22 Ekim 2024
ÖZBEKİSTAN (V)
1876’da Hokand’da başlayan ayaklanma, halkın elinde yeteri kadar silah ve mühimmat olmayışından dolayı başarısız olmuştur. 1898’de Andican’da yeni bir ayaklanma görüldü. Bu ayaklanma dini mahiyet taşıdığından Rusları oldukça telaşlandırdı. İmam olan İşan Muhammed Sabıroğlu önderliğinde iki bin kişiden oluşan kuvvetler, Rusya’nın Orta Asya’daki Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetine karşı mücadele ettiler. Kısa sürede diğer bölgelere de yayılan isyan kanlı bir şekilde bastırıldı. Halkın birçoğu da Sibirya’ya sürgün edilmiştir. Halkın hassasiyetini gören Ruslar tedbir olarak ve uluslararası hukuka aykırı olarak Rus göçmenlerine silah ve mermi dağıtmıştır. 20. asrın başlarında Rus makamlarının teyakkuzu, isyana yönelik her çeşit eğilimi başarısızlığa uğrattı. Rus baskısına karşı gösterilen mukavemet, artık bundan sonra sadece reform hareketleri şeklinde kendini gösterebildi.
1890 Türkistan’da ilk Cedit okulları 1890’da Fergana’da, 1893’te Semerkant’ta açılır.
1901 20. asrın başlarından itibaren Türkistan’ın değişik yerlerinde olduğu üzere, Özbek topraklarında da Münevver Karı 1901’de ilk modern okulu Kazan’dan örnek alarak Taşkent’te açmış ve iki yıl sonra Mahmud Hoca Behbudi Semerkant’ta bir ikincisini kurmuştu. Taşkent’te çıkan ilk milli gazetenin (Hurşid) sahibi ve başyazarı da Münevver Karı’dır. Münevver Karı 1933 yılında Ruslar tarafından öldürülene kadar, birçok baskı ve işkencelere göğüs gererek, milletine karşı yüklendiği vezifesine sonuna kadar devam eden cesur bir milli rehber idi. Rusya’daki 1905 ihtilalinden güç alan Türkistan’daki liberal hareket Münevver Karı, Ahmedcan Bentimur, İsmail Abid, Abdullah Avlanî ve Abdullah Hocaoglu tarafından yayılmaya çalışılmıştır.
1905 20. yüzyılın başında tüm Orta Asya’da Rus İmparatorluğunun mutlak hâkimiyeti vardı. Bu dönemde Özbekistan üç idari bölüme ayrılmıştı; Buhara Hanlığı, Hive Hanlığı, Türkistan Genel Valiliği. 20. yüzyılın sonlarında bu üç bölge birleştirilmiş Özbekistan Cumhuriyeti oluşturulmuştur.
Rusya Müslümanları arasında yayılan ilericilik akımının doğrudan tesiri sonucunda Orta Asya’da Cedidcilik Hareketi ortaya çıkmıştır. Bu fikir akımı sonradan eğitim ve kültür içerikli bir siyasi harekete dönüşmüştür. Hareket, 19. yüzyılda Orta Asya’nın İslami kimliğini Rus etkisinden korumak isteyen bilim adamları arasında doğmuştu. Cedidciler, kurdukları gizli cemiyetlerde Avrupa ve Türkiye’den gelen fikirleri tartışıyorlardı. Fakat Bolşevik İhtilaline kadar Cedidcilik, laik ve modern din anlayışı yüzünden Rus ve Özbek Hanlıklarından tepki gördü. Cedidciler, amaçlarına ulaşmak bölgenin sosyal ve kültürel yapısının hatta dini yapısının değiştirilmesini ve örnek olarak da Avrupa’daki sistemin alınmasını istiyorlardı. Orta Asya’da siyasi alanda meydana gelen bu teşkilatlanmalar halka 1905’te Rusya’da kurulan “Duma” ’ya temsilciler gönderme fikri ve fırsatını vermişti. Orta Asya halkının gösterdiği bu gayret, Rusları şüpheye düşürmüş ve bu uyanışı önlemek için sert tedbirler almaya zorlamıştır. Bunlara ilaveten Rusya; 1905 ayaklanmasını demokratik reformlar yapacağını ileri sürerek geçiştirmesinin ardından bölgedeki varlığını daha da kuvvetlendirmişti.
