03 Nisan 2006
Bazı şeyleri, nedense geç anlıyoruz. Beylik sözlerin, kimseyi bir yere getirmediğini bir gün anladığımız gibi. Bu beylik sözlerle kandırdılar bizi. Ne diyorlardı….? ‘’Tüccarın malı olmaz. Tüccar gayrimenkul almaz. Yani tüccar, ev, arsa, iş yeri satın almaz.’’ İşte buna inananlar kaybederken, gayrimenkul alanlar hep kazandı. O dönemde bir tüccar da çıkıp bunun nedenini sormadı. Herhalde tek doğrunun, kazandığı parayı, sattığı mala yatırmak olduğunu anladı. Bu bakışın yanlış olduğunu gördüğünde ise iş işten çoktan geçmişti.
Sanmayın ticaret ve gayrimenkul üzerinde yazacağımı. Başka bir beylik laftan, başlayarak bakalım nerelere varacağız. Hep duymuşuzdur; Bir toplum sanayileşmedikçe, bir toplum şehirleşmedikçe, bir toplum köylülükten kurtulmadıkça kalkınamaz…. Bu hikayeyi halen dinliyoruz. Halen bu yalana, yetkili yetkisiz inanıyoruz. Halen bunu, başka ülkelerle mukayese ederek şiddetle savunanlarımız var. Bu tamamen yanlış ve yalan bir savunmadır. Bizim gerçeklerimizle bağdaşmamaktadır. Bu yoldan kalkınmamız da mümkün değildir.
Birlikte hatırlamaya çalışalım; Cumhuriyetimizin kuruluşu, 2. Dünya Savaşı, çok partili döneme geçişimiz ve 1950 leri takip ederek günümüze kadar geldiğimiz yılları. Demir yollarımızın yanına hızla yapılan karayolları, şehirlerin imar edilmek adına, kimliklerinden koparılışı. 1970 Yılların sonuna kadar, her köye bir okul ve sağlık ocağı yaptırmak mücadelemiz. Heyetlerin Ankara’ da yol için, su için siyasilerin kapılarında bekleşmeleri. Daha insanca yaşamak için verilen mücadeleler. Harcanan zaman, emek ve paralar. Toprağına, geleceğine umutla bakmak için, çocuklarının geleceği için köylünün verdiği mücadeleydi, bütün bunlar.
Bu taleplerin gerçekliğini göremeyen yöneticiler, geleceği doğru planlamayan siyasiler. Kısaca beceriksizlik. Beceriksizliğin sonucu ise ; KOPUŞ. Köyden ve topraktan kopuş. Ne adına..? Adı yok ki, bu kopuşun. Bu kopuşa ad vermek için, önce bir misyon olmalıydı, yoktu. Bu kopuşa ad vermek için vizyon olmalıydı, yoktu. Bu kopuşa ad vermek için program olmalıydı, yoktu. Bunları anlayacak ve uygulayacak siyasiler ve yöneticiler olmalıydı, yoktu. Köyü, ilçeyi görmeden şehirlerde yaşayanlarsa, oturdukları yerden münferit olayları ele dolayarak alay ettiler Anadolu insanı ile. Köylünün şiirden, resimden, aşktan, sevgiden ve sevgiliden anlamadığını yazdılar, söylediler. Köylünün yemek adabından, köylünün sokak adabından habersiz olduğunu haykırdılar. Sanki deniz kenarında Fatma’ nın elini tutanla, çeşme başında Emine’ nin elini tutan başka tutuyordu. Sanki deniz kenarında dalgaların sesini dinleyerek rakısını yudumlayan Mükerrem’ le, soğuk suların başında, su şırıltısını dinleyerek, rakısını yudumlayan Yılmaz, başka şeyler, hissediyordu. Bunların söyledikleri, yazdıkları hepsi yalandı.Her şeyden önce kendi insanlarını tanımıyorlardı. Kendi yaşadıkları toprağın gerçeklerini bilmiyorlardı.
