17 Ekim 2010
Kendimizi bilmeğe başladığımızda tartışılan konular için; yemin edilerek ‘’de, gazete yazıyor’’ ‘’ajans da dinledim’’ dendiğinde de, her şey biterdi.
Devlet memuru, daire müdürü, kaymakam ve valinin söyledikleri mutlak doğru idi. Askerin saygınlığını herhalde yazmama gerek yok.
Tanzimat’a kadar gidecek olursak, DEDELERİMİZİN yaşadığı günlerden bugüne, ANAYASALARIMIZ hep vardı. Ancak biz ne ‘’SOSYAL DEVLET’’ ne ‘’LAİKLİK’’ ne ‘’HUKUK DEVLETİ’’ ne de ‘’ÖZGÜRLÜK’’ ifadelerini hiç duymuyor, evimize her gün gelen gazetede de bunları hiç görmüyorduk.
‘’DEMOKRASİ’’ ilkokul yıllarında ‘’YURTTAŞLIK BİLGİSİ’’ derslerinde öğretiliyordu. ‘’MÜSLÜMANLIĞIN’’ ‘’MAHALLE MEKTEBİNDE’’ ve ‘’OKULDA’’ ‘’DİN DERSLERİNDE’’ bir-hakkın öğretildiği gibi.
Çevremizde ‘’EFENDİ’’ ‘’AĞA’’ ‘’BEY’’ ‘’AMCA’’ ‘’DAYI’’ çokça vardı ama ‘’İRTİCACI’’ ‘’MÜRTECİ’’ ‘’GERİCİ’’ ‘’DEMOKRAT’’ ‘’LAİK’’ diye tanıtılan veya kendisini o şekilde tanımlayan tek bir kimse yoktu.
‘’KÖYLÜ’’ ‘’ŞEHİRLİ’’ ‘’YOKSUL’’ ‘’ZENGİN’’ ‘’KİMSESİZ’’ ‘’YAŞLI’’ ‘’DUL’’ ‘’RENÇBER’’ ‘’ESNAF’’ ‘’MEMUR’’ ‘’TRENCİ’’ ‘’POSTACI’’ çok az da olsa, ‘’EMEKLİLER’’ idi bildiklerimiz. Etrafımız da ‘’HIRSIZ’’ ARSIZ’’ da yoktu. İş yerlerinin kapıları kilitlenmeden, bir yere gidip gelebilirdiniz.
‘’NİSA SURESİ’’ nin ‘’Allah’a kulluk edin’’ ki ederdik, ediyoruz ‘’ ‘’O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın’’ ki koşmazdık, koşmuyoruz. ‘’Ana-babaya, akrabaya, yetim ve öksüzlere, çaresizlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, size bağımlı olanlara iyi ve güzel davranın’’ emrine uyarak yaşardık ki yaşıyoruz. İşte insanların her şeye ‘’KANAAT’’ ettiği ‘’MAHALLELERDE’’ sağlıklı ve huzur dolu böyle anlamlı bir hayat vardı.
Sözüm bunları bilmeyenlere, yaşamayanlara ve halâ anlamayanlara.
Köylerin çoğunluğunda 1960 lı yılların sonuna kadar ilkokul, ilçelerde Ortaokul ve Lise yoktu. Okumak demek, köyünden, ilçenden ayrılıp bir yakınının yanına gitmek veya yatılı bir okula gitmekle mümkündü. Çaresiz ‘’OKU DA ADAM OL’’un yolu da bu idi.
‘’KURTULUŞ SAVAŞ’’larından çıkan ‘’TÜRKİYE’’ bilinçsiz ve öngörüden yoksun siyasetçiler eliyle 1950’de ‘’ÇAT’’ diye iki kampa ayrıldı. Kurtuluş savaşlarında omuz omuza mücadele edenler, birbirlerini ‘’KOLTUK’’ uğruna olmayacak şeylerle suçlar oldular. Kahvehaneler, meyhaneler hatta ‘’CAMİLER’’ ayrılmaya başlandı. Yetmezmiş gibi, bir çatı altında yaşayan TÜRK ailesinde, ‘’BABA-OĞLUYLA’’ ‘’KARDEŞ-KARDEŞİYLE’’ konuşmayacak, kavga edecek kadar ayrı dünyalara savruldular. İşte bugün bizi yönettiğini zannedenlerin ve de zannettiklerinizin ağababaları bu kültürden gelmektedir. Tabii o yolu takip eden çömezlerinden farklı bir şey beklemek, sükûtu-hayale uğramamızın nedeni değil mi dir?
