01 Aralık 2011
Dersim isyanı hakkında bugüne kadar birçok defa yazdım. Şu güne kadar konuşulan ve yazılanlara dikkatle bakarsanız, yeni bir bilgilinin ortaya konulmadığını, sonuçsuz ve sığ tartışmalardan ibaret kaldığını sizde göreceksiniz.
Şimdiye kadar yazmadıklarımı, başka bir yazımın konusu yapacağımı belirteyim. Siz siz olun hele de sözlü tarihten bahsedenlere, ortaya koymağa çalıştıklarına da itibar etmeyiniz.
Ancak, Alman Filozofu Immanuel Kant (22 Nisan 1724- 12 Şubat 1804) İdealist Tarih Anlayışında ‘’ akla büyük değer vermektedir. Bundan sonra hürriyet duygusunu tabii bir cevher olarak kabul etmektedir. Bu da çalışma ve mücadele zevkini doğurur. Bunları da kültür, sanat, hukuk fikrinin ebediyet ve eşitliği gibi hususlar takip eder. İnsanlar arasında eşitlik yaratan hukuk düzeni de ilahi bir planın gerçekleşmesidir. Tarihi gelişme milletlerarası hukuk düzenini gösterir ve bu düzen, ölümsüz prensip ‘’ahlak’’ı ortaya koyar. Kant’a göre ahlaklı cemiyet esastır. Zira ahlaksız cemiyetler akıl, iz’an, çalışma ve hürriyete değer vermezler’’ der. Bu nedenledir ki, ahlak çerçevesinde, Tarihçilerin ortaya koydukları veya koyacakları, kaynak ve olayların kritiği yapılmış SÖZLÜ TARİH çalışmalarına tabii ki itibar edeceğiz.
Bugün içimizden her kim olursa olsun, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Malatya ve Tunceli’nin bazı bölgelerinde, Dersim İsyanı öncesinde Dersim eşkıyasının yaptığı her türlü şekavet’in binlercesini dinleyerek yazabilir. Bu da sizin sözlü tarihiniz olur.
Buradan SÖZLÜ TARİHİ ret ettiğim anlamı çıkarılmamalıdır. Hatta Tarihçilerimiz bir gün dahi kaybetmeden, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Malatya ve Tunceli ile tüm ilçe ve köylerini tarayarak o günleri yaşayanlardan her iki tarafı da dinleyip, kayıt altına alınmalıdırlar.
Mesele, bütün bunların TARİH METODU içerisinde belgeye dayandırılmasıdır.
Fakat konu ‘’kayıkçı kavgası’’ şeklinde ve taraftar kazanmak amacıyla yürütülmektedir. Düşünün ki, ülkenin başbakanı, şairliği tartışılmaz, Necip Fazıl Kürek’in kişisel bakışını yansıttığı bir kitabı referans olarak göstermekte, İsyan’a katliam diyebilmektedir.
Yakın tarihi, bırakın kapalı olanları, açık kaynakları dahi ıskalayarak takdim eden birisi varsa, o kaynaklar da elinin altındaysa, o kişi birde başbakansa, vay halimize. Aklın yolu, herkes için, rahle-i tedrisinden geçeceğiniz zat-ı muhteremlerden öncelikle bu konunun 1737–1939 DÖNEMİNİ size bir daha belletmesini istemenizdir. Neye İSYAN neye KATLİAM diyeceğinize sonra karar vereceksiniz. Seksen yıldır her gün birbiriyle kucaklaşan bu MİLLETİ tekrar kamplara bölmeyeceksiniz.
Bilmem bütün bunlar tutarsızca konuşulurken, Dersim linin ‘’PKK ile organik bağı’’ olmadığı halde, PKK’nın her defasında Tunceli’de üstlenmesini, her olaydan sonra o coğrafyaya yerleşmesini nasıl açıklayacaksınız?
