19 Haziran 2006
İstanbul’un kısa ve tadına varamadan yaşadığı, Anadolu’nun fışkıran tabiatıyla, doya doya soluduğu ilkbahardan sonra, sıcak yaz günlerine başlamış olduk. Isınan günlerimizin yanında, siyaset, ulusal ilişkiler ile ekonomide birden ısınıverdi. Mevsimin getirdiği sıcaklıktan faydalanmayı veya korunmayı bilmeyenimiz yok. Diğer sıcaklıklardan ise ne korunmanın ne de kurtulmanın çaresi yok. Sanki yok,yok pazarındayız.
Bu sıcaklıklar içerisinde, birkaç kelimeyi de nedense sık sık duymaktayız.Yanlış yazmak, yanlış anlaşılmaktan korktuğum için, yine sözlüğe başvurdum. Bu kelimeleri kullananların, kelimelerin karşılıklarını ne kadar bilerek ifade ettiklerini isterseniz size, isteseniz kendilerine bırakalım.
VATAN HİZMETİ : (T.C. Anayasası Md.72)
‘’ Vatan hizmeti, her Türk’ün hakkı ve ödevidir.Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.’’
MÜZAKERE : (TDK) Bir konuyla ilgili fikir alıverişinde bulunma.
GURUR : (TDK) Kendini beğenme, büyüklenme, kibir, övünme, kurum, çalım.
ONUR : (TDK) İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet, izzetinefis. Başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, şeref, itibar.
VİCDANİ RET : Kişinin ahlaki tercih, dini inanç, yada politik nedenlerle askere gitmeyi ret etmesidir.
Başlığını dahi koymakta zorlandığım bu yazımızı bakalım nasıl toparlayacağız..
Geçen hafta ki, yazımı tamamladığımda, ekonomi kazanından buhar olarak yükselen, döviz, faiz, enflasyon çıkmaktaydı. Bizlerin ise hiç mi hiç suçu yokken, sayın büyüklerimizden zılgıt yiyorduk. Yine bizler aşırı neme tahammül edemezken, muhteşem büyüklerimiz parmaklarını sallayarak, çıramızı yakacaklarını söylüyorlardı.
Başka tarafta, Ülkemizi ziyaret eden Yunanistan’ın güzel Dışişleri Bakanı Dora Bakonayi de ziyaretlerini sürdürüyor, biz duyduklarımız karşısında ağlamakla-gülmek arasında bir türlü karar veremiyorduk. Bir Yunan kuruluşunun (adı-sanı ne ise) Türkiye’de yapmış olduğu anketin iki sorusu ve cevabına bakalım.
S- Türkiye’nin AB girmesine Yunanistan’ın destek vereceğine inanıyor musunuz..?
C- Evet, destek vereceğine inanıyorum. (Diyenlerin oranı % 51)
S- Yunan halkıyla ilgili ne düşünüyorsunuz ?
C- Çok severiz, Yunanlılar bize en çok benzeyen halk. (Oran %73)
Şu soruları lütfen milyon defa sorunuz, acaba nasıl cevap alırdınız . Bunları Türkiye’de ki, Rum vatandaşlarımız dahi bu şekilde bir Türkçe ile cevaplamazlardı.Bu soruları kim, kimlere sormuştur, ona da siz karar verin.
O, Yunan Dışişleri Bakanı’nın Kıbrıs Rumlarının veto tehdidinden, İstanbul’a geldikten sonra haberdar olduğunu, derhal Yunanistan Başbakan’ı Kostas Karamanlis’i aradığında, onun da bu veto tehdidinden haberi olmadığını öğrendikten sonra, derhal Lefkoşe’yi arayarak, bilgilendiğine ne dersiniz….!
Güzel Dora Bakoyani’nin başka bir konuşmasında Kıbrıs ve patrikhane konusunda eleştiri dolu konuşmasını nereye oturta bilirsiniz. Şu Yunanlıların aptallığına, cehaletine bakın, hiçbir şeyden haberleri olmuyor..! Bizimse bilmediğimiz hiçbir şey yok….!
Geçen haftaki yazımızda, ne demiştik. ‘’Bu ÜLKENİN Dışişleri Bakanı’nı hep son uçağa Rum bileti ile bindirmezlerdi. Yüce olmak varken, neden cüce olmak.’’ Maalesef, son AB uçağına da, Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül, ‘’Gidip te, havaalanında bekleyecek halim yok.’’ Diyerek, yine uçağına Rum bileti ile binmiştir. İnsana sormazlar mı, neden bekliyorsunuz…? Havaalanından başka yerde beklemek, farklı bir mana mı ifade ediyor….?
Bildiğiniz gibi, AB Ortaklık Konseyi Toplantısı geç saatlerde başlayarak, ‘’Bilim ve Araştırma Faslı’’ fiili olarak açılıp, kapanıyor. Sonrasında, günün ilk saatlerine girerken, Dışişleri Bakanımız, AB. Dönem Başkanı Avuturya’nın Dışişleri Bakanı, Ursula Plassnik, AB. Genişlemeden Sorumlu Komiseri, Olli Rehn’nin yaptıkları basın toplantısını televizyon kanallarından izledik.
