02 Haziran 2022
Güney Altay Türkleri
Altay Kijiler
Radloff, kendilerini ALTAY KİJİ veya nadiren OYROT olarak adlandıran asıl ALTAY Türklerinin, Ruslar tarafından da ALTAY KALMUKLARI olarak anıldığını belirtmiştir. Asıl ALTAY TÜRKLERİ kendilerini ALTAY ve ALTAY KİJİ olarak adlandırırlar. Tarihî kaynaklarda ve resmî belgelerde Altay, Dağlı, AK KALMUK ve SINIR KALMUKLARI olarak geçerler. Altay Kijiler ONGUDAY, ŞEBALİN, Üst Kan, MAYMA, ÇEMAL, Üst Koksa bölgelerinde KATUN, URSUL, SEMA, PEŞÇANAYA, Çarış ve Mayma nehirlerinin kıyılarında yaşarlar. Mayma Nehri kıyılarında yaşayanlar kendilerini MAYMA KİŞİ olarak da adlandırırlar. Altayların geleneksel dinî inançları Şamanizmdir. 1750’li yıllardan sonra Altaylar arasında Hristiyanlık yayılmaya başlamıştır. 1830’da ALTAY RUHANİ Misyonu’nun kurulması Hristiyanlığın yayılımını hızlandırmıştır. 1900’lerin başında Altaylar arasında Ak Cang (Ak Yang) diye adlandırdıkları BURHANİZM yaygınlaşmıştır. Burhanizm inancının Şamanizm’le olan ortak yönleri bu inancın Altaylar arasında çabuk benimsenmesini sağlamıştır.
Teleütler
Kendilerini Teleŋet, Teleŋut, Payat ve Tadar (TATAR) olarak da adlandıran TELEÜTLER; Kemerovo eyaletinde, Büyük ve Küçük BAÇAT nehirleri kıyılarındaki Belovo ve Guryevsk bölgelerinde, Çeluhoyevo, Bekovo, Verhovskaya, Şanda, Çerta, Kamenka ve Ulus köylerinde, Novokuznetsk şehrinde, Altay Krayı’nda Zarinsk ve Kışmanovsk bölgelerinde, ÇUMIŞ Nehri kıyılarında ve Altay Özerk Cumhuriyeti’nde ŞEBALİN bölgesinde SEMA Nehri kıyılarında yaşarlar. Ayrıca 17. yüzyılda CUNGARLAR tarafından göç ettirilen Teleütlerin bakiyesi olarak günümüzde hâlâ Çin’de Sincan-Uygur Özerk bölgesinin Altay ilçesinde yaklaşık 50 kişi civarında Teleüt grubunun yaşadığı bilinmektedir.
Teleütler, Rusların Sibirya’ya gelmeleriyle birlikte tarihî kaynaklarda yer almaya başlamışlardır. 17. yüzyıl Rus belgelerinde AK KALMIK (Rus. Белыя калмыки) olarak adlandırılmışlardır. 18. yüzyılda Moğollarla birlikte Cungarya’ya sürülmüşler ve 150 yıllık bir zaman diliminde bugünkü topraklarına kısım kısım dönebilmişlerdir.
15. yüzyıl sonlarında ve 16. yüzyıl başlarında İRTİŞ steplerinde OB Nehri ve bu nehrin kolları olan İNYA, ÇARIŞ, ALEY kıyılarında göçebe olarak yaşayan Teleütler bugünkü yaşadıkları Kemerovo bölgesine 1658- 1665 yılları arasında gelmişlerdir.
Teleütler, Rusların Güney Sibirya’daki ilerlemesini uzun süre engelleyerek 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar Güney Sibirya’nın siyasi tarihinde aktif rol oynamışlardır. Ancak ilerleyen yıllarda Rusların hem askerî açıdan güçlenmeleri hem de nüfus olarak kalabalıklaşmaları ve Cungar Devleti’nin bölgede önemli bir güç konumunda olmasıyla Teleütlerin siyasi ve askerî güçleri zayıflamış, nüfusları da iyice azalmıştır. 17. yüzyıldaki nüfuslarının 10 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. 1816 yılında Sibirya’daki Vergi Komisyonu Teleütlerin nüfuslarının 4000’e yakın olduğunu bildirmiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısında KUZNETSK bölgesinde 2991 (1498 erkek, 1493 kadın), BİYSK bölgesinde ise 2791 (1353 erkek, 1438 kadın) olmak üzere toplam 5782 Teleüt’ün yaşadığını belirtmiştir. Potapov, Asıl Altay Türkleri arasında yaygın olan ala kainnaŋ kop Teleŋit (Alacalı kayın ağacından çok olan Teleŋitler), alton tümen Teleŋit (altmış tümen Teleŋit) gibi deyimlerden yola çıkarak Teleütlerin nüfusunun eski devirlerde 600 bine yakın olduğunu öne sürmüştür.
