NOBEL....! JEAN PAUL SARTRE ve ORHAN PAMUK

21 Kasım 2006


Başlarken, NOBELLE uzaktan yakından kişisel bir ilgimizin , edebiyatta da hiçbir şekilde iddia sahibi olmadığımızı belirtmeliyim. Şu NOBEL nedir, ne değildir biraz ona bakacağız. Kitapların reklamlarla satıldığı Türkiye de nasıl oluyor da kendi okurunun tenkit ettiği bir romancı ödül alabiliyor, onu anlayacağız.Tarihçilerin dahi kullanmadığı sayılarla, Ermeni ve Kürtleri, Türklerin öldürdüğünü söyleyen bir romancı, bazı kesimlerden de üstüne üstlük, nasıl alkış alıyor, onu biraz düşüneceğiz….Diğer tarafta Türk Edebiyat dünyası da, ya entelektüel kimliklerine toz konar diye, yada toplumla ters düşme kaygısı içinde sessiz kalmayı tercih ediyor.Ses çıkaranların sesi de üç metre öteye gidemiyor. İşte burada durup, bu güne kadar NOBEL Edebiyat Ödülünü alanların kişiliklerine, geldiğimiz nokta da NOBEL kurumunun nasıl siyasallaştığına bakacağız.

Günümüz Türkiye’ sinde gerçekten edebiyatın lezzetine vararak okuyanların, takip edemeyeceği sayıda lezzetsiz eserin yayınlandığını görmekteyiz. Kimimiz gibi, otuz seneyi aşkın zamandır bir şiir kitabını yayınlamakta hala çekingen davrananların,edebiyat adına kime haksızlık ettiğini ise bir kayıp mı saymalıyız, bilmiyorum….. Bunları söylerken, yıllardır Fransa solundan üst seviyede destek alan, kendi kuşağı içinde, kendi kültür anlayışını, kendi topraklarını, kendi insanını, Anadolu diliyle anlatan Yaşar Kemal’in dahi ödül almasını bırakın, ödülün yanına Nobelciler tarafından yaklaştırılmamış, olmasını nasıl değerlendireceğiz. Fakat, Orhan Pamuk bu ödülü almıştır….! İşte bunu yorumlamanıza yardımcı olacağız….

NOBEL, Fransız Akademisinden esinlenerek, 19. Yüzyıl sonlarında, İsveç Akademisi tarafından ortaya getirilen ve günümüze kadar devam eden bir kurumdur. NOBEL’i 1895 de yapmış olduğu vasiyetle, kurduran ve 1896 da ölen ALFRED NOBEL olmuştur. Yüksek miktardaki bir servetin bu anlamda yönetimi, başlangıç da sorumluluğun hassaslığı nedeniyle İsveç Akademisini de çok düşündürmüştür.

İdealist bir insanın, kimyacı ve ilim adamlığı kimliği ile, insanları, milletleri birbirine yaklaştırmak prensibi yanında,bıraktığı servetin yıllık gelirinin beşe bölünmesiyle, bu alanların EN MÜKEMMELİNE, EN BÜYÜK başarıyı gösterenlere, ödül verilmesinin kararlaştırılması ile NOBEL ÖDÜLÜ günümüze kadar gelmiştir.. Alfred NOBEL, özellikle EDEBİYAT alanında, idealizm yönünde en seçme, en önemli ESERLERİ, meydana getirenlere bu ödülün verilmesini istemiştir.

Başlangıcından, günümüze, her geçmiş günde uygulamanın ALFRED NOBEL’in vasiyetine uyduğunu söylememiz maalesef mümkün değildir.Daha da ileriye giderek, işin başında İsveç Akademisini çok düşündüren, adayların seçiminde gösterdiği çekingenliği, sorumluluk bilincini, dünya edebiyatını takip etmekteki özeni, dil konusunun ortaya getirdiği değerlendirme zorlukları da, hiç dikkate alınmamakta, Alfred Nobel’in özellikle üzerinde durduğu ‘’EN GÜZEL EDEBİ ESERLER’’ maalesef seçilmemektedir.

Duyar gibi oluyorum….! Ama bak ORHAN PAMUK’un romanı seçildi, diyeceksiniz….
En güzel edebi eseri yazdığı için seçilmiştir….!
En önemli eseri meydana getirdiği için seçilmiştir…!
En mükemmel eseri alanına, kazandırdığı için seçilmiştir…!