Niyet halis olsa, Kur’an-ı Kerim’de ‘’YÜCE ALLAH’IN’’ emirlerinin tamamı için neden aynı tondaki yaygarayla mücadele edilmez? Söyler mi siniz, hangi ‘’SEMAVİ DİN’’ tek bir simgeye kilitlenmiştir. Söyler mi siniz, dünyanın hangi ülkesinde ilâhi emirlerle de, yürürlükteki kanunlarla da ‘’YASAKLANANLARA’’ uymayan bizden başka bir ‘’MİLLET’’ var dır? Bütün bu gerçeklere rağmen bu ülkenin Başbakanı acaba neden’’Cumhura ait olan hiçbir yer, cumhura yasaklanamaz’’ der ki!
İşte bütün bunlar, sözde ‘’EĞİTİMLİLERİN’’ eğitimsizleri yanlış yönlendirmesiyle bizleri bu günlere getirdi.
‘’ÇARŞAFI’’ ‘’EHRAMI’’ ‘’YAZMAYI ‘’ÇARI’’ ‘’ATKIYI’’ ‘’ŞALI’’ ‘’TÜLBENTİ‘’BAŞÖRTÜSÜNÜ’’ herhalde yazmak boşuna! Nereden geldiği belirsiz, köksüz, geleneksiz, töresiz bir ‘’TÜRBANIMIZ’’ nasıl olsa bize yetiyor! Yetmekle kalmıyor ayrıştırmanın en büyük aracı bile oluyor. Onun için kanunlar yönetmelikler değiştiriliyor.
Peki, kadın özgürce yaşatılacaksa, dini vecibelerini eksiksiz yerine getirmesi madem kanunla, yönetmelikle sağlanacaksa, neden, gözenekleri sıkıştıran tonik’i, nemlendirici kremi, fon-döteni, pudrayı, allığı, farı, göz kremini, göz-dudak kalemini, ruj ve de kirpiklerin de ki rimel içinde, bir kanun çıkarılmıyor. Kadının ziyneti, sizce sadece saçlarından mı ibaret?
Kur’an-ı Kerim, nerede, sür-sürüştür, tak-takıştır, yap makyajını çık ‘’TÜRBANINLA’’ sokağa, ‘’NUR SURESİ’’ nin hükümlerini yerine getirmiş olursun diyor!
Hoca kürsüde vaaz ediyormuş;
- Karılarınızı-kızlarınızı başı açık dışarı çıkarmayın. Sürüp-sürüştürmesinler. Mahrem yerlerini örtecek şekilde elbise giysinler. Akşam evlerine erken dönsünler, derken
Cemaatten biri, Hocaya;
- Hocam iyi diyorsun ama senin kızın bunların hiçbirisine uymuyor, der
Hoca yutkunmuş, biraz durduktan sonra;
- Doğru söylüyorsun ama bizim HASPAYA DA YAKIŞIYOR, der.
Dinle ilgisi yok diyemeyiz ama yine de ‘’DÜNYA’’ penceresi diyerek, başka yerden bakalım. ‘’Dünya Ekonomik Forumu’’ her yıl ‘’CİNSİYET UÇURUMU’’ raporu açıklıyor.
Yanlış hatırlamıyorsak, 2000 yılında 55. veya 56. sıralardaydık. 134 Ülke arasında 2009 yılında 129. sıraya düşmüştük. 2010 yılında ise 126. sıraya yükselmişiz!
Ve bizim TBMM de, bu konu da çalışan birde Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonumuz ve ‘’HÜKÜMETİMİZDE’’ ‘’KADIN ve AİLEDEN SORUMLU’’ Devlet Bakanlığımız var. ‘’TÜRBAN’’ üzerinden yaygara koparanlara sormak lâzım, ‘’ÖZGÜR KADIN’’ derken, ‘’TÜRK KADINI’’ neden, ‘’CİNSİYET UÇURUMU’’ değerlendirilmesinde, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Hindistan, Katar, Mısır, Nijerya, Tunus, Suriye ve Ürdünlü kadınların gerisinde kalıyor.
‘’TÜRBAN’’dan başka ‘’HASPAYA’’ her şey yakışıyor ve günah(!) değil ki, onları konuşmuyor ve tartışmıyoruz. Ama ‘’TÜRBAN’’ için ‘’KANUN’’ çıkarıyoruz. Herhalde ‘’KENDİNE MÜSLÜMAN OLMAK’’ da bu olmalı.
Cem Cüneyd Canan