20 Ağustos 2018
Sözlükler, ırkçılığı; “kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayma ve siyasal tutumunu buna dayandırma eğilimi.”
“İnsanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti,” olarak açıklıyor.
İslâm Ansiklopedisi; “Sosyal grupların kalıtımla geçen bedenî özellikler sebebiyle farklılaştığı ve farklılıkların onlar arasındaki statü ve ilişkinin belirleyicisi olması gerektiğini iddia eden akım.”
İbn Haldûn ise “Onlar bu konuda hikâyecilerin hurafelerinden hikâyeler de naklederler” diyerek noktalıyor.
Dinimiz İslâm da gerek Kur’an-ı Kerim Ayetlerinde, gerekse hadislerde; "Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir.” “Babanız, ananız da birdir.” “ Araplık ne babanızda vardır, ne de ananızda.” “O sadece sizin verdiğiniz isimden ibaret bir tanıtımdır.” “Arap’ın Arap olmayanlardan üstünlüğü yoktur.” “Üstünlük, Allah’a iman ve itaattedir.” “Allah’a iman ve itaat edenler hep birlikte üstündürler.” Bunu herkes böyle bilmeli, aranıza ırka dayalı üstünlük ayrımcılığı sokmamalısınız” demektedir.
Bütün bu tanımlara rağmen, emperyalizm eliyle, ırkçılık, her geçen gün insanlığı tehdit eder olmuştur. Irk, kültür ve medeniyet değerleri bilinen bazı topluluklar ise egemen güçler tarafından daima kullanılmışlardır. Kürtlerin Kürtçülüğü, Ermeni Diasporasının safsataları, zaman zaman ayaklanmalara, binlerce insanın hayatını kaybetmesinin sebebini doğururken kaybeden sadece insanlık olmuştur.
Yıllardır Orta Doğu coğrafyasında yaşanmakta olanlarla birlikte, Ermenilerin nasıl kullanılmış oldukları, nasıl ihanet ettikleri, yetmezmiş gibi, halen sözde soykırım iddialarını, Diaspora kanalıyla devam ettirmeleri, aynı tehdit unsurlarını taşımaktadır.
Ermeni Diasporası ve onların hempaları, 1071 de Türklerin Anadolu’ya girişinden önce, Bizans tarafından nasıl horlandıklarını, nasıl savrulduklarını, nasıl ezildiklerini unuturlar.! Anadolu tarihinin hangi dönemine bakarsanız bakın, Ermenilerin, kültürlerini, dinlerini, hatta din değiştirmelerini daima Türkler sayesinde sağlamışlardır. Onun içindir ki, Ermeniler; Türkçe yazmış, Türkçe konuşmuşlardır.
Türklerin bu insanî bakışını, Arjantinli tarihçi ve diplomat Jorge Blanco Villalta; “Ermenilerin ve diğer gayrimüslimlerin İstanbul’un fethinden beri kendi kendilerini yönettiklerini, bu liberal uygulamanın Türkiye’ye felâket getirdiğini, Türklerin, Hıristiyanların iddia ettikleri gibi barbar ve mutaassıp dinciler olarak gayrimüslimleri kendi dinlerine geçmeye zorlamaları halinde sonucun farklı olacağını ileri sürmektedir.”[1]
1867’de Mıgırdıç Dadyan, Revue de Damond’daki makalesinde Ermenilerin kavuştuğu gelişme ve ilerlemeyi dile getirmiş ve bunun için Osmanlı Hükümetine teşekkür etmişti. Meclis-i Mebusan’da, Halep Mebusu Manuk Efendi Ermenilerin 500 yıldır Osmanlı Devleti’nin kanatları altında istedikleri haklara kavuştuklarını, bazı eyaletlerde baş gösteren sorunların da arzuladıkları doğrultuda çözüldüğünü, Hıristiyanlardan mal ve can olarak istenecek hizmeti sunmaya hazır olduklarını bildirmişti. Suriye Mebusu Nufel Bey, şimdiye kadar İslâm devletlerinden adalet ve merhametten başka bir şey görmediklerini, özellikle Osmanlı Devleti’nden büyük iyilikler ve sevgi gördüklerini, ifade etmişti. Erzurum mebusu Hamazasb Efendi, Osmanlı Devleti’nin Ermenilere 500 yılı aşkın süredir sağladığı güven ve korumanın tarif edilemeyeceğini, üstelik kendisinin 1828 -1829 savaşı sırasında Ruslara kanarak Erzurum’dan göç eden 100.000 Ermeni’den birinin oğlu olduğunu, babasının daha sonra Rusların hilelerini anlayıp Osmanlı Devleti’nin adaletine sığınarak geri döndüğünü vurgulamıştır [2]
Ermeni ihanetinin ilk sinyallerini daha eski tarihlere götürülmesi gerçeğini ayrı tutarak, konunun en çok hareket kazandığı dönemi, 1877 -1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1894-1896 yılları arasında Osmanlı coğrafyasında meydana gelen ayaklanmaları, 1900 lü yıllardaki takip eden olayları, 1915 tehcirinin dile dolanmasıyla, sözde Ermeni soykırımı “patırtısı” devamlı Diasporaca gündemde tutulmaktadır. Bunun üzerine, Karabağ Katliamı’ nın zihinlere hançer gibi saplandığı gerçeği de unutturularak.
Kuşkusuz, bu tarihlere gelmeden önce 1820 yılından sonra Anadolu’ya ayak basan misyonerlerin çalışmaları fitili ateşlemiştir. Pliny Fisk ve Levi Parsons (1820), Daniel Temple (1822), Jonas King, William Goodell (1823), Josiah Brewer, Elnathan Gridley (1826), Eli Smith, Harrison Gray Otis Dwight, H. Schauffler (1832) misyonerleri örnek göstere biliriz.[3]
Anadolu da Türklerin ırkçılık yapmadığını, birlikte yaşadığı azınlıklara nasıl davrandıklarını, karşılıklı nasıl etkilendiklerini bu boyutuyla bir başka misyonerin kaleminden dile getirelim. İzmir, Amasya, Samsun, Tokat, Yozgat ve Sivas gibi Anadolu’nun birçok yerinde görev yapan, seyyah ve misyoner Henry Von Lennep’in (1815 -1889) gözlemlerine bakalım.
Henry Von Lennep İzmir de doğmuş, çalışmalarını Osmanlı ülkesindeki Ermeniler üzerinde yoğunlaştırmış, Türkler ve Ermeniler arasındaki kültürel ilişkileri de kaleme almıştır. Ermenileri “çok ilginç bir ırk” olarak değerlendirmiştir. Aynı anlamda bilgiler veren Van Lennep, Doğu’daki Müslümanlar ile Hristiyanları “birbirlerinden farklı olmayan kardeşler” olarak nitelendirmekte ve “Anadolu’da herkesin ortak yaşamayı öğrendiğini” belirtmektedir. Bu şekilde Lennep, Türkler ve Ermenileri ayrı ve zıt iki unsur olarak değil Doğu kültürünün birer parçası olarak görmekte ve bir bütün olarak ele almaktadır.
Yine ona göre çok istisnaî olarak başvurulan fiili zorlamalar bir yana bırakılırsa egemen olan Türk ırkının sunduğu zenginlik, rahatlık, güç gibi çekici unsurlar, Osmanlı’nın tebaası olan farklı toplulukların her birinden pek çoğunun efendilerine katılmasına ve Müslümanların inancını benimsemelerine sebep olmuştur. Misyoner Lennep, Türkler ve Ermeniler arasında pek çok benzerlikten bahsetmektedir.
Ermenilerin ilk çağlardan beri dillerinin değişmediğini iddia etmelerine rağmen Türkçe konuşmaları, Lennep’e ilginç gelmektedir. Keza o, eserinin sonunda Türkçe ve Ermeni dili arasındaki ses benzerlikleri ile ilgili örnekler de vermektedir.
Bu bağlamda öyle gözüküyor ki Ermenilerin Türkçe kullanması, Lennep’in ifade ettiği gibi “efendilerinin baskıcı yönetiminden” ziyade Osmanlı egemenliğinde mutlu ve mesut yaşadıklarını ve Türk kültüründen etkilendiklerini gösteren önemli bir ipucudur.
Türk ve Ermeniler arasındaki bu toplumsal ve ekonomik etkileşim iki toplum arasında ortak bir dil olarak da ortaya çıkmıştır. Örneğin “bacılık” ve “hab”, “hatıl, mertek, örtme, loğ, hapenk, hakuka, cağ”, “herg”, “hozan”, “kom” “lacag, leçek, neçek” “kelik” “möhkem”,”gardaş”, “divan”, “kalik” gibi sözcükler iki toplumda ortak olup Türk ve Ermenilerin birbirinden etkilendiğinin açık göstergesidir.
Bu arada Rumların da eskiden beri Ermeni düşmanı olduklarını, atalarının başına büyük felaketler getirdiklerini, özellikle ada Rumlarının Ermeni görünce yere tükürüp köpek anlamında “işkil” (skil) sözcüğünü kullandıklarını hatırlatalım. [4]
Osmanlı kültür mozaiğinin önemli bir unsuru olan müzik alanında, âşık edebiyatında, halk hikâyelerinde, şiir (koşma) da, müzik aletlerinde, bütün Ermeni şarkıların Türkçe olmasında, giyim ve kuşamda da, modayı takip etmede de Ermeniler, Türklerden etkilenmişlerdir.[5]
Anadolu’nun her bölgesinde bir yere kadar kendi alfabelerini kullanırken dahi Türkçe konuşan, mektuplarını Türkçe yazan, bu özelliklerini bariz şekilde XIX. başlarında da gördüğümüz, örnek olarak Gümüşhane ve Erzincan bölgelerinde geçerli olduğu gerçeğini nasıl anlamalıyız?
Anadolu insanının “gâvur” dediği Ermeni kadınlarının Müslüman kadınlardan daha muhafazakâr olduklarını, aynı kıyafetleri giydiklerini, “bütün toplumsal şartların bu iki toplumu birleştirdiğini, birbirine uyumlu hale getirdiğini ve kaynaştırdığını”, “iki toplum arasında anlaşmazlık olduğu yolundaki ısrarları”, “hayatın, toplumsal ve ruhsal şartların bu kadar birleştirdiği insanların” esas noktalarında anlaşmazlığa düşmelerinin mümkün olmadığını ve anlamadığını, Ahmet Şerif de ifade etmektedir.
Türk kültür hayatında olmayan ırkçılığı, Türklerle, Anadolu kültürünü, medeniyetini kabullenmiş, iç içe geçmiş Ermenilerin nasıl “sözde Ermeni soykırımı” yalanına sarıldıklarını, Emperyalist güçlerin, nasıl “Ermeni Sorunu” meselesini kışkırtarak ortaya çıkardıklarını, Ermeniler görmek istemedikleri gibi, bizde ki bazı aklı-evveller de anlamıyor ve görmüyorlar. Sadece bunu görmeseler, belki acı bir buruklukla yutkunacağız!
Onlar, Türklere karşı uygulanan, Anadolu’da, Balkanlar da, Kırım da, Kafkasya da vd. soykırımların üzerini örterek, kendi yaptıkları soysuzluğu “Sözde Ermeni Soykırımı” olarak, var olduğu günden bu güne IRKÇILIK yapmamış olan Türk Milleti’nin başına bela olarak sarmağa çalışıyorlar. Acaba biz dış politikayı mı yürütemiyoruz, yoksa dış politikaya yön verecek parlamento üyeleri, rollerinin bilincinde mi değiller? Dünyaya kendini kabul ettirmiş Türk kültür medeniyeti karşısında, nedir şu Diaspora Ermenilerinin aymazlığı?
[1] Sabahattin Özel, ERMENİLERİN VE YABANCILARIN GÖZÜYLE TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
[2] Sabahattin Özel, ERMENİLERİN VE YABANCILARIN GÖZÜYLE TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
[3] M. Alpaslan Küçük, 186 Anadolu’da “Protestan Ermeni Milleti’nin Oluşumu
[4] Sabahattin Özel, ERMENİLERİN VE YABANCILARIN GÖZÜYLE TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
[5] Dr. Gürsoy ŞAHİN AMERİKALI BİR MİSYONERİN XIX. YÜZYILIN ORTALARINDA TÜRK-ERMENİ KÜLTÜREL İLİŞKİLERİ İLE İLGİLİ İZLENİMLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Cem Cüneyd Canan