Herhalde, Cumhuriyet’in ilk dönemine ‘’karanlık bir dönem’’ diyen, kafası sonradan kararanlar, bunlara yeterince bir cevap vereceklerdir!
Hatırlayacağınız gibi, geçen yazımda NUTUK’DAN, ULU ÖNDER ATATÜRK’ÜN Gençliğe hitabesini hangi gerekçeyle söylediğini aktarmaya çalışmıştım.
Atatürk’ün Dersim için daha 1919 da neler söylediğinin sadece bir bölümüne ise beraberce bakalım. ATATÜRK’ÜN her şeyi harfiyen o günlerde bildiğini de unutmayalım.
‘’Efendiler, Erzurum’u terk ettiğimiz tarih 29 Ağustos 335’tir.
Amasya’dan, Erzurum’a gelirken, Sivas’ta küçük bir hikâyeye zemin olan vaka hatırlarınızdadır. Gariptir ki, Erzurum’dan Sivas’a giderken de buna mümâsil küçük bir vaziyete temas ettik.
Erzincan’dan garba hareket ettiğimiz günün sabahı, Erzincan Boğazı medhâline gelir gelmez, bazı jandarma neferlerinin ve zabitlerinin, heyecanlı ve mütelâşi bir tarzda otomobillerimizi tevkîf ettiklerini gördük.
Vaziyeti izah ettiler: ‘’Dersim Kürtleri Boğaz’ı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.’’
Bir zâbit, merkeze kuvvet gönderilmesini yazmış. O kuvvet gelince tertibât alacak, hücum edecek, bu eşkıyayı tard edecek ve yolu açacak imiş…
Pek iyi ama bu eşkıyanın kuvveti nedir, neresini nasıl tutmuş, ne kadar kuvvet ve ne vakit gelecek?
Bu muammalar halledilinceye kadar geri, Erzincan’a dönmek ve kim bilir ne kadar günler beklemek lâzım! Bizim ise işimiz pek acele idi. Ben, Erzurum ile Sivas arasındaki mesafeyi mutâd zamanda kat’ edip muayyen günde, Sivas’ta bulunmazsam, şurada veya burada, şu veya bu sebeple tevahhuş ve tevakkuf ettiğim Sivas’ta ve her tarafta şâyi olursa panik başlayabilir, işler alt üst olabilirdi.
O halde karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka çaremiz de yok idi. Yalnız ufak bir tertip almayı muvâfık buldum.
Hafif mitralyözlerle mücehhez bulunan fedakâr arkadaşlarımızdan birkaçını –elyevm bir alay kumandanı olan Osman Bey ki Tufan Bey namiyle maruf olmuştur; bunların başında idi- bir otomobil ile kendi otomobilimize takaddüm ettirdik. Sağdan soldan gelecek, uzak mesafedeki ateşlere ehemmiyet verilmeyerek, otomobiller serî hareketle şose üzerinde ileri yürümeğe devam edecekler. Vurulan, ölen olursa onlarla meşgûl olunmayacak. Tam şose üzerinde ve yakınında, şoseyi kapayan eşkıyaya temas edilirse, hep otomobillerden atlayacağız ve bunlara hücum ederek yolu açacağız ve kalanlar tekrar kabil-i istimâl otomobillere binerek serian ileri uzaklaşarak yola devam edecekler… İşte verilen emir de bu idi.’’
Atatürk, bunu 1927’de, Nutuk’ta anlatıyor.
1937-1938’e gitmeden, (1737–1938) tarihleri arasında yaşananlara, binlerce AÇIK kaynağa (LİTERATÜRE) bir daha bakarak bir de siz yorumlayın. DERSİM İSYAN MI- KATLİAM MI sonra karar verin.
KAYNAK : Nutuk (Y.K.Yayınları ) S, 76-77
Tarih Metodu (T.D.A. Vakfı) S, 38-39
Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu
Cem Cüneyd Canan