29 Şubat 2016
Darbe Anayasası olduğu söylenerek, değiştirilmesi mümkün olan maddeleri değiştirmeden on dört yıl iktidar koltuğunda oturanlar, on dört yılda Türkiyeyi enkaza çevirenler, demokratik parlamenter sistemi yok sayanlar YENİ TÜRKİYENİN YENİ ANAYASASINI yapacaklarmış! Yeni Türkiye ne demek? Yeni Anayasanın yeni maddeleri neler olacak? Söyleyemiyorlar! Tıpkı, açılım, çözüm ve barış süreci, kumpas, vesayetin ne olduğunu bir türlü söyleyemedikleri gibi. Söylenmeyenlerin sonucunda bugün getirildiğimiz nokta da ortada. Temennim, yeni Türkiye, yeni anayasa ile bugün yaşadığımız acılardan, daha büyük acılara sürüklenmeyiz.
Yeni anayasa dendiğinde, Hammurabi Kanunlarını (M.Ö. 1760) bir kenarda tutarsak, aklımıza ilk önce MEDİNE VESİKASI (Sözleşmesi) (M.S. 622) gelmektedir. Sonra sırasıyla;
Manga Carta Sözleşmesi 1215
Amerika Birleşik Devletleri Anayasası 1787
Sened-i İttifak 1808 Osmanlı İmparatorluğu, II. Mahmut dönemi-
Tanzimat Fermanı 1839
Islahat Fermanı 1856
Kanun-i Esasi 1876 ve 1877,1908, 1909 değişiklikleri
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu 1921
Yeni Teşkilât-ı Esasiye Kanunu 1924
1961 Anayasası 1961
1982 Anayasası 1982 ve değiştirilen birçok maddesi.
Yapılacak anayasa demokratik olacakmış! Peki, kime göre demokratik? Bu bilinmiyor. Hangi maddeleri değiştirilecek? Onların yerine ne gelecek? Hangi maddeleri tamamen kaldırılacak? Bilinmiyor, bilinmiyor. Çözüm sürecinin ne olduğunu bilmediğimiz gibi.
Türkiye 2002 yılından 2016 yılına nasıl getirildi? Yanlışlar yapılarak, inatlaşarak, ayrıştırılarak, kamu mallarını satarak, aldatılarak, aldanarak, cemaatle kol kola girilerek. Demokratik Parlamenter sistem bilinçli olarak çalıştırılmayarak, AKEPE iktidara geldiği ilk yıldan itibaren, Yeni Türkiye, Yeni Anayasa demedi mi? O ifadeler kullanılırken, o cemaatle el ele değil miydi? Demek ki bu ifadelerin arka planında halen o cemaatin de bir fikri bir katkısı bulunmaktadır. Sonra, Yeni Türkiye, Yeni Anayasa ile yapılmaya çalışılan, hedeflenen maksadın arkasında başka bir cemaatin olmadığının garantisi var mı? Kim biliyor?
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar, bir kesimin Cumhuriyet, Atatürk ve silah arkadaşlarına karşı olduğu hepimizce bilinen bir gerçektir. Bunun somut emarelerini, iktidarı elinde bulunduranların yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları ile her konuda göre biliyoruz. Ve bütün bunlar DEMOKRASİ ambalajı içerisinde sunuluyor. Mevcut Anayasa sürekli ihlal ediliyor. Kâfi gelmiyor. Avrupa Birliği ile Büyük Orta Doğu Projesi ile ambalaj şıklaştırılıyor. Sevri dayatan, Lozan Antlaşmasını kabul etmeyen ve hâla imzalamayan, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine karşı olan ve onu ortadan kaldırmak için dolaylı her türlü yolu deneyen ve dayatan ABD, ısrarla yakın müttefikimiz ve stratejik ortağımız olarak takdim ediliyor. Beraberce hareket eden Küresel Güçler, başta özerklik olmak üzere her şeyi dayatıyor. Ege Adalarımızın ne olduğunu, Güney Doğu Anadoluda yaşamakta olduğumuz acıları, neden bugüne kadar 350 ŞEHİT verdiğimizi kimse yeterince ve dürüstçe izah etmiyor!
Türkiye alevler içinde yanıyor. Güney Doğu Anadolu Bölgemiz, Güney sınırlarımız kan gölüne döndürülmüş. Ülke ateş çemberi ortasında kalmış. Yunanistan ve Bulgaristan dahi homurdanmaya başlamış. On dört yıl önce konuşulmayan; etnisite, ırkçılık, çift kimlik, feodal yapı, kon federal sistem, ana dil, yerel yönetimler ve özek yapılar konuşuluyor. Kimse siyasi sorumluluk üstlenmiyor. Hani güzel şeyler olacak dı! Öyle ise Türkiye neden Cumhuriyet tarihinin en zor günlerinden geçiyor?