1905 Abdurauf Abdurrahim oğlu Fıtrat’ın, ilmî ve edebî eserlerinin kültürel altyapısı 20. asırdan önceki yıllarda başlar. 1905 yılından sonra ülkede ortaya çıkan uyanış hareketleriyle şekillenir. Bu oluşumu Allwort, “Buhara, Hive, Hokand ve Semerkatlı Özbek vatanseverler, Çarlık döneminde kısa süren bağımsızlıklarının Sovyet Rusya baskısıyla ellerinden alınmasını seyretmişler ve ardından milliyetçilik ruhunu geliştirmek için genç Özbekleri geçmişin kültürüyle eğitmeye başlamışlardır“ şeklinde ifade eder. Türkistan’da 19. yüzyılın sonunda başlatılararak uzun zamandan beri devam ettirilen siyasî ve kültürel konulardaki sıkıntı ve tartışmaların sonucunda Ceditçilik hareketi kendisini göstermeye başlar. Bu yıllarda Türkistan’da ideal sahibi olanlar, yani düşünen gençler, aydınlar, bilimle kendilerini geliştirmek için bütün güç ve kuvvetlerini kullanırlar. Tarihte bu hareket Ceditçilik olarak adlandırılır.
Bilindiği gibi bu hareket Türkiye’de başlayarak, İran, Afganistan ve Türkistan’daki gençleri, aydınları etkiler. Dönemin Rusya’sında İsmail Gaspıralı liderliğinde bütün İslam dünyasında etkili olur. Türkistan’daki Ceditçilik akımının esas amacı Ziya Gökalp’in “Muasırlaşmak, Avrupalılar gibi zırhlar, uçaklar v.s. yapıp bunları kullanabilmektir. Şekilce ve yaşayışça Avrupalılara benzemek değildir”
1908 Kazanlı Türkler ve İsmail Gaspıralı gibilerin vasıtasıyla Türkistan’a da modern manada okullar girmiştir. Büyük Türk Milliyetçisi Gaspıralı 1908 senesinde Buhara’ya gelip, bu meseleyi bölgenin ileri gelenleriyle konuşmuş idi. Genç (Yaş) Buharalılardan Ahmed Daniş ve Genç Hivelilerden İsmail Hoca başkanlığında faaliyete geçen yeni usul mektepler kısa zamanda çoğalarak sayıları binleri bulmuştur. Buna binaen Gaspıralı’nın “dilde, fikirde, işte birlik” parolası bütün Türk Dünyası için bir uyanış hareketinin başlangıcıdır. Bu gelişmeler Türkçülük fikirlerinin de doğmasına sebep oldu.
1908 Ceditçilik hareketi, Çarlık Rusyası ve Buhara Emirliği hükümetinin gözetimi ve düşmanlık siyaseti altında devam ettirilen siyasî ve kültürel bir faaliyettir. Ceditçiler, gençleri millî terbiye yoluyla eğittikleri için Çarlık Rusyası ve Buhara Emirliğini Ceditçilik korkusu sarar. Bu sebeple Buhara Emiri ve onun hükümeti Ceditçilik düşmanı haline gelir. Nerede bir Ceditçi görülse, onun faaliyeti sezilse hemen orada öldürülürdü. Buna rağmen Buhara Emirliğindeki Ceditçi faaliyetler olanca hızıyla devam eder. Fıtrat’ın bu amaç uğruna çalışmaya başlaması, eğitimciliğe, yeniliğe, gelişmeye gayret göstermesi, bütün halkı buna davet etmesi 1908’lerden sonra ömrünün sonuna kadar bu fikirde sabit kalarak toplum için çalışması kişiliğinin özünü oluşturur.
1912 Türklerin bir kısmı 1917 Nisanında Taşkent’te bir kongre yaparak Şura-yı İslâmiye adlı bir kuruluş meydana getirdiler. Fakat daha sonra Moskova’da gerçekleşen toplantıda ise Türkistan Türklerinin milli devletler halinde bir federasyon şeklinde birleşmelerine karar verilmişti. Eylül ve kasım aylarında da Taşkent’te kongreler tertip edildi. Fakat ağırlığı Rus komünistlerden ibaret olan Sovyet kongreleri adeta Türkleri yok saymakta idi. Ayrıca Kasım 1917 tarihinde de Hokand’da bir toplantı gerçekleştirildi ve burada Türkistan’ın muhtariyeti ilân edildi. Mehmedcan Tınışbayoglu’nun başkanlığında bir hükümet kuruldu, ama bir süre sonra Tınışbayoglu istifasını verdi ve Mustafa Çokay bu hükümete reislik yaptı. Fakat o, maalesef doğup-büyüdüğü topraklarda değil, binlerce km uzaklıktaki Almanya’da 1942 yılında öldü. Rus ileri gelenleri ihtilali Rus işçileri ile Rus askerlerinin yaptığını söyleyerek; “yerli halk kendilerine verdiklerimizle yetinmelidir” diyorlardı.
