıp değil mi?
Hani sivil idare, siyaset kurumu, demokrasi adına her şeye hâkim olacaktı!
En büyük istihbarat reformunu, bu iktidar ne adına yapmıştı?
Her şeyi biz bileceğiz, her şeyi biz yapacağız diyerek İSTİHBARAT tek çatı altında birleştirilmemiş miydi? Yetmiyordu ki, stratejik müttefikimiz ABD’den de istihbarat almıyor muyduk? Daha doğrusu, onlar canlarının istediğini, kendi menfaatleri doğrultusunda istedikleri kadarını vermiyorlar mıy dı? Herhalde veriyorlardır!
Biz ise, siyasilerimizin yönetemediği, lânet olası kirli teröre gencecik çocuklarımızı ŞEHİT veriyoruz. Bitmiyor, Irak’da kulağımızı arkadan gösteriyor, her söküğümüzü dikmişçesine bir de Suriye’de rol çalıyoruz.
O’ Suriye ki, bir UÇAĞIMIZI vurarak düşüre biliyor.
Bu kadar YANLIŞ yeter artık. Hiçbir şey bilmiyorsanız! Terörün ağırlıklı olduğu illerin valilerine İLLER İDARESİ KANUNUNU, ASKERİ VESAYETİN, SİYASİ VESAYETE dönüştürülerek, VALİLERE verdiğiniz yeni yetkileri hatırlayarak özellikle de hatırlatarak;
- Ey Sayın Valim, burada terörü durdurmak için kaç POLİS, kaç ASKER ve başka neler istiyorsun diye sorun, gereğini yapın ve de yaptırın.
Sonra da, hatırlarsanız Başbakan’ın ‘’sözü olan söylesin’’ dediğinde, ‘’KÜRT AÇILIMIN ÇARESİ’’ başlığı altında 11 EYLÜL 2009’da anlatmaya çalıştıklarımı, lütfen yazı arşivime girerek tekrar okuyun.
Peki, YANLIŞLAR, YANLIŞLAR da, hiç mi doğru yapılan yok? Evet VAR. Son günlerde somut bir faydası olmasa da, Başbakan’ın Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı ile terörün sonlandırılması hakkında görüşmesi DOĞRU.
Suriye’nin UÇAĞIMIZI düşürmesinden hemen sonra, siyasi parti genel başkanları, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ve Selahattin Demirtaş’la, Başbakan’ın görüşmesi çok DOĞRU. Siyasi Partilerin Grup Toplantısı konuşmalarında, MİLLİ değerlerimize sahip çıkabilmeleri çok DOĞRU. Bu tavırlar karşısında, BAŞBAKANIN kadirbilirliği çok daha DOĞRU.
‘’Yiğidi öldür, hakkını yeme’’
Diyeceğim o ki, ‘’saçağa sarmış yangın’’ ancak böyle söndürülür.
Cem Cüneyd Canan