O, basın toplantısında dinlediklerimizi, anladıklarımızı anlatacak olursak; Sayın Gül’ün Kıbrıs konusunda taviz vermeyeceğiz demesine karşılık, diğer konuşmacılar, kısaca istediklerimizi Ekim ayına kadar yapmak mecburiyetindesiniz, dediler.Eğer duyduklarımızı ve gördüklerimizi gerçekçi bir değerlendirmeyle söyleyecek olursak, manzara üzüntü vericiydi.Türk Milleti ise bu aşağılanmayı hak etmiyordu…
Şu noktayı da net olarak ortaya koymak durumundayız. Kimse bir şeylerin üzerini kapatarak politika yapmasın. Bütün bunları söyleyen ben de, Türk Milletinin çok büyük bölümü de Avrupa Birliğine girmeye karşı değiliz. Ama bu şekliyle değil.Çok mu zor, AB Müktesebatın da yapılacakların topluma daha önce tüm açıklığıyla anlatılması. Çok mu zor, küçük düşürülmeden görüşmelerin ön hazırlığının yapılması.
12 Haziran 2006 yukarıda yaşananlarla da bitmiyor. Yapılan başka bir servisle, AB Ortak Tutum Belgesinde Türkiye’nin yerine getirmesi istenilen yüze yakın konu başlığı veriliyor.Bizim her şeyi olduğu gibi aktardığını söyleyen gazetelerimizde, bu maddeleri kendi çevirdikleri dille, sadece : Yargı, Ordu, Şemdinli, İşkence ve Kötü Muamele, İfade Özgürlüğü, Terörle Mücadele, Din Özgürlüğü, Kültürel Haklar, Namus Cinayetleri, PKK ve Kıbrıs maddeleri olarak veriyor. Peki diğerleri neden yazılmıyor…?
Bütün bunlar yaşanırken, Bakan Babacan, Bizim bu medeniyet projesini yavaş yavaş da, zor da olsa, AB nin istediği doğrultuda yapacağımızı yorgun ve uykusuz haliyle bir televizyon kanalında söylüyor. Dışişleri Bakanımız, biraz da sinirli, daha ne istiyorsunuz, fasıl açıldı ve kapandı diye kısaca özetliyor. Sayın Başbakanımız da, onurlu durmaktan bahsederek, KKTC’ye uygulanan izolasyon kalkmadıkça limanlar Rumlara açılmayacaktır, diyor.Bu hamasi nutuk gönüllere hoş geliyor. Ama benim de aklıma bu milletin çok yerinde kullandığı bir söz geliyor…..
Atma Recep ….din kardeşiyiz…..!
Bakın bu sözün nasılda yerinde kullanıldığına. Sayın Başbakan sözünü tamamlar tamamlamaz. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ‘’Limanların açılmaması halinde Türkiye’nin AB üyeliğinin riske gireceğini’’ söylüyor. Sadece onunla kalmıyor. AB Dönem Başkanı Avusturya’nın Başbakanı Wolfgang Schüssel, ‘’ Türkiye’nin limanlarını Rum gemilerine ve uçaklarına bu yıl açması gerektiğini, Erdoğan’ın söyledikleri doğruysa, sorun çıkar’’ diyor.
Bizde bunun için Atma Recep.. din kardeşiyiz.. sözünü kullanıyoruz. AB girelim ama, kısacası adam gibi girelim diyoruz.Bunu kendimiz mi, yoksa ABD ile mi yaparız, öylece yapalım. Dün Hıristiyan Kulübü dediğiniz ve ret ettiğiniz yere, biz o gün de girelim diyorduk. Fakat adam gibi.
Tam bizler, bu toz-dumandan kurtulmaya çalışırken, belli niyetleri aşikar olanlar, yine yüksek sesle savunarak, vicdani retti gündeme taşıdılar. Bu konuda hiç yoruma girmeden 1868 ‘de Trabzon’ da ki, İngiliz Konsolosu Palgrave’nin Londra’ ya göndermiş olduğu rapordan bir bölümü, birilerinin iyi düşünmesini ümit ederek, yazımızı noktalayalım.
Osmanlı İmparatorluğunda,
‘’ Müslümanların beş yıl mecburi askerlik yaptıklarını, bu sürenin savaş döneminde daha da uzadığını, Hıristiyan tebaanın ise askerlik yapmayıp, para yaptığını, ‘’ belirterek ve devamla,
‘’ Türkiye’ de ki, Hıristiyanların, Müslümanlara kıyasla, refah içinde olmalarını, onların daha enerjik, daha çalışkan ve daha erdemli olmalarına yormak yanlıştır. Gerçek şu ki, çalışkanlık, doğruluk, namus ve dürüst iş çıkarma bakımından Müslümanlar, Rum ve Ermeni hemşehrilerinden bir gömlek üstündürler. Ama ne var ki, Müslümanlar muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişlerdir ve ezilmektedirler.
‘’ Hıristiyanlar ise, Osmanlı İmparatorluğun da ki, ayrıcaklı durumlarını sürdürerek, son yüz yıldan beri sürekli olarak zenginleşmişlerdir.Zenginleşmeleri de, spekülasyonlarla, apaçık hilelerle ya da tefecilikle olmuştur. Osmanlı Devleti, kendi ağır yükünün tümünü yalnız Müslüman’ın omuzun’a yüklemiştir.Tek omuza yüklenmektir bu yük. Müslüman ve Hıristiyan tebaanın omuzlarına eşitçe bölüştürülmezse bu imparatorluk sittin sene belini doğrultamaz.’’
KAYNAK: Ermeni Meselesi (1774-2005)
Bilal N. Şimşir
Cem Cüneyd Canan