16 Mart 2008
Türbanla ilgili tartışmaların nereye gideceğini beklerken, kendi kısır çekişmelerimizle, Hıristiyan dünyasında neler konuşulduğunu da ıskalamış oluyoruz.
William J.Stuntz, ‘’Kısa Süren Savaşlar Kalıcı Sonuçlar Sağlamaz. Uzun Süren Savaşların Sonuçlarıysa Genelde Uzun Soluklu Olur’’ dediği ‘’YÜCE AMAÇ’’ başlıklı makalesinde (16.06.2005)
‘’Müslüman zorbalarla dolu bir dünya, Amerikalıları öldürmek için hayatlarını feda edecek bir sürü küçük bin Ladin’le dolu bir dünya demektir. İslami demokrasinin hüküm sürdüğü bir dünya ise genç Müslümanlara tutkuları için başka çıkış noktaları sağlayacaktır. Bu da kesinlikle onlar için daha iyi bir hayat demek olduğu gibi, bizim içinde daha iyi ve güvenli bir hayat’’ diyor.
James W.Ceaser, ‘’Batıda Süregelen Din Tartışmaları Ortadoğu da Özgürlük Nasıl Çarpıtılabiliyor’’ şeklinde ifade ettiği ‘’DEMOKRASİ İNANCI’’ başlıklı makalesinde (7 Kasım 2005)
‘’Dünyanın en umulmadık iki bölgesinden, yepyeni bir demokrasi çoşkusunun dalgaları yükseliyor’’ derken, Ortadoğu, Orta Asya, Afganistan, Irak, Filistin, Lübnan ve Mısır’ı kastediyor. Ocak 2005 de Irak’ta yapılan seçimlere vurgu yaparken ‘’İslam’ın siyasal kültür üzerindeki ağırlığını kanıtlarcasına dinsel kökenli DAVA PARTİSİ en çok oyu alarak birinci sıraya yerleşti. Irak toplumunun diğer kesimlerinde etkinlik gösteren dinsel unsurlar da ertesi hafta yapılan yeni demokratik anayasanın kabulünde kilitsel rol oynadılar.’’
‘’Ortadoğu’da dinsel inançların siyaset üzerindeki etkileri, bölgenin tek yerleşik demokrasisine sahip İslam Ülkesin de TÜRKİYE de de, kendisini hissettiriyor. TÜRKİYE’ de iktidar partisi –AK ya da ADALET ve KALKINMA- günümüzde dinsel güçlerle sıkı bir işbirliği içinde’’ şeklinde değerlendiriyor.
Dilerseniz birde siz değerlendiriniz……
Robert J.LIEBER, ‘’Özgürlüğü Savunmak ve Geliştirmek’’ konulu bir sempozyum da (Kasım 2005)
‘’11 Eylül’deki İslamcı saldırılardan bu yana radikal bir şekilde değişe gelen dünya karşısında’’ gibi değerlendirmelerini sürdürürken,
‘’Birincisi, köktenci İslamcı terörizm ile kitle imha silahlarının karışımından oluşan, daha önce karşılaşılmamış bir tehditle karşı karşıyayız. Soğuk Savaş döneminde geçerli olan dizginlenme ve caydırıcılık doktrinleri, bugünkü tehdit karşısında artık geçerli değil. Bunun sonucu olarak da erken davranmaya hatta müdahaleyle önleyiciliği sağlayacak güç kullanımına hazır olmalıyız.
İkincisi, Birleşmiş Milletler günümüzün en tehlikeli ve yıkıcı sorunları karşısında hemen her zaman etkisiz ve yetersiz kalmaktadır.
Üçüncüsü; Amerika’nın kendine has bir gücü nedeniyle, diğer ülkeler kaçınılmaz biçimde onun öncülüğünü beklemek durumunda kalmaktadır’’dedikten sonra;
‘’ABD’nin daha uzun bir süre dünyanın önder gücü olmayı sürdüreceği açıktır ve BUSH’un sözleriyle ‘’Batı ülkelerinin altmış yıl boyunca Ortadoğu da özgürlüğün yokluğu karşısında sergilediği hoşgörü ve uyum sağlama çabasının, bize güvenliğimiz açısından bir katkısı olmamıştır.’’ ’’Bir yüzyıl önceki Britanya İmparatorluğunun tersine biz bir –tükenmiş titan-değiliz. Ne var ki, arzu edilen sonuçlara ulaşma çabası gene de çapraşık ve zor bir süreçtir. Yapabileceğimiz en iyi iş (Charles Krauthammer’in ünlü değişine uygun olarak) en gerekli yere müdahale etmektir, yani Ortadoğu’ya’’demektedir.
