22 Ekim 2024
ÖZBEKİSTAN (VI)
1921 Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile 1921 Temmuzun da Buhara’ya gelen TBMM üyelerinden İsmail Suphi’nin (Soysallıoğlu) teşebbüsleriyle “Türkistan Milli Birliği” teşkilatı kurulup, başkanlığına da Z.Velidi getirilmiş, fakat bütün çabalara rağmen, bilindiği üzere Enver Paşa’nın da önderlik etmiş olduğu Türkistan bağımsızlık hareketi başarısızlıkla neticelenmiştir. Buhara Hanlığı’nın tamamen Rus hâkimiyetine geçmesinde iç çekişmelerin de büyük rolü vardır. Cedidcilerle emirin mücadeleleri Buhara Hanlığının sonunu hazırlayan faktörlerden birisidir. Gerçekten bu sırada Galiyev’in fikirlerinden ve hareketlerinden Lenin ve Stalin Rusyası oldukça korktu. Eğer o başarılı olsaydı, Ruslar Türk Milliyetçilerinin Petersburg’a kadar dayanacaklarını sanıyorlardı.
1921 Fakat o yalnız bırakılarak Rus komünistlerle tek başına mücadele etmek zorunda kalmıştır. Hatta Komünist Partisi Merkez Bürosu 1923 Haziranında gerçekleştirdiği bir oturumda, Galiyev meselesinin Tatar ve Başkurt sınırlarını da aştığına karar vermişti. Bununla beraber 1923 yazından 1924 kışına kadar Ruslar tarafından Türkistan ayaklanmasına katılan bölgeler topa tutuldu. Ruslardan kurtulabilenlerin bir kısmı Afganistan’a kaçtılar. Bu hareketin liderlerinden biri olan İbrahim Bey 1931’de geri dönerek, Kızıl Ordu birlikleriyle tekrar mücadeleye başlamışsa da, Ruslara tutsak düşmüş ve bütün arkadaşlarıyla beraber idam edilmiştir. Taşkent’te 1924 Martında toplanan ve milli meselelerin tartışıldığı kongrede Ruslar ortaya nifak tohumları saçmışlar ve Türk boyları arasındaki ayrılık fikirlerini işlemişlerdi. Türkistan’ın ileri gelenlerinden Sultan Hoca, kongre delegelerine seslenerek, “Türkistan’ı ayrı ayrı cumhuriyetlere bölmek istiyorlar. Milliyet tasnifinde Türk boylarına Özbek ve Türkmen sıfatları yakıştırarak Türkler parçalanıyor” dedi ise de, sözünü dinletemedi. Neticede 1924 yılındaki düzenlemeler ile bugünkü cumhuriyetler vücuda getirildi. Özbekistan’ın teşekkülü sırasında, yani 1924’te Tacikistan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti de Özbekistan’a katıldı. 1929’da ise Tacikistan’a ittifak cumhuriyeti statüsü kazandırılarak Özbekistan’dan ayrıldı.
1922 19 Mayıs 1922’de onun Sovyet Rusya’ya bir ültimatom vererek, Kızıl Ordu’nun Türkistan’ı derhal terk etmesini istediğini de görüyoruz. Yanında 1000- 1500 kişi kalan Enver Paşa’nın Ruslar ile göğüs göğüse çarpışmaya girmeden önceki son sözleri şunlar olmuştur: “Türkistan için mutlaka savaşmalıyız. Başarırsak gazi, başaramazsak şehitiz. Alınyazımızda ne varsa o olacaktır. Bundan korkmuyoruz. Böyle köpek gibi Rus zulmünde yaşamaktansa, atalarımızın yaptığı gibi şerefle öleceğiz. Bizleri takip edenlerin hürriyet ve mutluluğunun emniyeti bizlerin ölümü göze alabilmemizle mümkün olacaktır”. Rus kuvvetleri karşısında tutunamayan Enver Paşa, Duşenbe yakınlarındaki Belcivan köyüne çekildi. Beraberinde birkaç Anadolu Türkü askerle, Türkistanlı kalmıştı.
1922 8 Mayıs 1922’de Türklere karşı iki koldan harekete geçmiş olan Rus birlikleri dağınık şekilde bulunan 30.000 kişilik Enver Paşa’nın güçlerini parça parça yendiler ve bu kuvvetler dağıldı.