1912 Amaçlarını ülkelerini çağdaş bir anlayışa kavuşturmak, toplumun bütün müesseselerini geliştirerek, Türkistan’da Türk ve Müslümanların iktidarını sağlamak şeklinde özetleyen Cedidciler, Taşkent’te sürekli mecmualar yayınlıyorlardı. Bunların başlıcaları Hurşid, Şöhret, Asya ve Sada-i Türkistan idi. Özbekler arasında hürriyetçi fikirleri yayan bir gazete olan Terakki’yi çıkarıyorlardı. Buhara Hanlığı’na yakınlığından dolayı Semerkant, Cedidcilerin faaliyetleri için önemli ikinci bir merkez olmuştu. Buhara’da Behbudi ve arkadaşları Semerkant ve Ayna’yı yayınlıyorlardı. Fergana’da da Sada-i Fergana, El Bayrağı ve Yurt basılıyordu. Basın ve eğitim hayatının 1907’de, Taşkent Genel Valiliği tarafından geçici de olsa engellenmeye çalışılması söz konusuysa da; 1912 yılına gelindiğinde Buhara emiri tarafından yeni usul okulların açılmasına tekrar müsaade edildi. 1912 senesinde sadece Taşkent’te binden fazla öğrencisi olan oniki okul vardı. Taşkent ve Buhara’nın dışındaki şehirlerde de yeni okullara rastlanılmaktaydı. Geçmişte Osmanlı Türkiyesi’nde yaşanan gelişmelerin Özbek Türklerini de etkilediği gözardı edilemez. Jön Türklerin siyasi programının ve ideolojisinin tesiri altında kalan ve İstanbul’a gelerek eğitim alan bazı Genç (Yaş) Buharalılar Türkistan’da siyasi edebiyatı yaymaya başladılar. Bunlardan birisi olan Osman Hoca, İstanbul’da Enver Paşa gibi Türkçülerle de görüşerek, Türkçülük ve Turancılık ülküsünü anavatan topraklarına taşıdılar. Bu arada 1912’de Özbekistan’da basılan Turan Gazetesi bu akımın öncülerinden idi. 1912-1913 yıllarında kurulan Marifat ve Bereket teşkilatları görünüşte ticaret ve dışarıdan kitap getirme için kurulmuşlarsa da, aslında bağımsızlık düşüncelerinin yayılması için çalışıyorlardı.
1917 Rusya’da 1917 ihtilalinden sonra rejim değişti ise de, Türkler açısından farkeden birşey olmamıştır. Zeki Velidi gibi birtakım ileri gelenler bencilce davranıp, muhtar bir Başkurt Cumhuriyeti kurma yoluna gitti. Tatar Türkleri kendi devletlerini tesis edebileceklerini sanıyorlardı. Bu arada Türk toprakları Kızıl ve Beyaz Rusların mücadelesine sahne oldu. İhtilalin ilk günleri esir Türkler için hürriyet ve istiklâl yolunu açar gibiydi.
