20 Aralık 2012
Ötüken Neşriyat’ın, Haziran 2012 de ilk baskısını yaptığı Necati Gültepe’nin roman tadındaki tarih veya tarih tadındaki romanı için kalemim döndüğü ölçüde düşüncelerimi dile getirmeye çalışacağım. Şakiliği, eşkıyalığı, haydutluğu, cürümü ve şiddeti şekavet adı altında masumane gösterenlere de gerçeğin bu olmadığını, dile getireceğim.
Her şeyden önce romanın konusu ve işlendiği tarihsel dönemi çok iyi bilmeli, bununla da kalmayarak, bin yıl, belki üç bin yıl öncesine gitmeliyiz. O kadarı ile de yetinmeyerek, niyetimiz ‘’bağcıyı dövmek değil de, üzüm yemekse’’ o dönemin sonrasını da günümüze taşımalıyız. Yazar, başlar başlamaz; ‘’Sultanım, KESTİRMEDEN söyleyeyim ya gelir bu yangını söndürürsünüz, ya da biz hepten helâk oluruz’’ diyerek, kahramanını konuşturduğu gibi, o heyecanla kestirmeden başlıyor. Sözü uzatmıyor.
MUNZUR’DA Kİ ZORBAZ romanının yazarı, Osmanlı İmparatorluğu’nu nereden nereye taşıdığını, tebaa ilişkilerinin yerinden nasıl oynatıldığını, Osmanlı-Türk modernleşmesi ivme kazanırken yaşanan acıların tamamını bir tarafta tutarak, TANZİMAT döneminde geçen bir olayı, bütün açıklığıyla anlatıyor.
Her ne kadar TANZİMAT FERMANI 1839’da ilân edilmiş olsa da, birçok tarihçi TANZİMAT dönemini II. Mahmud’un tahta çıkışıyla (1808) başlatır, Kanun-ı Esasi’nin ve I. Meşrutiyet’in ilânıyla (1876) sonlandırır. Yazar da, söz konusu zamanı, sıcak kurgu, güzel ve sade bir dille günümüze aktarmaya çalışıyor.
Biz ise TANZİMAT’LA, yürürlüğe konulan yeni yönetim şekli, dönemi içinde birçok olayı barındırırken, uygulanmasının hiç de kolay olmadığını, yer yer karşı koymalar, ayaklanmalar yaşandığını, mal ve mülk sayımının yapılmasına Trabzon’da dahi tepki gösterildiğini, yapılmak istenilenin bir süre ertelenmek zorunda bırakıldığını, Devlet-i Aliyye’nin, çıkarları bozulan her zümre karşısında yaşadığı zorluğu, yeterli sayı ve bilgili elemanın olmayışını da, güçlüğün boyutunu düşünmeden hatta öğrenmeden yaşayıp gidiyoruz. TANZİMAT’IN Osmanlı Topraklarının tamamında aynı anda uygulanmadığını, H-her yıl uygulama için yeni kararlar alınması gerekliliğini, ocaklık ve yurtluk sistemiyle toprak tasarruf edenlerin, mütesellim lik, yapanların direncini de, bunun küçümsenmeyecek kapsamda olduğunu, halkın Anadolu’da nasıl yaşadığını bilmek zahmetine bile katlanmıyoruz.
Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Cizre, Van, Muş, Dersim, Hakkâri, Bohtan, Mardin ve Musul daki isyanlar, maaş bağlanan aşiret reisleri, yerel yöneticiler, eyâlet sınırlarının değiştirilmesinden dolayı menfaati bozulanlar, konar-göçerlerin yaptıkları iç karışıklıklarından çoğumuz haberdar bile değiliz!