1922 Enver Paşa 4 Ağustos 1922’de Kurban Bayramının 2. günü, bir Tacik’in yol göstermesiyle ilerleyen Rus ordusu üzerine öleceğini bile bile siperinden çıkarak, tek başına yürüdü. Biri kalbine, diğerleri değişik yerlerine isabet eden beş kurşunla yere yığıldı. Anadolu’da başlayan fırtınalı bir hayatın ardından, Türkistan’da Rusların Türklere yaptıkları kötü muameleleri görünce, birden bire Türkiye hayallerini de bırakıp, Türkistan için mücadeleye giren, Türk ırkının bu kahraman evladı millet ve şeref uğruna şehit düştü. Üstünde sıradan bir asker elbisesi bulunan Enver Paşa’yı Ruslar tanıyamadı. Daha sonra toplanan 20.000 kişilik bir grup onu Çeken Tepe’sine ilahilerle defnettiler. Ve Buhara’daki ulema onun şimdiye kadar gelmiş-geçmiş en büyük evliya olduğunu söyledi. Enver Paşa’nın ölümü vesilesiyle birçok halk şairi mersiye tarzında şiirler yazmıştır. Fakat bunlar içerisinde bir tane vardır ki o da Abdulhamid Süleyman Çolpan’ın kaleme aldığı “Belcivan” şiiridir ve bütün Türkistan’da, bir vakitler Türkler arasında elden ele dolaşmıştır. Onun yerini alan Hacı Sami ve Mehmet Emin Bey 1937’ye kadar Rusları uğraştırdılar. Enver Paşa’nın bu harekete öncülük etmesine muhalif olan Buhara Emiri, bazı kabile reisleri ve Başkurt lideri Zeki Velidi gibi kimseler yüzünden bu ayaklanma hadisesinin akamete uğradığı da bir hakikattir. Enver Paşa uğruna şehit düştüğü toprakların koynundan tam 74 yıl sonra alınarak Türkiye’ye gömüldü. Bu hareketin doğru olup-olmadığı tartışma konusudur. Ancak uğrunda öldüğü topraklar da Türk yurdu olmasından dolayı, onun bu burada yatmasında hiçbir sakınca yok idi. Herşeyden öte yıllar sonra o topraklarda doğan insanlar, kendileri için binlerce km uzaklıktaki bir diyardan bir kişinin gelerek şehit düşmesi karşısında vatanlarına daha da sıkı sarılacaklardı. Eğer I. Dünya Savaşını Osmanlı Devleti kazansaydı ve Türkistan’da Enver Paşa başarılı olsaydı, acaba hangimiz onu böyle acımasızca eleştirecektik. O ülkesine ve milletine aşık bir Türk Milliyetçisiydi. Hataları ve sevaplarıyla bu milletin bir mensubuydu. En azından birtakım sahte kahramanlar gibi vatanına ihanet etmedi. Onun gereksiz yere Osmanlı Devletini I. Cihan Harbine soktuğu masalına da bugün artık herkes gülmektedir. Tarih elbette ki herkesi layık olduğu yere oturtacaktır.
1922 Sovyetler Birliği kurulduktan sonra ekonomi, sosyalizmin can damarı olan planlı yönetime dayandırılmıştı. Stalin döneminden itibaren uygulanan ekonomik politikalar neticesinde Özbekistan, kişi başına düşen milli gelir bakımından 15 cumhuriyet arasında en alt sıraları işgal etmekteydi. Sovyetler, Özbekistan’a birer hammadde ambarı gözüyle bakmış, sanayi ve teknolojik yatırımları sadece hammadde kaynaklarını işletmeye yetecek şekilde düzenlemiştir. Özbekistan’a pamuk üreticisi gözüyle bakmıştır. Sovyetler Birliği 22,4 milyon km2 ’lik dev bir ülkeydi.
Sovyetler Birliği de bakiyesi olduğu Çarlık Rusyası gibi Orta Asya bölgesini kendi toraklarının bir uzantısı olarak görüyordu. Bu büyük fakat hantal ülkenin bir ucundan öbür ucuna 10.500 km. mesafe vardı ve toprakları dünyanın en büyük hammadde kaynaklarına sahipti. Bu yüzden de eski Sovyet sistemi geniş bir iç pazar ve dış ticarete kısmen bağımlılık gösteren kendi içine kapalı bir sistemdi. Ve bu içine kapalı sistem için Orta Asya fakat özellikle de Özbekistan ekonomik ve siyasi açıdan önem taşıyordu. Çünkü ülke sistemin ihtiyacı olan doğal kaynakların en bol bulunduğu yerlerdendi. Özbekistan ve Orta Asya, Rusya için ayrıca bir pazar oluşturmaktaydı ve Sovyetlerin Uzakdoğu’ya ulaşmasını sağlamaktaydı. Özbekistan yarı-mamul ve mamul mal üretiminde diğer cumhuriyetlere bağımlı kılınmıştır. Bu bağımlılık, Özbekistan Cumhuriyeti’ni nihai malların hemen tamamını ithal eden ülkeler konumuna sokmuş ve bütçe açıklarına sebep olmuştur.