Rusya’da 1897 yılında yapılan ilk nüfus sayımına göre Teleütlerin nüfusu 9200 olarak belirlenmiştir. Bunların 4426’sı Kuznetsk bölgesinde BAÇAT nehri boylarında, 2263’ü ÇULIM bölgesinde (Bozkır Altayı’nda), 713’ü TOM nehri havzasında, geri kalanları ise Dağlık Altay bölgesinde yaşamaktaydı. İlerleyen yıllarda Teleütlerin büyük çoğunluğu ya Ruslaşmış ya da diğer Türk soylu halkların bünyesinde erimiştir. 2010’da yapılan nüfus sayımında, Teleütlerin toplam nüfusunun 2643 olarak tespit edilmesi, bu duruma önemli bir delil olarak gösterilebilir.
Altay Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayan Teleütler 1922’den 1990 yılına kadar ALTAY KİJİ, TELENGİT, KUMANDI, ÇALKANDU gibi diğer boylarla birlikte ALTAY ulusu bünyesine dâhil edilmişlerdir. Ancak Teleütlerin önemli bir kısmının Altay bölgesi sınırları dışında (KEMEROVO bölgesinde) ikamet etmesi, onların Altay ulusu bünyesinde uluslaştırılmasına önemli bir sorun teşkil etmiştir. Bu durumun sonucunda TELEÜT Türkleri, Altay ulusundan ayrı olarak Rusya Federasyonu Parlamentosu Milliyetler Şurası’nın 24 Şubat 1993 tarihli kararıyla “az nüfuslu yerli halk” statüsü elde etmişlerdir. Rusya Federasyonu’nda 2002’de yapılan nüfus sayımında Teleütler, 2650 kişilik ayrı bir etnik yapı olarak gösterilmiştir.
Radloff, 19. yüzyılın ikinci yarısında Teleütlerin yerleşik olarak köylerde yaşadığını ve çoğunlukla tarımla ilgilendiklerini belirtmiştir. Dinî inanç yönünden Şamanizm’e sıkı sıkıya bağlı olduklarını, hatta Hristiyanlığa geçmiş ilk Teleütlerin dışlandıkları için köylerinden göç etmek durumunda kaldıklarını söylemiştir.
Dinî inanç yönünden ise tamamına yakını Ortodoks Hristiyanlığı benimsemiştir. Kendilerini KALMAK olarak adlandıran bir Teleüt grubu Tatarların etkisiyle MÜSLÜMAN olmuştur.
Teleüt ağzı, Altay Türkçesinin ilkyazı dilinin temeli olması açısından önem arz etmektedir. Bilindiği üzere 1830’da Altay Ruhani Misyonu kurulunca bölgede MİSYONERLİK faaliyetlerini kolaylaştırmak amacıyla, 1845 yılında Teleüt ağzı esas alınarak Altay Türkleri için 27 harflik bir alfabe geliştirilmiştir. Böylece Teleüt ağzı 1922 yılına kadar Altay Türkçesinin yazı dili olmuştur. 1922 yılında Altay Kiji ağzına dayalı yeni bir yazı dili oluşturulunca Teleüt ağzı önemini kaybetmiştir. 1993 yılında Teleütler, “az nüfuslu yerli halk” statüsü kazanmalarına bağlı olarak dillerini, kültürlerini koruma yönünde önemli haklar elde etmişlerdir. Kendi kültürlerini korumaya yönelik faaliyet olarak 1990’lı yılların başında Teleüt ağzı için 38 harften oluşan (Kiril esaslı) yeni bir alfabe oluşturulmuştur. 1995’ten bu yana Teleüt ağzının bu yeni alfabesiyle 10’a yakın kitap yayımlanmıştır.
Teleüt ağzı tarih öncesi dönemde KET ve OB-UGRİC dilleriyle, Eski Türkçe döneminde İranî dillerle, sonraki dönemde Moğolca ve günümüzde başta Rusça olmak üzere Sibirya Türk lehçeleri ve Altay Türkçesinin edebî dilinden etkilenmiştir. Teleüt ağzı söz varlığı olarak yoğun bir şekilde Moğolcadan etkilenmiştir. Ayrıca az da olsa Arapça ve Farsçanın etkisi vardır. Teleüt ağzının söz varlığı, en eski seviyeden başlayarak Altay dilleri, ondan sonra ortak Türkçe ve Moğolca dönemi, onun ardından Moğolcanın etkisi ve son olarak Rusçanın etkisi şeklinde çeşitli katmanlara ayrılmaktadır.