Necati Gültepe’nin, romanda işlediği konu, o dönemin küçük bir kesitidir. MUNZUR’DAKİ ZORBAZ’IN satır aralarında, bilmediğimiz, hatırlamadığımız ne çok hadise var. Sadece romanın içeriğinde anlatılanlar mı? Hayır.. O sürede geçen;
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin, Redîf Asker-i Teşkilâtı’nın kurulmasını, Mekteb-i Tıbbiye, Mekteb-i Harbiye’nin açılmasını, ilk nüfus sayımının yapılmasını, Reîsü’l küttâblık’ın Hariciye Nezaretine, Sadrazamlığın Başvekâlete dönüştürülmesini, Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul edişimizi, Osmanlı-Mısır Savaşı ve Nizip yenilgisini, II. Mahmud’un ölümünü, Sultan Abdülmecid’in tahta çıkışını, esir ticaretinin yasaklanmasını, Kırım Savaşı’nı, Islâhat Fermanı’nın ilânını, Abdülmecid’in ölümünü, Sultan Abdülaziz’in tahta çıkışını, Sultan Abdülaziz’in tahtan indirilmesini, V. Murad’ın padişahlığı, V. Murad’ın tahtan indirilmesini, II. Abdülhamid’in tahta çıkarılmasını, Dersim’de Kürt-Ermeni Özgürlük Komitesi’nin kurulmasını, Ermeni Koleji adının Fırat Koleji olarak değiştirilmesini, Rusların Doğu Anadolu’yu işgal ederken, kimlerden yardım aldıklarını, Protestan Misyoner Faaliyetlerini, Rahiplerin Anadolu’ya gönderilmesini, Ermeni Reform projesini, İhtilâlci Ermeni Cemiyetlerinin peş peşe kurulması ile Kanun-ı Esasi’nin ve I. Meşrutiyet’in ilânını da hatırlamamız gerekmez mi?
Bizlerin unutmaması gereken, bazı aklı-evvellerin basitleştirdiği bir de ŞEKAVET konusu vardır ki, sayısız Kürt isyanını masumane gösterenlerin yalanını içinde barındırır. Henüz TANZİMAT dönemine gelmeden, 1754’de, 1780’de Kemah, Kuruçay, Çemişgezek, Eğin ve Tercan kazaları vb, bîzâr oldukları aşiret baskınları sonucunda, mal-can-namus korkuları ile güvenliklerinin kalmadığı hususunda Dîvân-ı Hümâyûn’a mürâcaâtlarını, başka bölgelere göç etmek zorunda kalmalarının acı izâhı da, o yalanın içinde yatmaktadır.
Efendim, Kürtler yokluk nedeniyle haydutluk yapmışlar, ŞEKAVETİN nedeni yoksulluk muş! Saldırganlık alışkanlıkları hayat kaygısındanmış! Dersim 1937’e gelmeden YETMİŞ yıl önce, ŞEKAVET yapan, DEVLETE karşı gelen aşiret reislerinin sürgüne gönderilmesi neden hiç konuşulmaz da, sadece Dersim 1937 anlatılır. Dersim’de feodal yapının kendi içinde sürüp giden çekişmelerinin de hiç konu edilmediği gibi:
Dehiran-İzollu, Koçuşağı-Kırğan, Koçuşağı-Abbasuşağı, Kureyşan-Koçuşağı, Seyit Rıza-Kırganlar, Abbasuşağı-Kalan Uşağı, Ferhatuşağı-Kalan, Lâçin Uşağı-Kalan Uşağı, Kırganlılar, Seyit Rıza- Kureyşan, Bahtiyarlı-Kırganlı, Haydaranlı-Arolli, Koçuşağı-Arelian, Lolanlı-Kureyşan, Bezgarlılar-Bernaklılar vd. aşiret çekişmeleri çevre il ve ilçelere yaptıkları ŞEKAVET hiç anlatılmadığı gibi.
Bütün bunlarla, Kürt isyanlarını da birlikte düşündüğünüz de ROMAN’DA işlenen konuyla, TANZİMAT’DAN-CUMHURİYET’E nasıl gelindiğini daha iyi kavramış olacağız.
Yine, tüm bu parçalar birleştirildiğinde, MUNZUR’DAKİ ZORBAZ da ki, duygular, sezgiler, davranışlar, tepkiler, daha iyi anlaşılacaktır.
Ancak, Munzur Vadisinde ‘’birbirine benzemez dinler, mezhepler, aşiretler’’ onları teşkil eden ‘’daha adı sanı bilinmeyen kadim zamanlardan kalmış bir yığın kalabalık’’la ‘’Türkmen, Zaza, Kürt, Ermeni’’ ahaliye kilitlenip kalınmayarak, daha geniş bir perspektiften bakılsa, Tarih sayfalarında Çanlı Kilise’den hareketle, olaylar yumağı nerelere taşınırdı diye de doğrusu karar veremiyorum.
‘’Toplumların geçmişindeki bazı gerçekleri öğrenmek cesaret işidir; dirençli ve güçlü olmayı gerektirir.
Elinizdeki bu romanı okumak için de biraz cesaret!...
Munzur Vadisinden iki aşiret reisi divana müracaat ederek bölgelerinde katliama varan kargaşanın durdurulması için yardım isterler.