Emperyalist sömürüyü daha da ağırlaştıran nokta ise, Özbekistan Cumhuriyeti’nin ihraç edecekleri malların fiyatlarını belirleme hususunda söz sahibi olmayışları ve ithal edecekleri mallar için fiyatların Rus bölgelerine taşınan hammaddeler işlendikten sonra merkezin dayattığı fiyatlar üzerinden ithal edilmesiydi. Özbekistan Cumhuriyeti’nin dış ticaretinde Birlik ülkeleri ile ticaret esastır. Dünya fiyatları ile diğer ülkelere ticaret yapılmasına Moskova izin vermezdi. Bu cumhuriyetler milli gelirlerinin önemli kısmını merkeze göndermek zorundadırlar. Yani kendi milli gelirleri üzerinde tasarruf yetkileri yoktu. Sovyetler Birliği potansiyel olarak devasa bir tarım alanına sahipti. (A.B.D. ve Kanada’nın toplam yüzölçümü kadar) Birlik çökmeden önce dünyanın en büyük demir, nikel, kursun, petrol ve doğalgaz üreticisiydi. Dünyanın altın ve krom kaynakları bakımından ikinci sıradaydı, bakır, gümüş ve çinkoda da sayılı üreticilerden biriydi. Öyle ki Sovyet yöneticileri dünyanın kömür rezervlerinin % 58' i, petrolün % 59'u, demirin % 41’i, kereste ormanlarının % 25’i, manganezin % 88’i, potasyum tuzlarının %54' ünün ülkelerinde olduğunu iddia ediyor ve bununla da övünüyorlardı.
1924 Özbek SSC siyasi, ekonomik ve kültürel alanda kayıtsız şartsız Moskova’ya bağlı idi. 1924 yılı Ekiminde Sovyet Rusya Merkezi İdare Komitesi Özbekistan Komünist Partisini kurdu. Özbekistan SSC’nin 1924’te kurulmasından sonra yönetimin başına geçirilen ılımlı komünistlerden Feyzullah Hocayev ve Akmal Ikramov ilk yıllardaki Sovyet hoşgörüsünden de istifade ederek ülkeyi halkın menfaatleri çerçevesinde idare etmeye başlamışlardı. Ancak, bu milli icraat 1928’de Stalin’in başlattığı toplama kampları ve kolhozlaşma siyaseti ile büyük bir darbe yemiştir. Çok sayıda aydın kişilerin desteğine rağmen bu iki Özbek lideri, Stalin’in acımasız tutumu karşısında fazla tutunamadılar. 1938 yılındaki aydın kıyımı esnasında Hocayev ve Ikramov, Özbek aydınları ile birlikte sürgüne gönderilmiş ve burada kurşuna dizilmişlerdir.
1925 Özbek Türklerini tamamen Sovyetleştirmek için 1925 yılından itibaren yeni programların uygulanması söz konusudur. Özbek Türkçesini eğitim ve ilim dili olarak yetersiz gördüklerini ileri süren Rus yetkililer Rusçayı eğitim ve bilim dili olarak kullanmayı mecbur tuttular. Rusya’da komünist ihtilalden sonra Türk dili ve Türk toplulukları üzerine çeşitli oyunlar oynandı. Alfabe anlaşmazlığı diye bilinen bu mesele, bütün Müslümanları an’anevi Arap alfabesi yerine önce Latin, sonra da Rus hâkimiyetinde olan bölgelerde Kiril alfabesine zorlamadır. Bunun başlıca sebebi, Kafkasya ve Türkistan Türklerini Türkiye’nin tesirinden uzak tutmaktı. Özellikle 1920’li yıllarda Türkistan ve Azerbaycan’da Türk dili artık şuurlu bir milletin idaresinden çıkmış olsa da, 1926 senesindeki Baku Türkoloji Kurultayı’nı yabana atamayız. Çünkü burada Özbek delegesi; Sovyetler Birliği’nde ayrı Türk cumhuriyetlerinin kurulması ve Arap alfabesinin kullanımı Türkler arasındaki farklılıkları artırdığını, bu yüzden bütün Türkler için 1922’den beri Azerbaycan’da denenen Latin alfabesine geçişin şart olduğunu söylüyordu. Ne yazık ki, hiçbir şey düşündükleri gibi gerçekleşmedi ve komünist-proleter edebiyatı diye yutturulan ürünler zevksiz ve sanattan uzak karalamalardan öteye gitmedi.