2010 nüfus sayımına göre Teleütlerin toplam nüfusu 2643 olarak belirlenmiştir. 2643 kişi içinde 975 kişi ana dilinin Teleüt ağzı olduğunu belirtmiştir. Teleüt ağzı UNESCO’nun Tehlikedeki Dünya Dilleri Atlası’na göre “bağımsız bir dil olarak ‘yok olma tehlikesi altındaki yerli Sibirya halk ve dilleri” içerisinde yer almaktadır.
Telengitler ve Telesler
(Tölösler)
Telengitler, Altay Cumhuriyeti’nin güney doğusunda, dört ülkenin (Çin, Kazakistan, Moğolistan ve Rusya) sınırlarının kesişim noktasında ULAGAN ve KOŞ-AGAÇ bölgelerinde, ÇOLUŞMAN, BAŞKAUS, ULAGAN, ÇUYA, ARKIT, ÇAGAN-UZUN nehirleri kıyılarında yaşarlar.
Telengitlerin, KÖKTÜRK Kağanlığı döneminde varlığı bilinen TELE ve TUKYU boyları, bazı KIPÇAK boyları ve Moğolların karışımıyla oluştuğu düşünülmektedir. Telengit ismi de Tele ismi üzerine Moğolca çokluk eki getirilerek oluşturulmuştur. Son dönem Rus kaynaklarında Telengitler, Teleütlerle birbirine karıştırılmıştır. Eski Ruslar, Telengitleri genellikle KALMUK, URYANHAY ve nadiren de Tadar (TATAR) olarak adlandırmışlardır. 1700’lü yılların sonu ve 1800’lü yılların başında Telengitler hem Ruslara hem de Çinlilere vergi ödüyorlardı. Bu sebeple onlar, çift vergi veren anlamında DVOYEDAN olarak da adlandırılmışlardır.
Radloff, Dvoyedanların; ÇUYA, ÇOLIŞMAN, BAŞKAUS nehirleri kıyılarında göçebe olarak yaşadıklarını, Çuya boyunda oturanların kendilerini Telengit, Başkaus boyundakilerin ULAN ve Çolışman civarındakilerin de TÖLÖS olarak adlandırdıklarını belirtmiştir. Dvoyedanlar, Altay Kijiler gibi Kalmuk veya Oyrot devletine belli bir aidiyet hissettikleri için kendilerini Kalmuk veya Oyrot olarak da adlandırmışlar. 19. yüzyılın sonlarına doğru bu adlar unutulmaya başlanmıştır.
1897’de yapılan nüfus sayımına göre Telengit ve Teleslerin sayıları 4.849 olarak belirlenmiştir. Sovyet Rusya döneminde bunlar, Altayların bir alt etnik grubu olarak kaydedilmişlerdir. Bu sebeple 1959, 1979 ve 1989 sayımlarında Altaylara dâhil edilmişlerdir.
Telengitler, Rusya Federasyonu’nun 24 Mart 2000 tarihinde aldığı kararla “az nüfuslu yerli halk” statüsüne geçmişlerdir. 2002 nüfus sayımında ayrı bir etnik grup olarak yer almışlar ve nüfusları 2.368 olarak belirlenmiştir.
Telengitlerin temel dinî inançları Şamanizm’dir. Ulagan bölgesinde yaşayan Telengitler 19. yüzyılın ikinci yarısında Hristiyanlığı kabul etmişlerdir. ŞAMANİZM ise Koş-Agaç bölgesinde yaygındır. Telengitlerin kendilerine ait bir yazı dili yoktur. Altay yazı dilini kullanmaktadırlar. Telengit ağzı, Altay edebî diline göre fonetik, morfolojik ve leksik açıdan önemli farklılıklar gösterir. Kuzey Altay ağızlarına özellikle de TUBA ağzına yakınlığı da dikkat çekicidir.
