17 Ocak 2012
Başlık da ki ifade torunum Zehra’dan. Dinlediklerimiz, okuduklarımız, izlediklerimiz karşısında da neresinden bakarsanız bakın bizim de taraftarlaşmış, değerlerini kaybetmiş ve uzaklaşmış insanlara dönerek KÜSDÜM dememiz gerekecek.
Din adına, her gün zorlanarak yeni bir şeyler söylemek için çırpınanları, TÜRK denince olmadık düşüncelere kapılanları görünce susmak noktasına gelmemek için karar veremiyor, bana da çaresiz, KÜSDÜM demek kalıyor.
İmamı Azam Ebu Hanife’den (Horasanlı İmam-ı Azam Ebu Hanife, 699–767) sonra bize neler oldu. Daha sekizinci yüzyıl da Küfe’de, Basra’da ve Bağdat’ta neler oluyordu?
Ya Maveraünnehir; Buhara, Belih’de ilim adına neler yaşanıyor du? Bu ilim merkezi Maveraünnehirden kalkıp Basra’ya Ubeydullah Bin Ziyad (Emevi’lerin Horasan Valisi) önderliğinde getirilen TÜRKLER kimlerdi?
Basra mektebini kuran Amir bin Ubeyd’le başlarsak, o merdivenlerin basamaklarını yapan, akıl ve izanın en yukarılara doğru çıkmasını sağlayanlar da kim di? Diye hiç mi sormayacak, hiç mi düşünmeyeceğiz!
Halife Memun’n (Abbasi Halifesi, Ebu’l Abdullah el-Memun İbnür Reşid, 786–833) ilime yakınlığı yanın da, annesinin de TÜRK olduğunu hiç mi hatırlamayacağız. Şark Hıdivliği’nde ki edindiği tecrübeyi, TÜRK HARS’INDAN nasıl etkilendiğini, olgunluğunun delili olarak, Yahya bin Ekesem, (Hanefi Fıkıh âlimi, 775–856) Yahya bin Mübarek (755–818) ve Sümame bin Eşres’le (-828) yakınlığını bir isbat olarak görmeyeceğiz mi?
Yine, Memun ile Halife Vasık Billah’ın (Abbasi, 812–847) son derece uyum içinde DİN ve DEVLET işlerini yürütürken, onun ölümüyle, Halifeliğe gelen Mütevekkilalalah’ın her şeyi nasıl tersine çevirdiğini, Mekkeli Abdülâziz İbni Yahya’nın da tahrikiyle, vezir Mehmed bin Abdülmelik bin Zeyyad’ın, Ahmed bin Duad’ın ve Hertseme’nin akıbetlerini hiç mi dikkate almayacağız?
Bugün tartışılır olsa da, o dönem de düşünmenin ve okumanın da nasıl yasaklandığını hiç mi aklımıza getirmeyeceğiz?
Döneminde eserler veren TÜRKLER’DEN; Faraplı Uzluğ oğlu Ebu Nasr Mehmed, (Farabi’nin Babası olmalı) Belhli Ebu Zeyd, (850–934) Buharalı İbni Sina, (Ebu Ali el-Hüseyin İbni Abdullah İbn-i Sina el-Belhi, 980–1037) Sarahslı Ahmed İbni Tayyip, Harezmili Mehmed Bin Musa, (Ebu Abdullah Muhammed b. Musa el-Harezmi, 780–850) Habeşül Hasip, İbni Türk Elceyliğ, Farganalı Ahmed bin Küseyr, Soltekin oğlu Ebu Bekir Mehmed, Soltekin oğlu İbrahim’i hiç mi hatırlamayacağız?
Buhara’da kurulan Saman Oğlu Devletini, ‘O’nu kuran hanedan Ali Saman’ın TÜRK ve OĞUZ Boyundan olduğunu, dönemin Halifesi Elmuktadıd- Billah’ın TÜRK ilim adamlarıyla neden mücadeleye giriştiğini hiç mi sorgulamayacağız?
Mütevekkil (822–861, Abbasi Halifesi) ve Mutadid Billah’ın (Abbasi Halifesi, Ebu İshak Muhtedi Billâh Muhammed bin el-Vasık, *-870) yaptıklarına, müsbet ilimler üzerine yazılan bütün kitapların nasıl yakıldığına, Tayip Ahmed’in neden öldürüldüğüne, Hambelilerle, Kerramiler’in yaptıklarına hiç mi göz atmayacağız?
Dönemin ANANENİCİ ve RASYONALİST okullarının hangi düşüncelerin tezahürüyle hangi noktaya geldiğine de hiç mi bakmayacağız.
Kırk yaşında dahi, üvey babası Ebu Ali Cübaiğ’e (850–916) kızarak, mağrurluğu ve kindarlığını ön plana çıkaran, yeni bir mezhep kurmak üzere ANANECİLER safına geçen, Yemenli Ebu Musa El Eşari ahfadından, Ebül-Hasanil Ali el- Eşari’nin (873–935) devrin en kudretli imamı oluşunun sosyolojik yönünü hiç mi incelemeyeceğiz.