1926 Yılında Özbekistan’da 246.500 Rus varken 1936 yılında Slav unsurun sayısı 786.000’i bulmuştur. 1926 yılında Özbekistan nüfusunun % 6’sını, 1959 yılında ise 13,6’ sını teşkil eden Rus nüfusun daha ziyade yeni kurulan sanayi merkezlerine ve gelişmekte olan şehirlere yerleştirilmesindeki asıl amaç, Rusların yeni kurulan fabrikalarda uzman işçi olarak çalışmasını sağlarken, Özbekleri sadece Sovyet ekonomisi için hammadde tedarikinde çalıştırmak olmuştur.
1928’li Yıllardan itibaren sanayileşmeyi kalkınma ile özdeş tutan Sovyet Rusya, sanayi için gerekli hammadde temini konusunda, Türk Cumhuriyetlerindeki kaynaklarını süratle kontrolü altına almaya önem vermiştir. Türklerin bütün hammaddeleri (madenler, kimyevi maddeler, ziraat ve hayvancılık mahsulleri) Sovyet Rusya sanayisini kurmak için kullanılmıştır. Türkistan'da modern teknolojiye dayalı hammadde işleyen çok sayıda fabrikalar kurulmuştur. II. Dünya Savaşı döneminde Sovyet Avrupa'sındaki ağır sanayiin büyük bir kısmı, Türkistan'a aktarılmıştır. Buna rağmen Türk ülkelerinin de kendilerinin önceden kurduğu, geliştirdiği sanayiler mevcut olduğundan, Sovyetlerin yeni kurduğu endüstriler ile karşılaştırıldığında elde edilen oranın, bazı ülkelerde, yerli halka daha çok ait olduğunu ortaya koymaktadır, örneğin, Kazakistan Sovyet Rusya'nın önemli hammadde deposu olmasına rağmen, buradaki endüstride Sovyetler Birliği'nin payının %3 olması şaşırtıcıdır. Yine pamuk üretimi Sovyetlerce ak altın olarak tanımlanıp, üretime çok fazla önem verilmiş olmasına rağmen, tekstil endüstrisindeki Sovyetlerin payı % 5'tir. Türkistan Sovyetler Birliği’nin % 60'dan fazla ipeğini verdiği halde onun ipek tekstili ürünlerindeki hissesi yalnız %7 dir. Bir başka gelişme ise hammadde kaynağının çıktığı bölgede işlenmesi yerine, endüstrinin daha çok merkezde kurulması yolundaki eğilimdir. Bu durum petrol ürünlerinin elde edilmesinde açıkça görüldüğü gibi, pamuk tekstilinde de, aynı şekildedir, örneğin, Türkistan'da, Sovyetler Birliği 'nin % 92 pamuk lifleri elde edilmekte iken, bölgede sadece pamuk tekstilinin % 5,2’si bulunmaktadır.
1929 Yılında özellikle Orta Asya’da başlayan Kolektifleştirme hareketi ile gerekli zemini hazırladı. Bu hareket esnasında yerleşik köylüler arazilerinden edildiler, göçebeler de yerleşik hayata geçmeye zorlandılar. Hayvanı olan herkesin hayvanlarını Kolhoza teslim etmesi ve devletten maaş alarak çalışması zorunluluğu getirildi. Stalin döneminde uygulanan bu politikalar sonucunda binlerce kişi tarım sektöründen uzaklaştırıldı ve sanayinin ihtiyacı olan ucuz işgücü için kullanıldı. Bu şartlara uymak istemeyenler ise cezalandırıldılar. Yapılan tüm bu uygulamalar bize kollektifleştirmenin birden fazla yönü olan bir politika olduğunu göstermektedir. Bu arada kolektifleştirme kabul ettirilmeye çalışılırken çıkan kargaşalıklar yüzünden Orta Asya’daki üretim düşmüşse de Sovyet ekonomisi büyümeye devam etmiştir.