Günümüzde Telengit ağzı hızlı bir şekilde Altay edebî dilinin bünyesinde kaybolmaktadır. Bölgede resmî ve etkin dillerin, Altay edebî dili ve Rusça olması bu durumun en önemli nedenidir. Radloff, Altay Kijiler ve Telengitlerin diliyle ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “Altaylılarla Dvoyedanların dili bütün bölgede tamamiyle aynı olup pek eski hususiyetler gösteren SAF bir TÜRK lehçesidir. Bu durum Altaylıların çoktan beri güneydeki Türk boylarından ayrılarak asırlar boyunca Moğollar arasında tamamıyla tecrit edilmiş bir hâlde yaşadıklarını açık bir şekilde ispat etmektedir. Batı Moğolları ile birlikte yaşayıp onların devletine tâbi olduklarından Altay dili pek tabiî olarak Moğolcadan bir sürü yabancı söz almıştır. Fakat bu malzeme gerek ses ve gerek gramer bakımından Türkçe idyomlarla tamamen işlenmiş olduğundan Türkçe ve Moğolcanın karışması ile mahlût bir dil meydana gelmemiştir.”
Radloff, OSTN’de Telengit adı yerine Tölös adını kullanmış ve Altay lehçesi ağızları içerisinde en az Tölöslerden örnek almıştır. Baskakov, Telengit ağzını iki alt ağza ayırarak TELETSK Gölü’nün güneyinde Çolışman ve Başkaus nehirleri kıyılarındakilere Telengit-Teless ağzı, Çuya nehri kıyılarındakine de ÇUY ağzı demiştir.
Kuzey Altay Türkleri
Tubalar
Tubalar, kendilerini Tuba Kiji, Tuva Kiji veya Jış Kiji, Yış Kiji; Ruslar da Çernevıy Tatar (Kara Tatar) olarak adlandırırlar. TUBA adı onlara komşuları Altay Kijiler tarafından verilmiştir. Kendilerini YIŞ KİJİ “Orman insanı” olarak adlandırmışlardır. Altay Cumhuriyeti’nde MAYMİN, ÇOY, kısmen TURAÇAK bölgelerinde yaşamaktadırlar.
Radloff, Tubaları Kara Orman Tatarı olarak zikretmiştir. Tubaların kökenini, Altaylı ve Teleüt kabileleri ile karışıp Türkleşen Samoyedlere dayandırır ve eski bir ÇİN kavmi olan DUBOLARLA da ilişkili olabileceklerini işaret eder. Tubaların eski Çin halkı Dubo ile ilişkili oldukları sonraki yıllarda Yadrintsev gibi bilim adamlarınca tekrar dile getirilmiştir. Baskakov, Köktürk Kağanlığının UYGURLAR tarafından mağlup edilmesinden sonra Altay bölgesine gelen Tölös, Tirgeş ve Tokuz-Oğuz kabileleri ile Altayların yerli halkı olan Samoyedlerin etkileşimiyle oluştuğunu düşünmektedir.
Potapov, Radloff ’un öne sürdüğü Türkleşmiş Samoyed tezine şiddetle karşı çıkar ve Baskakov’la benzer görüşler ileri sürer. Ona göre Tubaların etnik tarihî kökenleri karışıktır, büyük ihtimalle Samoyedlerin Eski Türk boyları ile karışmasıyla oluşmuşlardır.
Radloff, 19. yüzyılın ikinci yarısında Tubaların nüfusunu 1794 erkek ve 1670 kadın olmak üzere toplam 3464 olarak verir. Tubalar, 2000 yılında Rusya Federasyonu’nun aldığı kararla “az nüfuslu yerli halk” statüsüne geçmişlerdir. Bu yıla kadar Altay halkı içinde sayılırken 2002 nüfus sayımında ayrı bir etnik grup olarak sayılmışlar ve sayıları 1565 kişi belirlenmiştir. Bu 1565 kişinin sadece 408’i Tuba ağzını konuşabildiğini belirtmiştir. 2010 sayımında da 1965 kişi olmuşlardır. Nüfusları artmasına rağmen konuşur sayıları 229’a düşmüştür. Bu durumda Tubaların bulundukları bölgelerde çok azınlıkta kalmaları, baskın Rus kültüründe asimile olmaları ve Altay Cumhuriyeti’nin iki resmi dilinin Rusça ve Altay Kiji ağzına dayanan edebî dil olması etkilidir.
Son yıllarda yapılan araştırmalar neticesinde Tuba ağzının yok olma seviyesine geldiği söylenebilir. Çünkü Tubalar arasında ana dilini sadece ileri yaştakiler konuşmakta, çocuklar arasında neredeyse hiç bilen yoktur. Rusça tamamen Tuba ağzının yerini almak üzeredir.
Altay bölgesinde Ruslar gelmeden önce bile yerleşik hayat süren Tubalar, 19. yüzyılda çoğunlukla avcılık, katran tohumu ve kök toplayıcılığıyla geçimlerini sağlamışlardır. Günümüzde geçim kaynakları; et ve kürk için yabani hayvan avcılığı; sap, kök, yumru, soğan, fıstık vb. yenilebilir bitki toplayıcılığı, çapalama tarzı toprağı işleme üzerine kuruludur.