Selefiyecilerden, zamanın en önemli münevverlerinden, Ebu Bekril-Bakıllaniğ, (*-1013) İbni Feyrek, Ebu İshakil İsferaniğ, (Ebû İshak Rüknüddin İbrahim bin Muhammed b. İbrahim el-İsferaniğ, *-1027) Ebu Zeri Hireviğ, (Bin Ahmed Bin Muhammed b. Abdullah b. Gufeyr, 966–1043) Ebul Maaliğ Cüveyniğ, (1028–1085) Ebu Caferis Semaniğ, Ebülvefa İbni Akil’de (940–998) ki, ani değişikliği ne ile izah edeceğiz.
Bu ani değişikliğe katılan, Ebul-Ferec Abdürrahmanil Cevziğ’ce (Ebu’l Ferec İbn El Abdurrahman Cevzi, H.510–597) tanıtılan Ebu Hamid Mehmedül Gazali’nin (Ebu Hamid Muhammed İbn Muhammed el-Gazali, 1058–1111) bu tavrını hangi akli melekelerimize soracağız.
Gazali’nin müsbet ilimlere, felsefeye ve rasyonalizme karşı tavrının yanında, o günlerde sadece Selefiyye ve Kerramiyye mezhepleri gibi halkın alt tabakası arasında kısmen yer bulan tarikatçılığa cazibe katmasına nereden bakacağız? Bir görüşe göre; Süryeli zengin bir Hıristiyan’ın Remlei Şam’da yaptırdığı bir tekkede veya gerçek hüviyeti bilinmeyen Ebu Haşim Sofiğ (*-777) tarafından sekizinci yüzyıl ortalarında temeli atılan tarikatçılığa mukâşefe yolu adını vererek, bugün ki sultasına ulaşmasını da sağlamış olması nasıl değerlendirilecek?
Ki, Fahrüraziğ, Seyfüddin Âmidiğ, (Ebü’l Hasan Seyfüddin el-Âmidi b. Ebu Ali Muhammed b. Sâllim Tuğlebi, 1156–1233) Sadüddin Teftazaniğ, (Mes’ud b. Ömer, 1322–1390) Seyid Şerif Cürcaniğ, (Ebü’l Hasen Ali b. Muhammed b. Ali es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcaniğ el Hanefi, 1340–1413) Celâlüddin Rumi, Sadrüddin Konaviğ, (1204–1274) Şihabüddin Sühreverdiğ, (Ebü’l Fûtûh Şahabeddin Yahya b. Habeş b. Emîrek Sühreverdiğ 1115–1191) Bedrüddin Simaviğ’lerde (1358–1420) bu çemberin içinde kalmalarına rağmen, yazdıkları ve söylediklerinden hiç mi ders almayacağız, sükût mu edeceğiz.
Fârâbi ve İbni Sina’nın (Ebu Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn-i Sina 980–1037) fikirlerine karşı, yazılanlar ise herhalde daha derin bir mevzuu mu diyeceğiz.
Gazali’nin, Tehafütül Felasife, Tehafütüt Ehafüt adlı eserlerindeki bakışı ile Elmunkıdh Mineddalâl ve Elmunkiğdd Mineddalâl adlı eserlerinde ki bakışı nasıl anlayacağız? Selçuklu sultanlarından şikâyetindeki ince noktayı bugün nasıl bulacağız.
Bütün bunlara hiç bakılmazken yüzyıllardır, Eşari-Gazali düşüncesinin dışında tek bir kelime dahi edilmesine cesaret edilmeyişini nasıl izah edeceğiz?
Bir ara Endülüslü İbnür-rüşd’ün Tehafütüt-Tehafüt’ü yazmışsa da, amaçladığı noktaya gelememiş veya onunda aynı düşünce çizgisinde olduğu iddia edilmiştir! Daha sonraki yüzyıllarda da, Hocazade Muslihüddin Mustafa (1434–1488) ve Alâüddin Tüsiğ’de (*-1482) Gazali düşüncesinden yana tavır koymalarının nedenine bakmayacağız mı?
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin açtığı yol, zaman, mekân, ahval ve şeraitin TEBEDDÜL ile hükümlerin değişmesi zaruretinin nasıl unutulmuş olduğu ise, benim kuş beynimi aşan bir konu! Buradan neden koptuğumuzu sormayacak mıyız?
İlerleyen zaman diliminde, Abbasi İmparatorluğunun parçalanması, feodal beyliklerin çoğalması, her türlü hukuksuzluğun kol gezmesi, hilafet merkezinin istilaya uğraması, kendilerine her konuda yardımcı olan Halife Müstekfi’nin, (1303–1340) Buveyh Oğulları tarafından gözleri oyularak öldürülmesini, Sünni-Şii mücadelesinin bir sonucu olduğunu bugün aklımıza hiç getirmeyeceğiz mi?