1929’da Tacikistan’a ittifak cumhuriyeti statüsü kazandırılarak Özbekistan’dan ayrıldı.
1930 Sovyetler Birliği’nin 1926 senesindeki sayımında Tacikistan ve Kırgızistan’da oldukça mühim bir Özbek azınlığın olduğu görülmüştür. Bu vaziyet Özbekistan’daki Kırgız ve Tacikler için de geçerlidir. Dolayısıyla Özbekistan’ın geleceğinde problem yaratabilecek konulardan birisi de, Özbek-Tacik ve Kırgız çekişmesi olabilir. Bugün Tacikler, Özbekistan’ın pek çok yerinin kendilerinin kültürel mirası olduğuna inanıyorlar. Yine Sovyet cumhuriyetleri meydana getirilirken Taciklere haksızlık yapıldığı yolunda fikirler de mevcuttur. Ve Sovyet döneminde Taciklere baskı uygulandığı gibi konular ileride sorunlar doğurabilir. Sovyetler zamanında da Rusların zulüm ve sindirme politikaları devam etti. 1920-1930’lu yıllarda Özbekistan’a yoğun bir Rus göçü oldu. Moskova tarafından bölgede Sovyet rejimini sağlamlaştırmak, kültürel ve politik amaçlı kuruluşları kadrolarla donatmak, zengin madenleri işlemek ve kolhozlaştırmayı gerçekleştirmek için binlerce kişi gönderildi. Buna bağlı olarak Özbekler tarımın zorla kollektifleştirilmesi planlarına karşı çıkmışlar, 1930’da mukavemetleri en üst düzeye ulaşmış idi.
1930 1930-1944 Yıllarında Stalin’in uyguladığı bazı halklara baskı politikası sebebiyle Özbekistan’da farklı milletlerden insanların sayısı arttı. Almanları destekledikleri gerekçesiyle Kırım Türkleri, Çeçen-İnguşlar, Karaçay-Balkarlar ve Kabartaylar kendi topraklarından, Özbekistan ve Türkistan’ın diğer bölgelerine sürüldüler. Bununla beraber 1945 yılından bu yana artan ekonomik kalkınma ve iş gücü ithalinde de paralel bir yükselme olmuştur. Nitekim 1959’daki sayımda bütün cumhuriyet içerisinde 5 milyondan fazla Özbek’e karşılık, 1 milyon Rus ortaya çıkmıştır. Fakat Rusların gerek kentlerde, gerekse başşehir Taşkent’te Özbekleri geride bıraktığı gözlenmiştir. Hızlı bir nüfus artışı gösteren Özbekistan’da Tacikler de sayıca artmaktadırlar. Sultan Galiyev Sovyetler Birliğinin bünyesine katılmak istenen Türk topluluklarının beş cumhuriyet halinde bölünmesine karşı çıkıyordu. O, İdil-Ural, Kafkasya ve Türkistan’dan oluşan bir Turan Cumhuriyeti’nin hayalini kuruyordu.
1934 Pamukçuluğun merkezi olan Özbekistan Sovyet Cumhuriyetinde, Özbekistan Ziraat Bakanı Hıdır Ali 1934'te, "biz ne kadar çok pamuk mahsulü alırsak o bizi o kadar Moskova'ya bağlayacaktır, biz sonuçta koloni olacağız" demişti. Onun beyanatının doğruluğunu son durum iyice ispat etti. Pamukçuluk Rusya sömürüsünün bir vasıtası oldu. Bunun için Özbekistan Pamuk Sanatı Bakana Cabbar'm pamukçuluk konusunda istismara neden olduğu ve rüşvet aldığı gerekçesi ile 31.8.1986'da Moskova’daki Sovyet Yüksek Mahkemesinin hükmü ile kurşuna dizilmesi tipik bir örnek olabilir.