1917 Türk kültürüne bugüne kadar binlerce eser kazandıran Özbek Türklerinin son devir yetiştirdiği insanlardan birisi de Abdulhamid Süleyman Çolpan’dır. Dolayısıyla büyük bir Türk Milliyetçisi olan Çolpan’ın da burada zikredilmesi gerekir. Onun gençlik yılları Rusya’daki çalkantıların zirveye yükseldiği bir zamana rastlar. I. Bolşevik ihtilalinde daha çocuk yaşta olan Çolpan; 1917 Komünist ayaklanmasına ve bu sırada ortaya çıkan Bolşevizm taraftarlarıyla, tam bağımsızlık yanlılarının mücadelesine tanık oldu. İlk ciddi çalışmaları da komünizmden sonra gerçekleşti. Eserlerinde Türk insanının duygularına ve durumuna tercümanlık yaptı. Tehditlere ve baskılara boyun eğmeden en iyisi için uğraştı. 1936’ya kadar çeşitli kitapları çıkan Çolpan’a Türkistan’ın Puşkin’i deniliyordu. Komünist rejim Çolpan’ı yeni baştan eğitime tabi tutmak için iki defa tutuklamış, sonunda da 1938 senesinde tamamen ortadan kaldırmıştır. Özellikle Komünist Rusya 1937’den sonra edebiyat, dil ve sanatta eskiyi çağrıştıran herşeyi men etti. Yani Moskova’yı ve Rusları gücendirecek birşey yazılmamasına ve söylenmemesine özen gösterilecekti.
1917 Sovyetler Birliğinin sanayisinin temeli 1920'li yıllarda Lenin ve Stalin’in girişimleriyle atılmıştı. Lenin bu ağır sanayii hamlesine Yeni Ekonomik Politika (NEP: New Ekonomic Policy–Novaya Economicheskaya Politika) adını vermişti. 20'li yıllarda atılan bu temeller sayesinde Sovyet ekonomisi 2. Dünya Savaşının sonlarına doğru, ABD’nin ardından dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmişti. SSCB' de 1930'lu yıllarda geçerli olan hedef ağır sanayinin tesisi idi. Fakat 2. Dünya Savaşından sonra dünya genelindeki ekonomik yaklaşım değişti. Ucuz üretimin dolayısıyla da bol ve ucuz hammaddenin, ucuz emek ve işgücünün önemi arttı. Bunun sonucunda ise demir-çelik, çimento, lokomotif, takım tezgâhı, traktör tekstil ürünleri, prefabrik yapılar merkezi planlamaya uygun olarak bolca üretildi. Zaten bu sıkı sosyalist döneminde belirlenen hedeflere ulaşıldığı sürece çoğu kâğıt üzerinde olsa dahi maliyetler önemsizdi. Fakat dünya ekonomisi 60'lı yıllarla birlikte bir değişim daha geçirdi ve ağır sanayinin önemi azaldı.
Görülmektedir ki, Çarlık Rusya'sı dönemlerindeki bu konudaki düşünce yapısı, 1917 sonrasında aynen devam ettirilmiş, Türk ülkeleri eskisi gibi hammadde üreticisi ve deposu olarak görülmüştür. Sanayide görev alan Türk uzmanlarının da, Ruslara oranla azınlıkta kalması (% 31), Türk işçisi olarak da % 28'lik bir paya sahip olabilmesi, bu ülkelerin yerli halkları olarak kendi ürünlerini işleyen endüstrilerde dahi yeterli ve hak ettikleri paya halen sahip olamadıklarını açıkça göstermektedir. Görülmektedir ki, Sovyetlerin bu ülkelerde izlediği sanayileşme stratejileri, Türklerin sosyal hayatlarını olumlu yönde etkileyici, değiştirici bir şekilde geliştirilmemiş ve uygulanmamıştır.
1917 Türkistan Türk boyları arasında dilleri ve edebiyatları üzerinde en çok çalışılan etnik gruplardan birisi Özbeklerdir. Özbek Türkçesi, modern Uygur Türkçesi ile birlikte Türk dilinin güney-doğu veya Çagatay sahası grubuna girer. 1917 İhtilali’nden sonra ise Sovyet aydınları Özbek şivesinden ayrı olarak bir Özbek dili yaratmaya çalışmışlardır ki, bunun da ana nedeni dilde ve fikirde işbirliğini öldürmek idi.
1917’de Taşkent’te bazı dergiler ve gazeteler neşredilmiştir. Bu sırada Çolpan gibi şairler temayyüz etmiş, “Turan Gençler Birliği” benzeri kuruluşlar da Özbekler arasında milli gelenek ve kültürün gelişmesine zemin hazırlamıştır. Özbek yayınevinin ve milli Özbek tiyatrosunun çıkışı liberal ve milliyetçi fikirlerin yayılması için diğer etkili araçlardı. Taşkent ve Hokand’daki yayıncılar milli şiirlere ve yazarlara öncelik tanıdılar. Yesevî gibi düşünürlere Arap ve Fars filozoflarından daha fazla değer verildi.