Mısır’da ise, Fatımî Halifesi Hekim-bi-Emrillâh (985–1021) kölelerine Kahire’yi yaktırarak, halkın mallarını yağmalatıyor, kadınların esir edilmesi emrini veriyordu. Kahire’nin üçte biri yanarken, kadınların sokağa çıkması men ediliyordu. Tam yedi yıl hiçbir kadın ne gece ne gündüz başını evinin kapısından dışarı uzatamıyordu. Dün de, bugün de Mısır’da yaşananları, yarın da yaşanacakların nedenlerine hiç mi eğilmeyeceğiz. Kaç yıldır IRAK’DA yaşananlar için hangimiz bir damla gözyaşı döktük. Müslüman kadınların çığlıklarını hangimiz yüreğimiz de hissettik? Bunları İSLAMI ve İNSANI düşünerek okuyunuz. Tabii ki şeyhiniz düşünmenize müsaade ederse!
Yıl 1038’de Abdülkahir-i Bağdadi’nin (Ebu Mansûr Abdülkâhir b. Tâhir b. Muhammed el-Temîmî el-Bağdâdî, 961–1038) ifadesine göre İslâm Dünyasında mezhepler hızla çoğalarak sayıları yetmiş ikiye ulaşıyordu. Hambeliler, kendileri gibi düşünmeyen âlimlerin bile mezarlarını açarak, cesetlerini yakmak vahşetinde bulunuyorlardı. İbni Ceriri Taberiğ (838–923) gibi bir İslâm âlimine yapmadıklarını bırakmıyorlardı. Hilafetin merkezi, halifenin hâkim olduğu coğrafyada artık, her tarafıyla kan gölü olmuş, Bağdat, içine düştüğü yalan, riya, gammazlık, bühtan, nifak, muhasebe, rüşvet, ihtilâs gibi rezilliklerin yaşandığı bir memlekete dönüşmüştü. Bugün olanların nedenini hiç kendinize sordunuz mu?
İşte bu sırada, ERGENEKON’DAN çıkan, ORTA ASYA BOZKIRLARINDAN inen bir MİLLETİ, SELÇUKLU TÜRKLERİNİ görüyorduk. Burada MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞINI anlatacak değilim. Ancak, 72 parçaya bölünen bir zihniyetin, Haçlı orduları karşısında, ne duruma düşeceğini, İslâmiyet’in nasıl bir yara alacağını kendinizce sorgulamanızı, TÜRK olmasaydı, İSLAMİYETİN bugün nerede ve hangi şartlar altında olacağını düşünmenizi bekliyorum.
MALAZGİRT’DEN sonra Rey’de, İsfahan’da, Bağdat’ta, Nişabur’da neler yapıldığına, ilim hareketlerinin nasıl hızlandığına bakacağınıza; Hayyam’ın, (Gıyaseddin Ebu’l Feth Ömer İbn-i İbrahim el Hayyam, 1048–1131) Ebül Hasan Sait (967–1049) İbni Hibetullah’ın, (Mehmed b. Hibetullah b. Muhammed b. Hibetullah b. Yahya, 1154–1237) İbni Cezle (*-1100) ve Ebül Ferec bin Tayyip’in (*-1043) neler yaptıklarını inceleyeceğinize inanıyorum.
Görüleceği üzere BİN yıl önce de, MİLLET 72 parçaya bölünmüştü ve Mezhepler, tarikatlar, bugün olduğu gibi sayılamayacak kadar çoktu. O gün ki gibi, bugünkü girdaptan bizi kurtaracak SELÇUKLU TÜRKLERİ gelmeyeceğine göre, bizi sürüklendiğimiz bu açmazdan kimler kurtaracak?
Günümüzde, ne olduğu kendinden menkul şeyhlerin, güya onların yetiştirdiği imamların hangisi yukarıda zikrettiğim İSLÂM ÂLİMLERİNİN eserlerini okumuş, ne dediklerinden ne kadar haberdardırlar. Bugün ki, vur-patlasın, çal-oynasın dünyasında olanları ayrı tutarsak, yetişen nesil Kur’an’ın emrettiğini, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın gösterdiği yolu, Mezhep önderlerinin işaret ettiği çizgiyi anlayacak olgunluğa ve imkâna sahiptir. O vakit sormamız gerekmez mi ki; Kabul ettiğimiz bu dört mezhepten neden sayısız tarikatlar ortaya çıkıyor. Bir tarikat nasıl oluyor da kendi içinde kırk elli kola ayrılıyor? Bu nasıl bir tesadüfdür ki, aşağı yukarı yüz yıldır tarikat şeyhleri hep Kürtlerden çıkıyor. Dönüştüğünü söylediğiniz bu topraklara birazda bu yönüyle baksak, günaha mı gireriz!
TÜRK’ÜN İSLAMA nasıl hizmetkârlık ettiğini unutanlar, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin çizdiği yoldan sapanlar, TÜRK’Ü ve TÜRKLÜĞÜ inkâra kalkanlar, bin yıldır yaşananlardan ders almayanlar, İslam’a sahip çıkmayan TÜRKLER, TÜRK’Ü İslam’dan uzaklaştırmaya çalışanlar,
Hepinize KÜSDÜM!
KAYNAK: - Açık İslami Kaynaklar
- Belleten Cilt:II Sayı, 5/6
Nisan 1938
Cem Cüneyd Canan