1936 Yılında Taşkent'te tarım makinaları ve aletleri sanayisi kurulmuştur.
1936’da Rusların onayıyla Kara Kalpak bölgesi Özbekistan’a katıldı. 1937 yılında Sovyet anayasasına uygun bir anayasa hazırlandı. Bu arada Sultan Galiyev’in 1929’da ikinci defa tutuklanması bütün Sovyetler Birliği çapındaki temizlik hareketinin şiddetlenmesine neden oldu. Her tarafta Türkçü-Turancı avı başladı. Esasında komünistlerce insanların milliyetçi olmaları da gerekmiyordu. Eğer bunlar Türk ise doğrudan rejim karşıtlıkları için yeterliydi. Stalin’in direktifiyle Özbekistan Komünist Partisi’nin başına 1937’de Osman Yusupov getirilmişti. Yusupov, Stalin’in kanlı rejimini Özbekistan’a sokan kişi olarak tanındı. 1937-1938 yıllarındaki “Büyük Temizlik” sırasında milliyetçi bir komplo hazırladığı gerekçesiyle aralarında başbakan Feyzullah Hocayev ve Özbekistan Komünist Partisi I. Sekreteri Ekmel İkramov’un da bulunduğu çok sayıda Özbek idam edildi. Bu vahşet dolu günler İkinci Dünya Harbinin ilk yıllarına kadar sürdü. İkinci Dünya Savaşında Avrupa’daki fabrikaların sökülerek, personeli ile birlikte Özbekistan’a yerleştirilmesi, bölgede Avrupalı nüfusun artışına sebep oldu.
1937 Hocayev ve Ikramov’dan sonra bir yıldan az bir zaman süresinde birinci sekreterliğe 3 Özbek getirildi. Bunlardan Abdullah Kerimov iki hafta, Torabekov üç hafta ve Sultan Segisbaev düşmanlıkla suçlanarak tasfiye edildi. Stalin’in direktifi ile Özbekistan Komünist Partisinin başına 1937’de Usman Yusupov getirilmiştir. Yusupov, Stalin’in kanlı terör rejimini Özbekistan’a tanıtan kişi olmuştur. Bu dönemde ülke baştan aşağı tamamen Sovyet kontrolüne girmiştir. II. Dünya Harbinden sonra yönetimin başına geçen Nureddin Abdulkadir Muhiddinov (d.1917), Özbeklerin milli kültürlerini muhafaza etmeleri gerektiğini açıkça ifade etmekten çekinmemiştir. Onun zamanında Özbek halkı az da olsa soluk almıştır.
1937 Stalin’in direktifleri ile Özbekistan Komünist Partisi’nin başına 1937’de Osman Yusupov getirilmiş ve Stalin’in kanlı rejimini Özbekistan’da tatbik etmeye çalışmıştı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra başa geçen Abdulkadir Muhiddinov, bilhassa Kruşçev zamanında halka biraz nefes aldırdı.
1938 Yılındaki siyasal devrimi takip eden yıllarda Cedid'lerin kişilikleri, anıları resmi Sovyet tarih kitaplarından çıkartıldı ve faaliyetleri, halkın menfaatine aykırı olan bir burjuva oluşum olarak kötülendi. Stalin döneminde Özbeklerin gerçek kahramanları Sovyetler Birliği'ndeki diğer uluslarda olduğu gibi ayakları kaydırılarak başta Stalin'in kendisi tarafından yaratılan Sovyet kahramanlarıyla yer değiştirilmek istendi.
1939’dan 1965’e kadar yapılan kanallar vasıtasıyla Kızıl Kum Çölü’nün büyük bir kısmı sulanmaktadır. 1939’da 270 km’lik Büyük Fergana Kanalı inşa edilmeye başlanmıştı. Amu Derya, Sır Derya, Karşi ve Tirmiz nehirlerinin suları ile sulanan ovalarda dünyanın en kaliteli pamuğu yetiştirilir ki Özbek Türkleri buna “beyaz altın” derler. Bugün Özbekistan Cumhuriyeti’nde pamuk üretilen toprakların genişliği 30 milyon hektarı aşmaktadır. Pamuk ekilen arazilerin miktarı yiyecek üretiminin artırılması yararına biraz azaltıldı ise de, Özbekistan yönetimi pamuğu ülkenin dünya ekonomisine sunabileceği temel mal olarak görmektedir. Bunun yanısıra hayvancılık da önemli bir gelir kaynağıdır. Komünizmin çatırdaması üzerine 1984 yılında, Özbekistan Komünist Parti teşkilatında esaslı bir tasfiye hareketi gerçekleşti. Bunlar açıkça parti içerisindeki Türklere yönelik idi. Sovyetlerin dağılma sürecinde Özbekistan’ın aldığı en önemli kararlardan birisi ekonomik alanda olmuştur. 1990 yılı ekim ayında Taşkent’te toplanan 7,5 milyon üyeli Bağımsız Ticaret Birlikleri Federasyonu kuruluş kongresinde, merkezi Sovyet ticari kontrolüne karşı mücadele kararlaştırıldı. Bundan böyle Özbek ticari birliklerinin elde ettikleri kârı Sovyet merkezi makamlarının alamayacağı açıklandı.