1917 Birinci Dünya Harbi esnasında Rus askeri birliklerinin geri hizmetlerinde çalıştırılmak üzere insanların askere alınmaya başlanması, 1916 yılında Türkistan’da geniş çaplı bir ayaklanmaya neden oldu. Bu hareket ister istemez Özbek topraklarında da kendini gösterdi. Buna binaen temmuz ayının başlarında Hocent bölgesinde zuhur eden isyan, daha sonra Fergana, Andican ve Taşkent gibi yerlere de sıçradı. Tabii ki ayaklanmanın tek sebebi insanların askere alınmaları değildi. Hareketin arkasında Rus idaresine karşı büyük bir hoşnutsuzluk yatmaktaydı. Onların bölge halkına uyguladıkları zorbalık, hukuksuzluk, aşağılanmalar, rüşvet ve her şeyden öte gasp edilen hürriyet bütün bu başkaldırının sadece birkaç nedenidir. Rusların Türkiye ile işbirliği halinde yürüdüğünü ileri sürdüğü, Türkistan’daki 1916 ayaklanması sona erdiği zaman 673 bin Türk hayatını kaybetmiş, 168 bin Türk Sibirya’ya göçürülmüş ve 300.000’e yakın Türk de Doğu Türkistan’a kaçmak zorunda kalmıştı. Bu zarar gören ve katliama uğrayanlar arasında elbette Özbek Türkleri de vardı. Rusya’da 1917 ihtilalinden sonra rejim değişti ise de, Türkler açısından fark eden bir şey olmamıştır. Bu arada Türk toprakları Kızıl ve Beyaz Rusların mücadelesine sahne oldu. İhtilalin ilk günleri esir Türkler için hürriyet ve istiklâl yolunu açar gibiydi. Lenin ve Stalin 1917’de neşrettikleri beyannameyi hatırlamak istemiyordu. Burada; “Rusya’daki bütün halkların eşitlik ve hâkimiyet hakkından, ahalinin kendi mukadderatını bizzat tayininden, halkların milli ve dini inançlarının serbestçe tatbikinden, Rusya’daki milli azınlıklara kendi devletlerini kurabilme hakkından” bahsediliyordu. Buna binaen Buhara Emirliği Mart 1918’e kadar içişlerinde serbest olarak Rusya hâkimiyetinde kalmıştı. Daha sonra Rus komünistler tarafından kandırılan Buharalı gençler Rusya’dan yardım istemişler, fakat Rus destekli bu darbe hareketi önlenmişti. Neticede Buhara halkı ikiye ayrılmış oldu. Emire karşı başarısızlığa uğrayan Cedidciler de bölünmüştü. Bir kısmı Ruslarla işbirliğine gitti. Birazı da Osman Hoca önderliğinde milliyetçi bir Buhara Cumhuriyetini kurmayı hedeflediler. Ama hiçbiri düşündüklerini tam anlamıyla gerçekleştiremedi. 1918’de Rus askerleri ve Kızıl Ordu mensupları Buhara topraklarına girdiklerinde, her şeyden intikam alıyormuş gibi bir yağma ve zorbalığa başvurdular.
1917 II. Dünya Savaşı ile Sovyet politikası da kısmen değişti. Müslümanlığa biraz daha müsamahakâr davranıldı. Çünkü milli birliğe sahip olmak komünistlerce daha tehlikeli addediliyordu. 1941’de merkezleri Taşkent’te olan Orta Asya ve Kazakistan İslâm Müftülükleri kurulmuş, ama 1958 yılına kadar Taşkent’te Kur’an basılmasına dahi izin verilmemişti. Sovyet hükümetinin harp hali dolayısıyla dine temayyüle göz yummasının yanı-sıra, dış politika icabı da toleranslı davranması gerekiyordu. Zaten insanlar çocuklarını sünnet ettirmekten, İslamın dini bayramalarını kutlamaktan, resmi nikâhın ardından dini nikâh kıydırmaktan ve Müslüman mezarlarına gömülmekten geri durmadılar. Her türlü yasağa rağmen bir yolunu buldular. Bununla birlikte Türkistan’daki dini törenlerin birçoğu İslâmiyet’ten kasıtlı olarak da uzaklaştırıldı. Sovyet Rusya yine kendi politikasına uygun olarak dini, bazı kitleleri susturmak gayesiyle kullanma yoluna da gitti. Sovyet imparatorluğunda Türkler ve Müslümanların dini kimliklerini yok etme iki ana başlıkta toplanabilir. Birincisi, yeni nesillerin İslama girmesine ve onu öğrenmesine engel olmak için dini müesseselerin yıktırılması; ikincisi de yasaklanan İslamın yerini alacak birşeyler koymaktır. 1920 ve 1930’larda din aleyhtarı propagandanın çoğunu “Militan Ateistler Cemiyeti” yürütüyordu. 1928’e kadar bütün İslami okullar kapatıldı. Özellikle Sultan Galiyev’in de tutuklanmasıyla dini ve siyasi liderlerin binlercesi ortadan kaldırıldı. Söz konusu yukarıdaki cemiyet 1938-1939’da hızını kaybetti, ancak II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından yeni bir teşkilat kuruldu. “Politik ve İlmi Bilginin Yayılması İçin Birlik” adını taşıyan bu kurum, savaş yıllarında gelişme imkânı bulan dine karşı tavır alıyordu.