Bir başka yerde, Wilfred M. McClay’de 11 Eylül saldırılarına vurgu yaparak, ‘’BİR ULUSUN RUHU’’ başlıklı makalesinde (2004)
‘’Pek çok kişiye göre, İslam dininin militan ve zorlayıcı bir yorumuna kendilerini adamış fanatikler tarafından gerçekleştirilen bu dehşet verici ve yıkıcı eylemlerden çıkarılabilecek mantıklı tek sonuç vardı: Tüm dinler ve özellikle de tek tanrıya inan büyük dinler, Batı uygarlığının huzuruna, düzenine ve özgürlüğe yönelik sürekli bir tehdit teşkil etmekteydi’’ diyor.
Eğer dikkat edecek olursak, bütün olumsuz bakışların ve bütün gözlerin Ortadoğu’ya ve İslam’a çevrildiği açıkça görülecektir.
Yine, James W.Ceaser’in ‘’AMERİKAN KARŞITLIĞININ TARİHİ’’ başlıklı makalesinden (2003) bazı aksi görüşleri de aktardığı satırları beraberce okuyalım;
‘’Apres L’Empire adlı kitabında Emmanuel Todd şöyle yazıyor; ‘’Bugün küresel istikrarı tehdit eden yegane unsur: bir koruyucu yaratıyorum derken, bir sömürü yaratmış olan Amerika dır’’ ‘’Haftalık Le Point daki yazısında Max Gallo ‘’Amerikalılar, askeri güçlerinden emin olmanın çoşkusu içinde, halkların bir tarihe, dine ve ülkeye sahip olduklarını, her şeyin silah gücüyle çözülemeyeceğini unutmuş görünüyorlar.’’
‘’ Yarım yüzyıl kadar önce, romancı Henry de Monhterlant; ‘’ Tek bir ulusun, dünyanın geri kalanının neredeyse tümünde aklı, ahlakı ve insan niteliğini alçaltmayı başarması, bu gezegenin tarihinde bugüne kadar görülmüş bir şey değildir. Ben, ABD’ni insanlığa karşı kalıcı bir suç işlemiş olmakla suçluyorum.’’
‘’Alexander Hamilton; ‘’Engin düşünür olarak nitelendirilen, saygın kişiler, bütün hayvan türlerinin ve onlarla birlikte bütün insanların Amerika da yozlaştığını, hatta köpeklerin bile atmosferimizden derin bir soluk çektikten sonra havlayamaz hale geldiklerini ciddiyetle iddia etmektedirler.’’
İşte bütün bunlar dünyada makale, sempozyum konusu yapılırken birde ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde ‘’DEMOKRASİ ve İNSAN HAKLARI BÜROSU’’ nun her yıl yayınladığı ‘’ULUSLAR ARASI DİN ÖZGÜRLÜĞÜ RAPORU’’ nda Türkiye için neler söylendiğine bakmamız gerekecektir.
Hıristiyan dünyasının kendi dinlerini yeterince bildikleri yönünde yaygın bir kanaat vardır. Bunun yanında gerek Avrupa da gerek ABD de ise yeni neslin artık kiliselere gitmediğini, bir çok yerde kiliselerin kapandığını, hatta kiliselerin satıldığını da bilmekteyiz. Katolik,Protestan ve Ortodoks Kiliselerin egemen oldukları devletlerde eğitim konusunda nasıl rol aldıkları da yine bildiğimiz konuların içerisinde bulunmaktadır.Kısaca Hıristiyan dünyası devlet yönetim biçimleri ne olursa olsun yaygın yargılara rağmen, dinden uzak durmamaktadır. Din her nokta da var olmaktadır. Hiçbir Avrupa ve ABD ülkesi dini özgürlüklerin tartışıldığı ülke olarak da gösterilmemektedir. Ama iş İslam’a gelince bakışları değişmektedir. Buradan işin Patrikhane ve Vatikan boyutlarına ise hiç girmeyelim.
Maalesef TÜRKİYE, Afganistan, Burma, Çin, Küba, Mısır, Eritra, Hindistan, İran, Irak, İsrail, Laos, Maldivler, Kuzey Kore, Pakistan, Rusya, Suudi Arabistan, Sri Lanka, Türkmenistan, Özbekistan ve Venezüella gibi dini özgürlüklerin tartışıldığı bir ülke olmasa da, bazı sıkıntıların yaşandığı Ülke olarak gösterilmektedir.