1940 Yılında Traktör sanayisi kurulmuştur ve ilk üretimine başlamıştır. 1980 yılında 24.200 adet traktör üretilmiştir. 1985 yılında bu rakam 26.400'e çıkmış, 1990 yılında ise 23.300'e düşmüştür.
1940 Bilindiği üzere II. Dünya Savaşı’nın başlarında Rusların, Almanlar karşısında başarısız olmaları sebebiyle, Avrupa’daki fabrikalar güvence altına alınmak maksadıyla Asya’ya kaydırılmıştı. Bu yüzden Türk ülkelerinde, özellikle Özbekistan’da hızlı bir işçi sınıfının artışı gözlenmiştir.
1941 Yılı Alman-Sovyet Savaşı başladıktan sonra, Sovyetler Birliği’nin Alman işgaline maruz kalan batı bölgelerinde ki fabrikaların sökülerek personeli ile birlikte Özbekistan’a yerleştirilmesi, bu bölgede ki Slav nüfusun bir kez daha artmasına yol açarken, diğer taraftan Stalin tarafından gerçekleştirilen baskı politikası nedeniyle bir kısım Kırım, Ahıska Türkü nün göçü ile birlikte Özbekistan’ın nüfusu büyük bir artış göstermiştir..
1944 70 yıl boyunca, Sovyet Rusya tarafından uygulanan şiddetli baskı nedeniyle, merkeze kayıtsız şartsız itaat eden kadroları ve tamamen merkezden yönetilen yöneticileri ile idare edilmiştir. Özbekistan Bakanlar Kurulunun başında daima bir Özbek’in bulunmasındaki tek amaç Özbek halkını olduğu kadar dünya kamuoyunda Sovyet Cumhuriyetlerinin muhtar yönetimde olduğunu inandırmak amacını güdüyordu. Bütün 2. Sekreterlerin Rus ya da Slav ırkından olması bölge parti teşkilatındaki Rus mevcudiyetinin başlıca dayanak noktaları olmaları hususunda ki genel kanıyı geçerli kılan Özbekistan’da ve diğer tüm Türk Cumhuriyetlerindeki ikinci sekreter, Rus bölgesindeki aynı konumdaki kişiden çok daha önemli ve yeterli idi. 1941-1946 Yılları arasın da bakanlıkların çoğu Türklerin elinde bulunuyor, buna karşılık Devlet Güvenlik Bakanı daima bir Avrupa asıllı kişi oluyordu.. 1944 yılında kurulan Dışişleri Bakanlığına da bir Özbek getirilmişti. Ancak anayasada yer alan dış ülkelere diplomatik temsilci atama, dış ülke temsilcilerini kabul etme hakkı, Özbekistan SSC prezidyumuna uluslararası antlaşmaları onaylama ya da reddetme hakkı sadece kâğıt üzerinde kalmış, teorik olarak Özbekistan Dışişleri Bakanlığı mevcut olmuştur.
1945 Özbekistan bakanlar kurulunun başında 1945’ten sonraki yıllarda bir Özbek bulunmasına rağmen, Yüksek Sovyet’in en yukarısında ve Parti I. Sekreterliği’nde de yerli unsurlar yer almış, ancak Özbek başbakanın üç veya daha fazla Rus yardımcısı olmuştur. Özbek Dışişleri Bakanlığı da göstermelik bir kurumdu. Dolayısıyla idarenin en üstünden en altına kadar Rusların kontrolü söz konusuydu. Savaştan sonra Komünist Partinin başına geçen Abdulkadir Muhiddinov, bilhassa Kruşçev zamanında halka biraz da olsa soluk aldırmıştı. Ayrıca Özbeklerin milli kültürlerine sahip çıkmaları gerektiğini de söyleyebilmişti. Fakat Muhiddinov’un milliyetçi tavırları komünist Rusları rahatsız etmiş, onun yerine rejime ve Ruslara daha sadık bir kişi olan Şeref Reşidov 1959’da Özbekistan Komünist Partisi I. Sekreterliği’ne getirilmiştir. Özbekistan’ın 1940’larda sanayi dallarında, elektrik enerjisi, ulaştırma ve haberleşme konularında bir bakanlığı olmadığından, bunlar doğrudan Moskova tarafından denetlenmekteydi.