1917 Komünizm zamanında Özbekistan’da insanlar ya susmak zorunda kalmışlar veya yalan söylemeye zorlanmışlardır. Bu yüzden de her türlü yolsuzluk devlet müesseselerinde alıp başını gitmişti. Her sahada istedikleri gibi at oynatan Ruslar, 1963’teki seçimlerde yeni hükümetin 34 sandalyesinden 13’ünü kazanmayı da başardılar. Sovyet döneminde kasaba ve şehirlerde propaganda merkezi olarak mahalle cemiyetleri kurulmuştu. Burada sosyal hayatı kontrol eden komiteler seçilir, komünist propagandası yapılan konferanslar verilirdi. Öyle ki, Özbekistan’da bir zamanlar Türk demek, Türk tarihiyle meşgul olmak, ünlü Türk büyüklerinin adını almak gibi şeyler Pan-Türkizm veya Turancılık sayılmıştır. Oğullarına Türk büyüklerinin isimlerini verenler yıllarca eziyetlere maruz kaldılar. Eski tarihi şehirlerin üzerinde tuğla fabrikaları ve çiftçilik bile yapıldı. Bağımsızlığa kavuşmadan önce Moskova’nın kendilerine tahsis ettiği yıllık bütçe 10 milyar ruble olan Özbekistan, kaynaklarını kendi ihtiyaçlarına kullanmaya başladıktan sonra bütçeleri 80 milyara çıkmıştır. Sovyet rejiminin ülkeyi nasıl sömürdüğüne dair bir örnek de; eski Özbek lideri Reşidov’un Semerkant’daki bir Türk İslâm sanat şaheseri olan Registan külliyesinde altın yaldızları dökülen bir cami kubbesi için Sovyet makamlarından istediği bir miktar altının hikâyesidir. Sovyetler yılda 75 ton altın aldıkları Özbekistan’a bu iş için istenen 3 kilo altını çok görmüşlerdir.
1918 Esasında Muhiddinov gibiler daha evvelce Osmanlı ülkesindeki Türkçülük fikirlerinden etkilenmiş kişiler idi. Zaten daha 1918’lerde Ziya Gökalp misali fikir adamları Türkistan’ın geleceği ve birliği için çok kıymetli yazılar kaleme alıyorlar, bunlar bir şekilde Türkistan’da okunuyordu.
1918 Emir Muzaffereddin’in 1885’te vefatından sonra yerine geçen oğlu Abdulahad (1885-1910) zamanında Buhara bütünüyle Rus nüfuzuna girmişse de, Özbekistan’da yer yer ayaklanmalara rastlanılmaktaydı. Bunlardan birisi 1898’deki Fergana isyanıdır. Abdulahad’ın devrinde Rusya ve Osmanlı Devleti gibi ülkelere eğitim almaları için öğrencilerin gönderilmesi müspet bir gelişme idi. Abdulahad’ın peşinden idareyi ele alan oğlu Mir Âlim’in (1910-1920) saltanatı sırasında Ruslar birçok imtiyazlar kopardılar. Buhara arazisinden geçen demiryolu kenarlarında yeni yerleşim merkezleri kuruluyor ve buralara Rus ahali getirilip, iskân ediliyordu. Mir Âlim döneminde artık Ruslar iyice kökleşmişler ve o Ruslarla işbirliği halindeki Cedidçi Yaş Buharalılarla baş edemez hale gelmiş ve buna binaen de 1921 yılında Afganistan’a kaçmak zorunda kalmıştır.