19. yüzyılın sonuna kadar Tubaların büyük bir bölümü Ortodoks Hristiyanlığı kabul etmiştir. Ancak onların Hristiyanlığı sadece görünüşte kalmıştır. Gündelik yaşamlarında eski inançları Şamanizm’in etkileri devam etmektedir.
Çalkandılar (Lebedler)
Kuzey Altay topluluklarından biri olan ÇALKANDILAR kendilerini Çalkandu, Şalkandu, Şalkaŋu, Şalkan (Kiji) olarak adlandırırlar. Önceleri onlara KUU ( Kuğu) Nehri’nin kıyılarında yaşamalarından dolayı Kuu Kiji “Kuğu insanı” denmiştir. Ruslar da kuğu kelimesinin Rusçasıyla ilişkili olarak Çalkandıları Lebedinskiye TATARI, Lebedintsı şeklinde adlandırmışlardır.
Çalkandılar günümüzde KURMAC-BAYGOL, SURANAŞ, İTKUÇ, SANKİNO, KEBEZEN ve BİYKA bölgelerinde yaşarlar. Sayıları az da olsa TONDOŞKA, NOVA, TROİTSK, ÇUYKA, TULOY ve TURAÇAK bölgelerinde de Çalkandı vardır.
Çalkandılar, Rus Türkoloji literatüründe ilk defa, 1861’de yaşadıkları bölgeyi ziyaret eden Radloff tarafından farklı bir etnik grup olarak tanımlanmıştır. Radloff bu dönem için Çalkandıların genel nüfuslarıyla ilgili herhangi bir bilgi vermemiştir. 1897 sayımında 907 kişi olarak kaydedilmişlerdir. Çalkandılar Sovyet Rusya döneminde Altay halkı içine dâhil edildiklerinden bu tarihlerdeki nüfuslarıyla ilgili kesin bir bilgi yoktur. Altay hükümetinin verilerine göre 1997 yılındaki nüfusları 1689’dur. 2000 yılında “az nüfuslu yerli halk” statüsüne geçmişlerdir. Nüfusları 2002 genel sayımında 855 kişi (539’u Çalkandı ağzını kısmen konuşmaktaydı.), 2010 sayımında ise 1181’dir. Sayıları artmasına rağmen konuşur sayıları 310’a düşmüştür.
Tuba ve Kumandılara göre Çalkandılar kendi millî benliklerine ve ağızlarına daha iyi sahip çıkmışlardır. Rusçayı çok iyi bilirler, Altay Türkçesini anlarlar ancak konuşmakta zorlanırlar. Dinî inanç olarak Hristiyanlık ve Şamanizm’e bağlıdırlar.
Çalkandıların kendilerine ait bir yazı dili yoktur. Ancak son zamanlarda Rusya Bilimler Akademisi Sibirya Kolu Filoloji Enstitüsünden araştırmacılar Çalkandı ağzı için bir imla geliştirmişler ve bu imla ile 2004 yılında Aba-d’ıştıŋ aŋ-kuştarı (Kadim Tayganın Hayvanları ve Kuşları) adlı bir çocuk kitabı yayımlanmıştır.
Kumandılar
Kuzey Altay Türkleri içinde yer alan KUMANDILAR kendilerini Kuvandı, Kuvanta, Kuvandık, Kuvandıg, Kuvandıx, Kumandı, Kumundı, Kubandı, Kuwandı, Kuwandı, Kuvandık, Gomandı, Gubandı, Gumanda, Gumandı, Guwandı, Kıwanda şeklinde adlandırmaktadır. Ruslar arasında da Kumandin olarak bilinmektedirler. Tıdıkova, Kumandin kelimesinin sonundaki -n’nin Rusça etnik adlandırmalarda kullanılan bir ek olduğunu ve -dı’nın ise Moğolca bir sıfat eki olduğunu söylemiştir.
Kumandılar, Altay Cumhuriyeti sınırları içinde Turaçak ilçesinin ŞUNARAK, SURBAŞEVO, TONDOŞKA, SANKİN köylerinde ve Gorno-Altay’da; Altay Krayı’nda Krasnogorskoye (eski adı Starobardinsk), Solton ve Biysk, Kemerovo oblastında Taştagol bölgesinde yaşarlar.