Sonra da, dönüp TÜRK MİLLETİNE yerli ve milli anayasa dan bahsediliyor! Yetmeyecek! Başkanlık denecek. Hangi Başkanlık? Nasıl Başkanlık? Hilafet ve Halifelik gibi mi? Bugün Başkanlık, başkanlık diye tutturanlar acaba Medine Sözleşmesinden mi esinlenmeye çalışıyor!
Medine Sözleşmesi; Hz. Peygamberimiz, Mekkeden Medineye gittiğinde, (HİCRET) başta Yahudiler olmak üzere değişik inanç sahipleriyle Medine Sözleşmesini imzalıyor. Bununla, tarafların can, mal ve din hürriyetlerini garanti altına alıyor, Medineyi herhangi bir saldırıya karşı birlikte korumayı ön görüyordu. Bu sözleşmeyle devlet teşkilatlanmasını, dinin kamu hayatıyla ilgisini, toplum hayatıyla dinî ve siyasî otoritenin birleştirilmesini, Kuran ve Sünnette uygun İslâm siyasî düşüncesinin, dönemin şartları içerisinde temellerini kurmuş oluyordu.
İslâm hukuku, kaynağını Kuran ve Sünnet ten almış, oradan hareketle yorumlamakta tereddüt yaşadığında da icmâ, kıyas, sahabe fetvası, istihsan, maslahat, örfe, Hz. Peygamberimizin ölümünden sonra da Hadislere başvurmuştur.
İslamın evrenselliği, tarihi süreç ile toplum yapısı içerisinde geldiği nokta, siyasetle ana doğrultuda gitmemiştir. Nedenleri tartışmalı olsa da, bu bağ özellikle otoriter iktidarlarca büyük ölçüde de koparılmıştır. İslâmın kutsallığı, yüceliği hiçbir zaman siyasal İslâmın özünde de yer almamıştır.
İslâma bağlı olduğunu savunan otoriter yönetimler, referansını yine İslâmdan aldığını, o nedenle; hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik, beraberlik ve barış sloganlarıyla siyasî hâkimiyetlerini kurmuş ve savunmuşlardır. İslâmın özünden bu kopuş ise sosyal hayatta toplumun tüm kesimleri ile otoriteyi karşı karşıya getirmiştir.
İslâm Dinî, yönetenin adaletli, hukuka bağlı, eşitliği sağlayan, barışı temin eden, ehliyetli, liyakatli, dürüst, samimi, kucaklayan, hakkaniyeti sağlayan, dengesizliği önleyen, mahrumiyet ile mağduriyeti giderebilen, ilim sahibi, sağlıklı, faziletli ve maneviyatı sulta olarak kullanmayan kişi olarak tarif ediyor. Türkiyede ise bugün, yüzyıllar önce batının kilise-devlet çatışmasının minimize örneğini yaşıyoruz. Yöneticiler yukarıdaki tarife uymuyorlar. Yani BİN yıldır yaşamadığımızı yaşıyoruz.
Yaşadığımız dönem Medine Sözleşmesinin ortaya çıktığı şartlarla aynı değil. Yöneticiler o yöneticiler hiç değil. Artık çevremizde kabileler yaşamıyor. İslâm Dünyası, 15. Yüzyıldan sonra hiçbir şey üretmemiş. Oğuzlardan Selçuklu ve Osmanlıya kadar birçok yönetim şeklini denemiş sonunda Cumhuriyet ve Demokrasiyi seçmişiz.
Şimdi kalkmış, YENİ TÜRKİYE, YENİ ANAYASA ve BAŞKANLIK dayatmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı Hem seçilmiş başbakan, hem seçilmiş Cumhurbaşkanıyla bu sistemin yürümesi fevkalade güçtür. Yarın Cumhurbaşkanı farklı, Başbakan farklı önceliklere sahip değişik siyasî anlayışlardan olursa bu iş nasıl yürüyecek ve siyasette serbest piyasanın oluşması lâzım diyor.
Bugün Türkiyenin sürüklenmeye çalışıldığı yer, Medine Sözleşmesine uymadığı gibi Kuran-ı Kerimin Tahâ ve Furkan surelerinde de VEZİRLİĞİN, yani Cumhurbaşkanı yanında Başbakanlığın olacağını da söylüyor. Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesinin verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum derken, eşi de Türkiyenin 90 yıllık enkazını kaldırdık diyor. Sizce biz nereye doğru sürükleniyoruz?
Cem Cüneyd Canan