1920 27 Ocak 1920’de Kızıl Ordu, bu ihtilal taburuna yardım maksadıyla Hive’ye girdi. Kurulan Hive İhtilal Komitesi, hanlık sistemini ortadan kaldırdı. Ruslar aynen Buharalı komünistleri yaptıkları gibi Hivelileri de kullandılar. Onlara Harezm Halk Cumhuriyetini ilân ettirmişler, daha sonra bu cumhuriyetle bir andlaşma imzalayarak 1921 Ekimi’nde de Hive’yi denetimleri altına almışlardır. Kızıl Ordu’nun bütün taarruzları ve vahşeti neticesinde Türkistan gül vadisinden, kan gölüne çevrilmiştir. Komünizmin ardından Türkistan için mücadeleyi Komünist Partiler içerisinden legal yollardan yürütmenin daha mantıklı olduğuna inanan ve Türkistan Türkleri için milli bir sosyalizm gerektiği tezlerini savunan Sultan Galiyev gibi sosyalist Türkçüler, bir Türkistan birliği yaratmaya çalışmışlardı. Ama Galiyev ve yanındaki Türkçülerin faaliyetleri başlangıcından itibaren takibe alındı. Onlar mollalarla işbirliği yapan burjuva milliyetçileri olarak suçlanıyorlar ve tek bir Türk Devleti kurmak fikirleriyle emekçileri aldatıyorlar, deniyordu. Bütün Türk Cumhuriyetlerinin milliyetçi aydınları Moskova’nın parçala ve yönet siyasetine karşı geliyor, İdil-Ural’da, Türkistan’da, Kuzey Kafkasya’da, Kırım’da ve Azerbaycan’da Moskova’ya karşı bir ortak cephe oluşturmaya gayret ediyorlardı.
1920 Sovyetler bu bölgede idareyi ele geçirdikten sonra, 1920-1930’lu yıllarda bölgede Sovyet rejimini sağlamlaştırmak, kültürel ve politik amaçlı kuruluşları Ruslarla doldurmak, zengin madenleri işlemek ve kolhozlaşmayı gerçekleştirmek amacıyla yeni oluşan SSCB’nin Avrupa ve merkez bölgelerinden Rusları ve Rusça konuşan binlerce kişiyi Özbekistan’a göndermiştir.
1920 General Frunze, Türkistan cephesi mensuplarının başında 22 Şubat 1920’de Taşkent’e gelir gelmez, şehirde bulunan Rus memurların görevleri de o nisbette artmıştı. 13 Mart 1920’de Lenin’e şu telgrafı çekmişlerdi: “Türkistan’ı ve onunla birlikte bütün Rusya’yı Sosyalist ihtilalin düşmanlarının eline bırakmaktansa, savaşarak ölmeğe hazırız”. Sonunda Lenin’in de tasvibini alan General Frunze 28 Ağustos 1920’de Buhara’ya yıldırım bir hareket gerçekleştirdi. Buhara Kızıl Ordu tarafından işgal edilip, emir kaçtıktan sonra şehir bir askeri komutan tarafından idare olundu. İçerisinde Rus ajanlarının çoğunlukta bulunduğu Buhara Halk Cumhuriyeti ile 4 Mart 1921’de bir ittifak andlaşması yapıldı. Ancak Rusların Buhara’yı Sovyetleştirme faaliyetlerinden vazgeçmemeleri üzerine bazı karışıklar ortaya çıktı. Ruslara karşı direniş hareketini başlatan devlet başkanı Muhiddin zorla istifa ettirilerek, yerine Osman Hoca Buhara’nın başına geçirildi. Fakat Osman Hoca da Ruslara iyi davranmadı, hatta zaman zaman Enver Paşa ile birlikte hareket ediyordu. Rus ajanları Hive’de de kendi fikirlerini yayacak uygun zeminler hazırlamaya çalıştılar. Taraftar bulamadıkları için Cüneyd Han’dan kaçan muhalif Özbeklere “Hive İhtilal Taburu”nu kurdurarak bir Sovyet hükümeti teşkil etmelerini istediler.