1950’li Yıllarda Özbekistan’da zengin doğal gaz, altın ve uranyum yataklarına rastlanmış ve bunun sonucun da bölge süratle gelişmeye başlamıştır.
1950 Pravda’da 26 Aralık 1950’de yayınlanan bir makale ile cumhuriyetlerin tarihinin Büyük Rusya ile işbirliği açısından ele alınması hususunda bir direktif verildi.
1953 Lenin’den sonra Sovyet Rusya’yı demir bir pençe ile yöneten Stalin, 29 yıllık diktatörlük döneminden sonra 5 Mart 1953 yılında ölünce yerini Hruşçev’e bırakmıştır. 1960 yılından itibaren su yüzüne çıkan Moskova-Pekin çatışması Hruşçev’in iktidarını sona erdirmiş ve yerini 58 yaşındaki Leonid Brejnev almıştır. Brejnev döneminde de Sovyet Rusya’nın diktatoryal yönetiminde hiçbir değişiklik olmamıştır. Brejnev, 1982 yılında öldükten sonra yerine Yuri Andropov getirilmiştir. Andropov’un liderliğini Konstantin Çernenko izlemiştir. Çernenko’nun ölümü ile birlikte Sovyet Rusya tarihinde yeni bir dönemi başlatan M. Gorbaçov iktidara gelmiştir. Sovyetler Birliği’nin milli gelirinin büyük bir kısmının silahlanmaya harcanmış olması ve giderek mali yükün fazlalaştığı Afganistan batağı ve petrol fiyatlarındaki düşüş ekonomiyi ters yönde zorladığından dolayı Gorbaçov’un iktidara geldiği dönemde ekonomi neredeyse tıkanma noktasına gelmişti. Marksist Leninist düşüncelerle itici güç olarak tanımlanan parti aşırı yozlaşmaya uğramıştı. 1985 yılında SSCBKP Genel Sekreteri Çerçenko’nun ölümü ile parti sekreterliğine politbüronun en genç üyesi olan 54 yaşındaki Mihail Gorbaçov seçildi. Gorbaçov’un ülke içinde parti, devlet ve toplum yapısında başlattığı Glasnost ve perestroika politikaları gerek ülkede, gerekse ülke dışında büyük yankılar uyandırdı. Glasnost politikasının etkisi altında birçok cumhuriyette milliyetçilik duyguları ön plana çıkmış ve yeniden bir diriliş başlamıştır. Sovyetler Birliğinde yeni sisteme geçişte Perestroika ve Glasnost politikaları beklenmedik sonuçlar doğurmuştur. Çöküşü durdurmak yerine hızlandırmışlardır. Ekonomik, siyasi ve kültürel meselelere gerekli çözümlerin bulunamayışı, Sovyetleri büyük bir kaosa sürüklemiştir. Gorbaçov, temelde siyasi karar ve yaptırım gücünün Sovyet yapılanmasının ana unsurunu oluşturan Rus-Slav mekanizmasında kalacağı, buna karşı ekonomik gücün perişan cumhuriyetlere yayılabileceği bir model oluşturmayı amaçlamıştır. Gorbaçov tarafından perestroika adı altında başlatıldığı savunulan sınırlı özel girişime izin verilmesi, ekonominin planlara göre değil toplumun ihtiyaçlarına göre yönlendirilmesi, gerekli olmayan yatırımlara kaynak ayrılması, savunma sanayi silahlanma ve 3.Dünya ülkelerine yardım gibi prodükdif olmayan yatırımların yenilenmemesi ve ülke genelinde çalışanların üretime daha aktif katılımının sağlanması şeklinde özetlenebilir. Dış ekonomik ilişkilerde ise ideolojik farklılıklar gözetilmeden gelişmiş ülkelerle işbirliği, yabancı sermaye Sovyetler genelinde yatırım imkânını sağlanması ön görülmektedir. Gorbaçov’un liderliğinin ilk iki yılında zararın azaltılması ve verim oranının yükseltilmesi amacıyla, Özbekistan’daki ekonomik etkinliklerin kontrolü, siyasi ve ekonomik eksikliklerin giderilmesi için bir takım çalışmalar yapıldı.
DEVAM EDECEK
Cem Cüneyd Canan