Hiç sormadılar kendilerine. Köyde, bırakın öğretmeni, eğitmen varmı idi.. Elektrik ne zaman gitmişti köye. Radyo hangi tarihlerde gelebilmişti Anadolu’ ya. Nişadır, anot, katot onlar için neyin ifadesiydi. Gazete Anadolu’ya gönderiliyor muydu. Gönderildiğinde nasıl ve ne zaman ulaşıyordu. Kimler biliyordu bu gerçekleri, kimler bilmeden ahkam kesiyordu, Köylülük üzerine. ….Hiç sordunuz mu….? Köylülükten kurtulma yalanını, hiç durmaksızın yazanlar, gittikleri ülkeler de ki, gördükleri köyleri, köylüleri nedense hiç anlatmıyorlardı. Bu memleketin EFENDİSİNE toprağın verimli kullanılmasını, ona göre üretim yapılmasını neden yeterince anlatmamışlardı. Oy uğruna yalan söylediler. Oy uğruna TOPRAK REFORMUNU yapamayacaklarını bildikleri halde, yapacağız diye anlattılar. Elektriksiz, yolsuz, okulsuz, sağlık ocağı olmayan köy kalmayacak dediler. Fakat bunu zamanında yapmadılar. Yıllar sonra bir kısmı yapılsa bile artık çok geçti. İş işten geçmiş, Anadolu insanı artık İstanbul’un ve Batının yolu tutmuştu. Köylü için yola koyuluşu, bir de zaman için de yoğunlaşan terör hızlandırmıştı. Yalanların sonucu Anadolu’yu, Anadolu Toprağını insansızlaştırıyordu.
Hep söylenen beylik lafların ve yalanların sonucu, aradan geçen yıllara rağmen talepleri azaltmıyor, taleplerin adını dahi değiştirmiyordu. Şimdi o insanlar, bu gün varoş denilen mahallelerde, yine elektrik, yol, okul, su, sağlık ocağı bir de artık doğal gaz istiyorlardı. Halen devam eden taleplerin içine mesken sorununu da ilave edersek, hangi yanlışların bize nelere mal olduğunu daha iyi anlamış oluruz.
Yıllardır, bütün sosyal ve ekonomik değerlerimiz toz duman içinde. Tek partili dönemden, günümüze kadar ki, siyasi partilerin hiç biri savundukları TÜRKİYE’yi olması gereken yere getiremediler.Geldiğimiz noktada ise, bir liberalizm rüzgarının savurduğu parçalar oluverdik. Dün şu fabrikayı, şu yatırımı, şu noktaya ben yapacağım diyen hükümetler artık biliyoruz havlu atarak, Devlet yatırım yapmayacak diyorlar. Sosyal DEVLET demek böyle oluyormuş…! Nerden geldik buraya, ne adına geldik ; Köylülükten kurtarılacak ve sanayileşecek bir toplum adına. Daha doğrusu söylenen yalanlar adına.
Dönüp, geriye, Anadolu’ya baktığımız da, kilometre karelerce ekilmeyen toprağı, viraneleşen köylerimizi, köyleşen ilçelerimizi görüyoruz. Sahipsizlik nedeniyle teröristleri, ölenleri, öldürülenleri kaosu görüyoruz. Ama bu olumsuzlukların yerinde, önceleri neler olduğunu halen görmeyenler var. Anlaşılsın diye ben örnek vereyim; Muş’ ta, Siirt’ te tütün vardı. Bu güne kadar kalitesini bir kat daha yükselteceğimiz yerde, yok ettiğiniz PAMUK vardı, Çukurova’ da. Dahası fışkıran bir Çukurova vardı.Ceviz vardı, çeşit çeşit Anadolu da, Erzincan da, Kemah’ ta.
Yalanların üzerine kurulan Dünya’ da, kültür, dil, din katledildi. Beğenmediğiniz, küçümsediğiniz köylü, bu gün yaratıcı ruhuyla Ülkenin Sanayicisi oldu. Köylülüğü dahası köylü nüfusun aşağıya çekilmesini, sanayileşmeyi, kendi dere, ırmak, nehir ve göllerini kullanamadan denizlere koşulmasını öğütleyenler acaba neredeler….? Kim söyleyecek. Bu yalanları savunanlar şunu iyi bilmelidirler ki, köylü kendi toprağını işlerken, Türkiye Dünya da kendi kendine yeten yedi Ülkeden birisi idi. Şimdi nerede o kendi kendine yeten TÜRKİYE….?
Türk insanı artık suyun iki yakasını da görmüştür. Yapılacak iş ekonomik olan tarım işletmelerini hayata geçirmek, bunların yanın da insanımızı tekrar toprağına döndürmek, gerçekçi bir üretim planlaması yapmak, ambalaj ve tarıma dayalı küçük sanayiler oluşturarak, yeniden yapılanmayla büyümektir. Matematik bilenlerin, bilmeyenlere, 72 milyon insanın nereye nasıl yerleştirileceğini anlatmasını diliyorum.
Cem Cüneyd Canan