Söz konusu raporun hazırlanmasında uluslar arası belgeler, Avrupa Birliğince benimsenen sözleşmeler ve ABD deki konuyla ilgili kanunların dayanak olarak kullanıldığı, bu büronun, ülkelerin din ve vicdan özgürlüğünü en iyi seviyelerde sağlayan ve geliştiren ülkeleri, ayrı ayrı değerlendirmeyi de, kendi amaçları olarak belirtiyor.
TÜRKİYE, bu raporda ‘’GENELLİKLE SAYGI GÖSTERDİ’’ katagorisinde değerlendiriliyor. Devletin resmi olarak, başka gayri-müslüm cemaatler olmasına karşın, sadece Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoksları ve Yahudiler olmak üzere, üç dinsel azınlığı resmen tanıdığını vurguluyor. Raporun satır aralarında da bu bilgileri ‘’İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği’’ nden aldığını örtülü olarak söylüyor. Başbakanlıktan değil, ilgili Devlet Bakanlığından değil, Diyanet İşleri Başkanlığından değil, Mazlumder den alıyor…! Bunun böyle olmadığını,Katolik Kiliseleri ve Bulgar Kilisesinin var olduğunu örnek vererek geçelim.Yani burada yanlı ve kasıtlı bir alış-verişin olduğunu görelim. Sonra rapor devamla, Türkiye’de Hıristiyan kuruluşlara göre 1.100 Hıristiyan misyonerin olduğunu ifade ederek tamamlanıyor.
Sonuç ve değerlendirme bölümüne geldiğinde ise, Türkiye’nin dini özgürlükler konusunda AB uyum süreciyle, başlamış olduğu demokrasi çabaları payının büyük olduğu, bazı hususların ulaşacağı boyutlar üzerinde dururken, ‘’İRTİCA’’ tartışmalarının toplum arasında gerilim ve kutuplaştırma oluşturarak ayrımcılığa yol açacağı kaygısı, milliyetçilik akımlarının, özellikle genç toplum arasında tehlikeli boyutta yaygınlaşıyor olmasını, Yahudi ve Hıristiyan düşmanlığı gibi, gayri-müslüm olan Türk vatandaşları aleyhinde medyada propaganda ve karalama faaliyetlerini, din değiştirenlere kamu kuruluşlarında ön yargılı davranıldığı gibi tespitlerini aktarıyor. (En sağlıklısı bu raporun tamamını İÇİŞLERİ BAKANLIĞIMIZIN internet sayfasından (Arem) bularak okuyunuz.)
Peki, biz ne yapıyoruz…?
Ortadoğu’yu müdahale alanı, İSLAMI korku tünelinde gösteren bir anlayışla, kol kola girerek, BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİNE eş başkanlık yapıyoruz…! Samimiyetten uzak, bilgiden yoksun TÜRBANI tartışıyoruz. Din Derslerinin zorunlu olup olmayacağını, bilerek siyasi argümanlarımız içine taşıyoruz. Türk Ordusunun başarıyla gerçekleştirdiği SINIR ÖTESİ operasyonu polemik haline getiriyoruz. Bütün bunlara, var olan siyasi partilerimize teamüllere uygun olarak BİLGİ vermeyen bir Başbakanın sebep olduğunu nedense hiç birimiz görmüyoruz…
İSLAM’IN insana verdiği değeri nedense anlamıyor, anlatamıyoruz. Sonra da yüzyıllarca kendi aralarında vahşice KANLI DİN savaşlarını yaşayan Hıristiyanlık karşısında ‘’Müslüman Zorba, İslamcı Saldırı, Köktenci İslam, Radikal İslam, İslamcı Terörizm’’ gibi olmayacak yaftaları boynumuza astırıyoruz. Dilerim İSLAM Dinini ve ÖZGÜRLÜĞÜ dillerinden düşürmeyenlerin (!) YÜCE DİNİ ve ÖZGÜRLÜĞÜ anlayacakları, kavrayacakları günleri birlikte yaşarız.
KAYNAK: The New Republic © 2005-The Weekly Standart Dergisi-Amerikan Çağı 2.Yüzyıl İçin Güç ve Strateji-Public İnterest İlkbahar 2004-Public İnterest Summer 2003 (Bu Çevriler ABD Büyük Elçiliğince yapılmıştır)
- Araştırma ve Etüdler Mrk. (Arem)
Cem Cüneyd Canan