Kumandılar, ÖRÖ Kumandı ‘Yukarı Kumandı’ ve ALDINA Kumandı ‘Aşağı Kumandı’ olmak üzere iki gruba ayrılmaktadırlar.
19. yüzyılın sonlarına kadar Şamanizm inancına bağlı kalmışlardır. Radloff, 1860’lı yıllarda Kumandıların inatçı ve sert karakterleriyle geleneklerine en sadık TATARLAR olduğunu ve dolayısıyle onlara Hristiyanlığı kabul ettirme hususunda misyonerlerin bir başarı sağlayamadıklarını söylemiştir. Ancak Ruslar Altay bölgesinde iyice hâkimiyet sağlayınca misyonerlik faaliyetlerinin artması ve baskılar sonucunda Kumandılar da diğer Altay boyları gibi Hristiyanlığı kabul etmişlerdir. Günümüzde resmî olarak Ortodoks Hristiyan olan Kumandıların gündelik yaşantılarında geleneksel inançları olan Şamanizm’in izleri görülmektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sedir kozalağı toplayıcılığı ve kürk hayvanı avcılığı önemli gelir kaynakları olmuş. Rusların etkisiyle arıcılıkla da uğraşmaya başlamışlardır. Sovyet Rusya döneminde Kumandıların çoğu kollektif çiftliklerde, devlet çiftliklerinde ve tarımsal işletmelerde çalışmaya başlamıştır. Ayrıca Kumandılar eski devirlerden beri dokumacılıkta mahirdirler.
Radloff, 19. yüzyılın ikinci yarısında Kumandıların BİY Nehri kıyılarında dağların kuzey yamaçlarında beş on evden oluşan küçük köyler hâlinde yerleşik bir hayat sürdüklerini ve çoğunlukla tarımla uğraştıklarını belirtmiştir. Bu köylerde oturan Kumandıların yarı yarıya Ruslaştığını ve 1869 yılında Yukarı Kumandıların nüfuslarının 606, Aşağı Kumandıların 1571 olarak tespit edildiğini belirtmiştir. Kumandıların nüfusu 1897 sayımında 4092, 1926’da ise 6335’tir. Sovyet Rusya döneminde Altay halkı içinde sayıldıkları için onların 2002 yılına kadarki sayılarıyla ilgili kesin bir bilgi yoktur.
Kumandılar, 1993 yılında Şorlar ve Teleütlerle birlikte “Küçük Kuzey Halkları” içine dâhil edilmişler ve Rusya Federasyonunun 24 Mart 2000 tarihinde aldığı kararla da Altay Kijiler hariç diğer bütün Altay boylarıyla birlikte (Teleüt, Telengit, Tuba, Çalkandı) “az nüfuslu yerli halk” statüsünde sayılmışlardır. Bu tarihten sonraki nüfus sayımlarında ayrı bir etnik grup olarak kabul görmüşlerdir. 2002 yılındaki nüfusları 3114’tür. 2010 yılında ise 2892’dir. 2010 yılında Kumandıların 1061’inin Altay Cumhuriyeti’nde, 1401’inin de Altay Krayı’nda Solton ve Krasnogorsk bölgelerinde; 225’inin Kemerovo bölgesinde yaşadıkları ve konuşur sayılarının 738 olduğu belirtilmiştir.
Diğer Altay Türkleri gibi Kumandılar da 1922 yılına kadar Teleüt ağzı esas alınarak oluşturulan yazı dilini kullanmışlar, 1922’den sonra Altay Kiji ağzı temelli yazı dilini kullanmışlardır. 1933 yılında N. A. Kalanakov ve K. İ. Filatov tarafından Kumandı ağzı esas alınarak Novosibirsk’te Latin harfleriyle Kumandı Bukvar adlı bir alfabe kitabı oluşturulmuştur. Kumandı Bukvar, Kumandı ağzı için ilkyazı dili girişimi olarak tarihî bir öneme sahiptir.
Kumandı ağzı, diğer Kuzey Altay ağızları gibi UNESCO’nun ciddi tehlike altındaki diller listesindedir. Figen Güner Dilek Kumandı ağzının yok olma seviyesine gelmesinin sadece nüfus azlığına bağlanamayacağını açıklamıştır. Nüfus azlığıyla birlikte Kumandıların geniş bir coğrafyada değişik dilsel topluluklar içinde dağınık ve erimiş hâlde yaşıyor olmalarının da bu süreçte çok önemli olduğunu vurgulamıştır. Özellikle Rusçanın etkisinin yanında HAKAS, ŞOR ve ALTAY edebî dillerinin de bu süreçte çok önemli olduğunu söylemiştir.