Başka ne olabilir diye bakarsak; 1901 den bu güne kadar, Nobel Edebiyat Ödülünü almış ; Sully Prudhomme (1901 Fransa) Count Maurice Maeterlinck (1911 Belçika ) Knut Hamsun (1920 Norveç) Anatole Fransa (1921 Fransa) Erik Axel Karlfeldt (1931 İsveç) Gabriela Mistral (1945 Şili) Ernest Hemingway (1954 A.B.D.) John Steinbeck (1962 A.B.D.) Pablo Neruda (1971 Şili) Gabriel Garcia Marquez ( 1982 Kolombiya) Necip Mahfuz (1988 Mısır) ve diğer ödül alan yazarları aştığı, diğer yanda, NOBEL EDEBİYAT ödülünü alamamış,
Strindberg’den Tolstoy’a , Paul Valery’ e kadar bir çok ustayı da herhalde geride bıraktığı için Orhan Pamuk 2006 Nobel Edebiyat Ödülünü almıştır….!

Orhan Pamuk ve romanı tartışma konusu olmuştur.Orhan Pamuk düşünceleriyle, romanıyla ALFRED NOBEL’in tarifine uymamaktadır. Bu tartışmalardan kimsenin de rahatsızlık duymasına gerek yoktur. Kaldı ki, farklı nedenlerle olsa da, Nobel Edebiyat Ödülü ilk defa tartışılıyor değildir.Mesela 1925 veya 1926 da, o yıl hiç eser yayımlamayan Bernard Shaw’a ödül verilmiştir. 1958 de Boris Pasternak, içinde yaşadığı toplulukla bağlarını büsbütün koparmamak için ödülü ret etmiştir.
1964 de, NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜNÜ kazanan Jean Paul Sartre de ödülünü ret ederek, NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ üzerinde yepyeni tartışmalar başlatmıştır.Bir Ülkeye Nobel Edebiyat ödülü kazandıran yazarın aslında alması gereken en büyük ödül, alkış olmalıdır. Halbuki, Orhan Pamuk ve romanı tartışılmaktadır. Bunun neden böyle olduğunu birilerinin de anlaması için, Jean Paul Sartre ne söylemiş, nasıl davranmış, ona bakalım.

1905 Doğumlu felsefe doktoru Nobel Edebiyat Ödülünü ret ettiği gibi, bir çok şeyi de ret etmiştir.Mesela, Öğretmenlik yaptığı okulda KRAVAT takmayı, ALLAHI, kurulu düzenin bütününü, AİLEYİ, EDEBİYATÇIYI, FİLOZOFU, AKSİYON ADAMINI, DOSTLUKLARI, ZÜMRELERİ, PARTİLERİ ve KALIPLAŞMIŞ DÜŞÜNCELERİ de ret etmiştir. Bir çok değeri ret eden Jean Paul Sartre Nobel Edebiyat Ödülünü ret edişini bakın nasıl açıklıyor.

‘’ Hadisenin bir skandal niteliği almasından üzgünüm; bir ödül verilmiş, ben reddediyorum. Sebep, hazırlıktan vaktinde haberdar edilmeyişimdir.’’ ‘’ İsveç Akademisinin beni seçmek eğiliminde olduğunu, ama henüz kararlarının kesinleşmediğini öğrenince, sandım ki, Akademiye bir mektup yazarak, durum düzeltilebilir ve bu meselenin söz konusu edilmesini önleyebilirim. Mektubu ertesi gün gönderdim.Doğrusu, Nobel ödülünün seçilenin fikri alınmadan verildiğini bilmiyor ve vaktinde harekete geçtiğimi sanıyordum.’’
‘’Ödülü reddediş sebeplerim,………….orada iki sebep üzerinde durdum; Şahsi olanlar ve objektif sebepler.’’ ‘’ Şahsi sebeplerim şunlar :……………Ben resmi payelere her zaman dirsek çevirdim. Harpten sonra 1945 de Legion d’Honneur verilmek istendiği zamanda,……………….reddettim. Bu tutumun temelinde benim, yazarın görevine dair anlayışım var. Siyaset, topluluk, ya da edebiyat meselelerinde bir tutumu benimseyen yazar, bence en çok kendi imkanlarını, yani kalemini ve kağıdını kullanmalıdır. Kabul edeceği her paye, okuyucularını bir etki karşısında bırakır ki, işte ben bunu istemiyorum. İmzamı ‘’ Jean Paul Sartre’’ olarak atmakla, ‘’ Jean Paul Sartre, 1964 Nobel’’ diye atmak, aynı şey değildir.’’