Böyle büyük kitlesel olaylarda esasen ordu görevlendirmektedir ama….
Osmanlının zor zamanlarıdır, çaresiz Zorbaz görevlendirilir. Zorbaz/Mihrali, Deli Hoca Müderris Alim Hoca ile Munzur vadisine girerler. Burası dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan yüzlerce birbirine benzemez aşiretler mahşeridir. Farklı inanç ve dillere sahip, onlarca etnik gurup birbirleri ile savaşmaktadır.
Çanlı Kilise 150 rahip mevcudu ile bölgenin en büyük Ermeni kilisesidir. Baş Rahip Rusların desteğiyle Ermeni Krallığını kurup başına geçmeye çalışırken; Derleme aşiretleri kiralık katil olarak kullanmakta, vadide ve çevre şehirlerde katliam yapmaktadır.
Vadide şaşırtıcı olaylar gelişmektedir, hiçbir hadise dışarıdan göründüğü gibi değildir. Bölgede bulunan iki Rus General, Ermeniler ve aşiretler üzerinde çalışmaktadırlar. Fakat çok daha derinlerde Zorbazı ve Deli Hocayı bile ürperten başka bir âlemin varlığını keşfederler!...’’ diyen arka kapak yazısı ile yukarıda yazdıklarımıza bakarken, CESARET’İN de ötesine geçileceğini görürüz.
Birleşenleri kuşkusuz bir romanın zaman kesitinde aramamız insafsızlık olabilir. Fakat
her şeyi ile geçmişsin kodlarını çağrıştıran, bilindiği sanılan bir coğrafyanın yeniden anlatıldığı satırları dikkate almanın da ne kadar önemli olduğunu unutmamalıyız.
Yazar, verdiği mülakâtlarda, TÜRK romanı için düşüncelerini aktarırken;
Edebiyat dünyası ile ne derece ilgili olduğunu, Türk yazı geleneğinin romanla yeni dönemde nasıl örtüşüp-örtüşmediğini de açık yüreklilikle ifade ediyor.
Her olayın bir topluluğa yönelik olduğunu aktarması, ötekileştirmeden toplum bağlarının kopmamasını işlemesi, ZORBAZ’IN genleri ile ENDERÛN ruhunu birleştirmesi, Abas uşağı Reisi Sanıbeg, Mihrali Ağa, Aygoş, İsmail, Çolak Yahya, Cemile Hanım, Aramis, İranlı Rüstem, Halim, Valide Sultan, Arşag Amca, Derviş zade Bekir Bey, Sara, Bedir, Deli Hoca, Karakin, Ömer Paşa, Alaybeyi Şevki, Kirli Yusuf, Topal Emin, Avadis efendi, Kosam Koto Musa, Topuz Ali, Molla Lütfi, Deli Eziz, Alaybeyi Ömer Paşa, Taha Nehrî, Maracı Ağa, Süleyman Ağa, Mehmet Galip, Recep, Mıgırdıç Ohannes, Momedu, Sılafeti, Melikov, Suslov, Hemu, Kuzu, Otacı Kadın, Molla Halid, Dede Haydar, Değirmenci Karagöz, Sarı Yusuf, Hrant, Zeri, Abdal Musa Dede, Togluca Reis, Sergey Vasilyeviç, Diran, Halim, Cerideci Rasim, Tabanlı zade Molla Osman, Livaneli, Şinasi, Kör Agop, Cerideci Simon, Vahram, Halim Paşa ve özellikle SARİN’LE-ZORBAZ’A giydirdiği kimlikler bize o kadar aşina ki..
Başta söylediğim gibi, roman tadında tarih, tarih tadında roman okuyacaksanız, eklemeğe çalıştığım yukarıda ki olayları birlikte değerlendirerek, zaman tünelinin sizi nerelere taşıdığını göreceksiniz.
Her şeyi bilmenin yolu, okumaktan geçiyor. Necati Gültepe, yazdıklarının belgelere dayandığını israrla vurguluyor. Size düşen ise, tarihi dilimi bir daha irdeleyerek okumak, Dersim’i bütün boyutlarıyla anlamak, ŞEKAVET denen hareketin ne kadar da masumane olmadığını yeniden ve sağlıklı görmektir.
MUNZUR’DAKİ ZORBAZ’I CESARETLE okuyacağınıza inanıyor;
Sağlık, mutluluk, huzur ve birliktelik dolu, sizleri başarılara taşıyacak nice yeni yıllar diliyorum.
Cem Cüneyd Canan