Altay Cumhuriyeti Hakkında Tarihî Bilgiler
Türklerin kadim yurtlarından olan, Altay Cumhuriyeti’nin toprakları Dağlık Altay bölgesi olarak da bilinir. Bu topraklarda milattan önceki devirlerde SAKALAR ve HUNLAR hüküm sürmüştür. Milattan sonraki devirlerde ise sırasıyla GÖKTÜRK, UYGUR ve KIRGIZ kağanlıklarına yurt olmuştur.
10. yüzyılın başlarına doğru bölgede KIRGIZLARIN egemenliği bitince KITANLAR bölgenin yeni hâkimi olmuştur. 12. yüzyılın sonlarında Altaylarda geçici bir NAYMAN hâkimiyeti olmuş; 13. yüzyıldan sonra Altay Türkleri Cengiz İmparatorluğu’nun egemenliği altına girmiştir.
Altay bölgesi 15. yüzyılda Moğolların batı kolu olan OYROTLARA (Rusların adlandırmasıyla Cungarlara) geçmiştir. 1756 yılında Cungar Devleti’ni Çinlilerin ortadan kaldırmasıyla bölgedeki Moğol hâkimiyeti sona ermiş ve Altay Türkleri de Çin hâkimiyetine girmişlerdir.
Altay topraklarında 17. yüzyıldan itibaren Rusların egemenliği başlamıştır. Önce KAZAN Hanlığı’nın, sonra SİBİR Hanlığı’nın Ruslara mağlup olmasıyla birlikte Ruslar hızlı bir şekilde Sibirya’nın içlerine doğru ilerlemiş ve kısa sürede Altaylara ulaşmışlardır. 1625-1627 yılları arasında Kuzey Altay boyları (Çalkandı, Tuba, Kumandı) Ruslar tarafından vergiye bağlanmıştır. 1756 yılından itibaren bölge tamamen ÇARLIK Rusya’nın egemenliğine girmiştir. 1756 yılında Çinliler, Cungar Devleti’ni mağlup edip bölgeye hâkim olunca Altay Türklerinin bir bölümü hem Çinlilere hem de Ruslara vergi vermeye başlamışlardır. O tarihlerden itibaren çift vergi veren Altay Türkleri, Dvoyedantsı “çift vergi veren” adıyla anılır olmuşlardır.
Ruslar her ne kadar erken devirlerde Altaylara kadar ulaşmış olsalar da, 19. yüzyıla kadar bölgede kesin bir hâkimiyet kuramamışlardır. Ruslar, 19. yüzyıl itibarıyla Altaylarda egemenliklerini kesinleştirince Altay bölgesinde ciddi bir Hristiyanlaştırma ve dolayısıyla Ruslaştırma politikası başlatmışlardır. Bu amaç doğrultusunda 1830 yılında Altay Ruhani Misyonu kurulmuş ve misyonun başına Makariy Gluharov getirilmiştir. Gluharov’un Ortodoksluk Ruslukla aynıdır, ilkesinden de anlaşılacağı üzere bu misyon, Çarlık Rusyası’nın Altaylardaki sömürü ve asimilasyon politikalarında aktif rol oynamıştır.
Hristiyanlığı kabul eden Altay Türklerine maddi yardımlar yapılmış, verimli topraklar tahsis edilmiş ve onların ödediği vergiler azaltılmıştır. Altay Türklerinin sadece dinlerinin değiştirmesiyle yetinilmemiş, onları Ruslaştırmak için göçebe hayatlarına zorla son verilip köylere yerleştirilmiş; Ruslar gibi giyinmeleri istenmiş ve kiliseye Altay millî kıyafetleriyle gelmeleri yasaklanmıştır.
Altayların toprakları verimli olduğu için bu bölgeye çok kalabalık Rus göçleri olmuştur. Özellikle 1855’te çıkarılan bir kanun gereğince, Rus göçmenlerin Altaylarda istedikleri yere yerleşmelerine müsaade edilmesiyle birlikte bölgenin demografik yapısında Altay Türklerinin aleyhine büyük bir değişim yaşanmıştır. Öte yandan yerleşik hayata geçmiş bulunan yerli halk, yeni gelen göçmen Ruslar arasında çok hızlı bir asimilasyon sürecine girmiştir.