‘’Bu çeşit bir ödül kabul eden yazar, aynı zamanda, onu bu şerefe layık gören kurumu veya müesseseyi de bir yük altına sokmuş olmaktadır : Venezuella çetelerine karşı duyduğum yakınlık, şimdi sadece beni bağlar, oysa Nobel ödülü kazanmış Jean Paul Sartre Venezuella’ da ki, ayaklanmayı desteklediği zaman, kendisiyle birlikte, bir müessese olarak NOBEL’i de peşinden sürüklemiş olur. Demek ki, yazar, şimdi benim için söz konusu olduğu gibi, en şerefli bir şekil altın da bile müesseseleştirmeyi reddetmek durumundadır.’’ Demektedir.

Bir de, Sartre’nin objektif sebeplerinin ne olduğuna bakalım:
‘’ Kültür alanında bugün yapılabilecek tek şey, Doğu ve Batı kültürlerinin bir arada ve barış düzeninde yaşamaları için mücadele etmektir. ……….Bu iki kültürün çatışmasını ben, kendi varlığımda olanca derinliğiyle duydum. Ben bu çelişmelerden yapılmışım. ………..Varlıklıklarına bir diyeceğim olmasa da, yüksek kültür divanlarınca dağıtılan payelerden hiç birini, yalnız Batı’dan değil , Doğu’dan da gelse kabul etmeyişim bu yüzdendir. Biliyorum, Nobel’in ilk niteliği Batı blokuna has bir edebiyat ödülü olmak değildir, ama ne yönde uygulanmışsa o olmuştu. İsveç Akademisi üyelerinin kararına bağlı olmayan hadiselerle de pekala karşılaşılabilir.’’

‘’ Jean Paul Sartre, bu bakışıyla, NOBEL kurumunun ve bütün dünyaya 2. Dünya Savaşı sonunda kurulan iki kutuplu düzenin değişmekte ve birbirine yaklaşıp, kaynaşma zorunda olduğunu, en duyulur bir şekilde hatırlatmış bulunmaktadır. Bilmem DÜNYANIN böyle bir uyarıya bugünde ihtiyacı var mı dır….?’’

Bir asrı geçerek devam eden ödül uygulamasının 63. yılında ki, Jean Paul Sartre’nin görüşlerini neden paylaştık..? Diye soranlar olacaktır. Onun anlayışını dile getirdiğimize, belki de farklı görüşlerin tamamına yakını karşı çıkacaktır. Bugün aydın kisvesine bürünerek, Orhan Pamuk’u alkışlayanlar, Sartre’nin görüşlerini kabul etmeyeceklerdir. Bunun yanı sıra, Orhan Pamuk’un ‘’İstanbul’ da Yaşamak istemem’’ ‘’Türk topraklarında bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt öldürüldü ve benden başka hiç kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor’’ ‘’Demokratik gelişmeyi engelleyen Ordu’dur.’’ ‘’Burada Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinden kimsenin bulunmaması, benim için şereftir.’’ Dediğini hemen unutacak veya unutturacaklar, Sartre’nin kominizim e bakışını dahi hatırlamayacaklardır…

Yeterince okumayan, dünyayı izlemeyen, milliyetçilik, ulusalcılık kisvesi altında aydın geçinenlerimizde, diğerlerinin aksine, ilk önce; ‘’Ben, bu çelişmelerden yapılmışım. Gönlüm, inkar edilmez şekilde sosyalizmden, yaygın deyimiyle Doğu blokundan yanadır.’’ ‘’Yani sosyalizmin kazanmasından yanayım.’’ Diyen bir Leninistin, görüşlerine, kominizim taraftarı olduğu için, pekte itibar etmeyeceklerdir….!

Kim, ne söylerse söylesin, Jean Paul Sartre bir edebiyatçının, bir romancının nasıl dik durması gerektiğini, bütün açıklığı ile ortaya koymuştur… Türk Romancısının NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜNÜ almasını kim istemez ki..?

Ne yazık ki, bu ödülü alırken Orhan Pamuk, '' Kağıdını ve Kalemini '' Kullanmamıştır……!




KAYNAK:Hürriyet Yolları
Çev.Gülseren Devrim
Cem Yayınevi

 

 

 

Cem Cüneyd Canan

Cem Cüneyd Canan © 2006 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön