28 Şubat 2019
Türkiye’yi yönetenlerin, Avrupa Birliğine girmenin, “stratejik bir seçim” olduğunu, “asırlardır devam eden kapsamlı ilişkilerimizi”, “ortak bir kaderi paylaştığımızı”, “AB’nin üzerine inşa edildiği, demokrasi, insan haklarına saygı, temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi değerler ile normlara önem vermekte ve bunları savunmaktayız” tezleri doğru değildir.
Türkiye’nin, “Avrupa ailesinin bir parçası” olduğu, “Avrupa kuruluşlarının hemen hemen tümünde yer almış” olması da “AB Konseyi, OECD, NATO ve AGİT gibi uluslararası örgütlerde oynadığı yapıcı rol” ile “günümüz Avrupa’sının şekillenmesinde önemli katkılar sağlamış” olduğumuz iddiası da gerçekle bağdaşmamaktadır.
Yine, devlet yetkililerinin “AB ile dış politika konularını da içeren her konuda kapsamlı bir işbirliği yapmaktayız” değerlendirmesi, kabullenilecek noktada değildir. “AB’nin genişleme politikası, kıtamızda en başarılı bütünleşme projesi olarak nitelendirilirken”, “28 üyeden oluşan ve 500 milyona yaklaşan nüfusuyla”, “kıtamızda siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği ve kalkınma açısından çok boyutlu ve güçlü bir uluslararası yapıya dönüştüğü” doğruluğunun, bizimle uzaktan, yakından ilgisi bulunmamaktadır.
“Çok geniş bir yelpazede standartları yükseltmeyi amaçlayan, kapsamlı bir müktesebatı bulunan”, “bu müktesebata uyum hedefi doğrultusunda devam eden reform çalışmaları, halkımıza günlük hayatlarının her alanında en yüksek norm ve standartları sağlayacağını” söylemek de tamamen ham hayaldir.
Çağdaş ve millî değerlerden her geçen gün hızla uzaklaşan bir Türkiye ile kendi içinde, yabancı düşmanlığına, terörizme ve Türk-İslami-fobiye savrulan AB ile “önemli jeo-stratejik konuma sahip” “demokratik ve çağdaş” iddiasında ki “bir Türkiye’nin AB’ye katılımı ülkemize olduğu kadar AB’ye de büyük faydalar sağlayacak” düşüncesi, O’nun “yalnızlaşan bölgesel bir kurum” olmasını da, “küresel öneme sahip bir aktör olmasını” istemesinin de Türkiye’nin katılımıyla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. O Avrupa ki, konuya bizim penceremizden bakamamaktadır.
Türkiye’nin dinamik ve genç nüfusu gerçeği ne kadar doğru bir değerlendirme ise, “dinamik ekonomimiz” bir o kadar gerçeklerden çok uzaktadır. Üretmeyen bir Türkiye’nin, son on beş yılda yürüttüğü dış politikası da “ çok boyutlu” ve “pro-aktif” değildir. Barındırdığı bu gerçekle de “AB’nin dış politikasının itibarına ve etkinliğine katkıda bulunabileceği” düşünülemez. Dünyada sahip olduğu eşsiz “coğrafi konumu” doğru değerlendirilmediği sürece, “Avrupa pazarlarına” sadece yol olur. Kendi kültürel değerlerini yok sayan bir ülkenin, “aynı evrensel değerleri paylaşmasından”, “kültürler arasında çeşitlilik ve diyalog” dan da bahsedilemez.
Türkiye, 2002 sonrasında uyguladığı politikalarla, “istikrar unsuru” olmaktan uzaklaştığı gibi, “evrensel değerlerin geniş bir coğrafyaya yayılmasına katkıda bulunacağı” bir yana, kendi içinde istikrarı sağlayamaz olmuştur. 2012 yılından bu yana devam eden, 2015-2016 da üst seviye çıkan göç krizi ile AB’nin yüzleşmesi gerektiği kadar, Türkiye’nin bu gerçekle, yanlış politikalarıyla yüzleşmesi gerekmektedir. “Yasa dışı geçişlerin ve ölümlerin azaltılmış olması” nın yanında, Türkiye ve Türk Milletine ödetilen faturanın hesabı iyi yapılmalıdır.
“AB’nin yasadışı göç ve terörle mücadele” de “ülkemizle işbirliği yapmasını” bir tarafa bırakarak, kendimizi kandırmadan, yıllardır teröre nasıl destek verdiklerini irdeleyerek, öncelikle Dışişleri Bakanlığı gibi, ASALA ERMENİ TERÖRÜNE kurban veren bir kurum, bu konuyu, bu boyutuyla uzun uzun değerlendirmelidir. Gerek yurt içinde gerek yurt dışında, haince, hunharca, insafsızca ERMENİ TERÖRİSTLERCE katledilen AZİZ ŞEHİTLERİMİZİN acı hatıralarını unutmuş olamayız…
1915 yılını nasıl hatırlayacağız? Hatırlamak için önce bugün dost ve müttefik dediğimiz Rusya’ya bakmamız gerekiyor. Bu sözde soykırım yalanı, iftirası, iddiası orada başlatılmıştır. Bu yalan iddia bir ayağını da Amerika’ya atarak, her geçen gün yoğun biçimde yaygınlaşarak dile getirilmiş ve de getirilmeye devam etmektedir. Bu çirkef dolu yalana, ülkeler, siyasetçiler, basın mensupları, din adamları ve akademisyenlerde inanmaya ve desteklemeye başlamışlardır.
Türkiye’yi yönettiğini iddia edenlerin konu hakkında yeterli hassasiyeti göstermemeleri, Ermenilerin militanca örgütlenmesinin önünü açmış, ülkemiz aleyhinde gerçeklerden yoksun YALANLARINI, uluslararası boyutta kampanyalar yürüterek ve Ermenistan Devleti’nin desteğini de arkalarına alarak, amaçları yönünde yol almalarına imkân verilmiş, Ermeni Diasporası engel tanımaz olmuştur.
Bütün bunları unutmamak kaydıyla, 1915 yılını hiçbir an kenarda bırakmadan, ihmal etmeden, Türkiye’nin bütün iyi niyetiyle 16 ARALIK 1991 tarihinde Ermenistan’ın bağımsızlığını tanımış olduğunu özellikle belirtelim. Günümüzde de kurucu üyesi olduğumuz, 25 Haziran 1992 tarihinde yapılan anlaşma ile İstanbul’da kurulan KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ’NE, Ermenistan’ın kurucu olarak TÜRKİYE tarafından davet edilmiş olduğunu hatırlayalım. Ve Aralık 1991 ile Haziran 1992 tarihlerini not ederek, yukarıda ifade ettiğim hususlar ile aşağıda ki tabloya görebileceklerin gözleriyle bakalım!
HOCALI KATLİAMI….. 25-26 ŞUBAT 1992
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sahip olduğu DAĞLIK KARABAĞ bölgesinde Ermenilerin, Azerbaycan TÜRKLERİNE saldırarak uyguladıkları SOYKIRIMI gözlerimizin önüne getirelim. Halen, Türkiye’nin HOCALI SOYKIRIMINI neden gerektiği gibi değerlendirmediğinin üzerinde (yorulmayacaksak!) uzun uzun düşünelim…
Yirmi yedi yıl önce, 63 ÇOCUK, 106 KADIN, 70 YAŞLI, ALTI YÜZ ON ÜÇ AZERBAYCAN TÜRK’ÜNÜN gerçekte KAYIP dediklerimizle birlikte YEDİ YÜZ ALTMIŞ ÜÇ canımızın KATLEDİLEREK ŞEHİT olduğunu hiç unutmayalım. Şayet ifade edildiği gibi bir DIŞ POLİTİKA izliyorsak, Ermenistan’dan BİN BEŞ YÜZ esir TÜRK’ÜN akıbetini soralım.
Bu acı yaranın daha önceki yıllarda kaşınmaya başladığını da hatırlayacak olursak; 1980 yılından başlayarak ne olduğunu, bizim sadece nasıl seyrettiğimizi anlamaya çalışalım.
Ermeni arazisinde yer alan Masis ve Ararat bölgesinde yaşayan Türklere saldırmalarını (1988), Türk köyü Nuveydiye’nin nasıl zorla Ermeniler tarafından boşaltıldığını (1991), DAĞLIK KARABAĞ’I zorla ele geçiren Ermenilerin, 25-26 Şubat 1992’den sonrada yaptıkları HAYDUTLUĞU; 8 Mayıs 1992 ŞUŞA, 15 Mayıs 1992 LAÇİN, 23 Ağustos 1992 CEBRAİL, 31 Ağustos 1992 FUZULİ, KUBADLI ve ZENGİLAN’ı, Şubat, Mart 1994 KELBECER işgalini gün gün, saat saat konuşalım.
Ermeniler AZERBAYCAN’IN %20 sini işgal ederken; KARABAĞ’dan 192.300, LAÇİN’den 59.500, ŞUŞA’dan 29.500, KELBECER’den 50.500, AĞDAM’dan 158.000, FUZULİ’den 100.000, CEBRAİL’den 51.600, KUBATLI’dan 30.300, ZENGİLAN’dan 33.900 kişinin KAÇGIN olduğunu ve onların akıbetlerini biraz olsun merak edelim…
Rusların, Stalin tarafından 1944 de Orta Asya’ya sürgüne gönderdiği Ahıska Türklerinin, 1989 yılından itibaren AZERBAYCAN’A göç ettiğini, BAKÜ, HAÇMAZ, NABRAN, NAFTALAN, GEBELE, AĞCABEDİ, İMİŞLİ, BİLESUVAR, SABİRABAD, OĞUZ ve İSMAYILLI bölgelerine yerleştiğini (49.239 kişi), KAÇGIN Azerbaycan Türkleriyle birlikte 611.293 mecburi göç kurbanının, özellikle 9.000 yetim ve kimsesizin hangi acıları çektiğinin farkına varalım…
Azerbaycan yıllardır 1 MİLYON göçmenin problemlerini çözmekle uğraşmaktadır. Biz, Suriyeli mültecilerin sayısını, nasıl doğurduklarını, onlara devletin ne kadar para harcadığına kadar her şeyi biliyoruz! AZERİ TÜRK’Ü konu edilmediği gibi, habersiz, duyarsız yaşıyoruz.
Bu arada KAÇGIN ifademize de Azerbaycan Cumhuriyeti’nin gerek duyduğu şekliyle; “Milliyetine, dinine, diline vs özelliklerine göre takibe maruz kalması, hayatının, ailesinin, malının tehlikede olması, yaşadığı devletin onu müdafaa etmemesi yüzünden yaşadığı ülkenin dışına çıkan Azerbaycan Devleti vatandaşı olmayan kişilere “KAÇGIN”,
Azerbaycan Cumhuriyeti’nde daimi yaşadığı yeri terk etmeye mecbur olup, başka yerlere göçen şahıslar veya başka ülkelerde yaşadığı yerleri terk etmeye mecbur olup, Azerbaycan’a gelen Azerbaycan vatandaşlarına “MECBURİ GÖÇKÜN” adı verildiğini belirtmiş olalım.
Acılar, ortak tarih komisyonu kuralım, arşivlerimizi araştırmacılara açalım demekle çözülmüyor. Siyasi çıkarlarımız, Ermenilerin yalan, iftira ve mesnetsiz iddialarıyla maalesef tahrif ediliyor. Tarihin hiçbir döneminde soykırım yapmamış TÜRK milleti, din, dil ve kültür birikimi ile bu YALANI elbet bir gün Ermeni Diasporasının suratına çarpacaktır. Yeter ki, dış politikada gerektiği gibi yürümesini bilelim.
HOCALI KATLİAMININ acıların sürüp gittiği yıl dönümünde, ŞEHİTLERİMİZE ALLAH’TAN rahmet diliyor, aziz hatıraları önünde tazimle eğiliyorum. Mecburi Göçkün ve Kaçgınların, sabırla, metanetle, en kısa zamanda barışa, huzura, sağlığa kavuşmalarını diliyorum.
Kaynak:
Cem Cüneyd Canan