Altay Türklerinin zor şartlar altında yaşamaları, yoğun asimilasyon politikalarına maruz kalıp millî benliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaları gibi sebeplerden dolayı, 19. yüzyılın sonuna doğru BURHANCILIK taraftarları arasında ilk milliyetçi hareket patlamıştır. Altaylardaki bu hareket, Ak Caŋ (Ak Yaŋ) adıyla yeni bir inanç sistemi olarak, Hristiyanlığa ve Şamanizm’e karşı ortaya çıkmıştır. Onlara göre kurban eti yemek ve Ruslarla oturup kalkmak günah sayılıyordu. Bu harekete Çet Çelpan adında bir Türk kamı önderlik etmiştir. Çet Çelpan, 1904 yılında binlerce soydaşına Ak Caŋ öğretilerini anlatırken Ruslar tarafından tutuklanmış, iki yıl sonra esaretteyken ölmüştür.
20. yüzyılın başlarında Altaylarda Ak Caŋ hareketi dışında bir başka milliyetçi hareket daha ortaya çıkmıştır. Ekim Devrimi’yle Çarlık Rusyası’nın yıkılması Altaylardaki Türk milliyetçileri için önemli bir fırsat olmuştur. Şubat 1918’de Dağlık Altay Kurultayı toplanmış ve Altaylar dışında Hakas ve Tuvaları da içine alan Altay Cumhuriyeti’nin kurulması girişiminde bulunulmuştur. Ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmış ve 1919 yılında Altay bölgesinde Sovyet Rusya’nın hâkimiyeti kesinleşmiştir.
Sovyet Rejimi döneminde, 1922’de Altay Türklerinin meskûn olduğu bölge Oyrot Özerk Bölgesi ilan edilmiş ve 1948 yılına kadar bu adla anılmıştır. Altay bölgesine gelen ilk misyonerler tarafından 1830 yılında bir misyon merkezi olarak kurulan Ulalu, Gorno-Altaysk adıyla bölgenin başkenti yapılmıştır. Bu şehir 1932-1948 yılları arasında Oyrot-Tura olarak da adlandırılmıştır.
1948’den sonra Oyrot Özerk Bölgesi, Dağlık Altay Özerk Bölgesi’ne dönüştürülmüştür. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 3 Temmuz 1991’de aynı sınırlar içinde Altay Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur.
1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte Sovyet Rusya’nın idaresi altındaki ulusların millî uyanışla kendi devletlerini kurma hareketleri başlamıştır. Bu millî uyanış Altayları da etkilemiştir. Altaylar, Rusya’dan ayrılıp bağımsız devlet olmak için siyasi girişimlerde bulunmuşlardır. Bu girişimler neticesinde 3 Temmuz 1991’de aynı sınırlar içinde Altay Özerk Cumhuriyeti’ni kurarak özerk cumhuriyet statüsü elde etmiş ve 1993 yılında da Altay Cumhuriyeti’nin en yüksek yasama organı olan Yüksek Sovyet’in El-Kurultay’a dönüşmesini sağlamışlardır. Yine 1993 yılında Rusçanın yanında bölgenin yerel ana dili olan Altay lehçesini “özerk cumhuriyetin” resmî dili ilan ettirmişlerdir.
Altay Cumhuriyeti’nin Demografik Yapısı
20. yüzyılın başlarında Altay Cumhuriyeti’nin nüfusu 75.000 civarındaydı. Bunların %57’si Altay Türkleri, %40’ı Ruslar, %2’si Kazak Türklerinden oluşuyordu. Altay bölgesinin dinî yapısı ise %67 Ortodoks Hristiyan, %31 Şamanist ve Burkan, % 2 Müslüman şeklindeydi.
Altay Cumhuriyeti’nin 2010 nüfus sayımına göre toplam nüfusu 206.168’dir. Bu 206.168 kişinin 114.802’i (%55,68) Rus, 68.814’ü (%33,37) Altay Kiji, 12.524’ü (%6,07) Kazak Türkü, 3648’i (%1,76) Telengit, 1891’i (%0,91) Tuba, 1113’ü (%0,53) Çalkandı, 1062’si (%0,51) Kumandı, 1010’u (0,48) Ukraynalı, 700’ü (%0,33) Alman, 87’si (%0,04) Şor, 37’si (0.01) Teleüt, 480’i (%0,23) diğer etnik gruplardan oluşmaktadır. 20. yüzyılın başında bölgede ortalama %60’a %40 Türk asıllıların lehine olan etno-demografik yapı, 100 yıl içinde tamamen tersine (%40 Türk asıllılar-%60 Rus-Alman-Ukraynalı vb.) dönmüştür. ([1])
[1] Dr. Fatih Numan KÜÇÜKBALLI-ATA YURDUMUZUN KADİM BEKÇİLERİ: ALTAY TÜRKLERİ
Cem Cüneyd Canan