1920 Nihayet 1920 yılı Ağustos ayı sonlarında, General Frunze’nin emri ile top ve uçaklardan atılan bombalarla yerle-bir edilen Buhara şehri tamamen ele geçirilmişti. Bu arada Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni 1918 Mayısı’ nda kurduklarını ilân eden Ruslar, (1919 yılı başlarında Fergana bölgesindeki Sovyet-Rus kıtaları komutanlığı yoluyla) Fergana’daki Basmacı hareketini sindirmek için geçici bölge komisyonları oluşturup, bunların teşkilatlandırılmasına dair talimatlar yayınlamışlardır. 11 Ağustos 1919’da Rus generali M. W. Frunze’nin kumandası altında Türkistan cephesi kuruldu. Milli ayaklanmanın önderleri kasım ayında Fergana’nın büyük bir bölümünü ele geçirdiler. Ruslar telaşa kapılarak ilk önce beş kişilik Fergana İhtilal Komitesi’ni meydana getirdiler. Türkistan milli hareketi bütün kötü şartlara rağmen başarıyla devam etmiş, ama yeterli miktarda silah ve iaşeleri olmadığından, Kızıl Ordu birlikleri karşısında ağır yenilgiler almaya başlamışlardı. Aynı zamanda Afganistan’da ve Hazar Denizi’nin doğusunda bulunan İngilizlere gidilerek silah sağlanmaya çalışılmış ise de bundan da bir netice çıkmamıştır. Ayaklanmanın liderleri ilk önce Mehmed Emin Bey başkanlığında Fergana hükümetini kurmuşlardı. Onlar pek çok başarılar da kazandılar.
1920 Enver Paşa Türkistan’a gelince hareketin önderliğini üzerine almıştı. Enver Paşa daha evvel Baku’da toplanan kongrede Türkistan’ın halini öğrenmiş, bütün olumsuz şartlara rağmen mücadeleye girmekten geri durmamıştı. Enver Paşa Baku yoluyla Türkmenistan’ın Aşkabat şehrine ulaştığı zaman Gürcistan’dan Mogolistan’a kadar bağımsızlık için kımıldanmalar vardı. Halk onu “Yaşasın Turan, yaşasın Enver Paşa, yaşasın din-i Muhammedî” diye karşıladı. O yeterince hazırlanmadan Buhara ve Fergana’dan mücadeleye başladı. Kazım Karabekir’e yazdığı mektupta, Buhara ve çevresinin gerçekten çok cahil olduğunu vurguluyordu. Hürriyet fikirlerinden dolayı Hindistan ve Afganistan’da kendisini tehlikede hisseden İngilizler ile Buhara’nın işbirlikçileri bu bağımsızlık hareketine karşı cephe aldılar. Seksen yaşındaki Türkmen mücahid Togay Sarı ile Kur’an, ekmek ve tuz üzerine yemin eden Enver Paşa’ya diğer beylerden İbrahim inanmamış, yanındakilerin silahlarını da toplayarak, onu göz hapsinde tutmuştu. Araya Afgan hanı ile Buhara emirinin dayısının girmesi suretiyle işler düzeldi. Hatta 400 Afgan gönüllü ile 400 tüfek kendisine yollandı. Enver Paşa evvela Duşenbe’yi Ruslardan kurtardı, ama Türkistanlıların tamamından yardım alamadığı gibi, bu sırada İngiliz ve Rus fitneleri yüzünden Afganistan’lı Türk grupları yanından ayrıldı. Daha sonra Ruslar, Basmacıların üzerine gönderdikleri kuvvetlerin sayısını artırdılar.
1921 Türkistanlılar 1921 yılında, Anadolu’daki Millî Mücadeleye destek amacıyla 100 milyon altın ruble toplayarak göndermişlerse de, Lenin ve Stalin bunlara el koymuş, ancak 300 bin rublesi Türkiye’ye ulaşmıştır. Bu gelen maddi yardım arasında Emir Temür devrinden kalma bir Kur’an-ı Kerim ile Buharalı ustaların yaptığı üç de pala mevcuttur. Mustafa Kemal, bu vesileyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde onlara teşekkür etmiş, kılıçlardan birisini kendinin aldığını, birini Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa’ya verdiğini, diğerini de İzmir’e girecek kumandana takacağını söylemiştir. Nitekim bu kılıç, İzmir’e ilk giren süvari subayı Şeref Bey’e nasip olmuştur.
DEVAM EDECEK
Cem Cüneyd Canan