31 Ekim 2019
“1918 YILINDA ERZİNCAN ve ERZURUM’UN KURTULUŞU SIRASINDA ERMENİLERİN YAPTIĞI MEZALİM”
“Rahmetli Em. Org. Abdülkadir SEVEN’İN 1917-1918 yıllarında Kâzım KARABEKİR Paşa’nın Şifre Subaylığını yaptığı sırada ERZİNCAN ve ERZURUM düşmandan istirdat edilmiştir.
Bu notlar kendisinin, bu istirdat sırasında Ermenilerin yaptığı mezalim hakkında daha sonra kaleme aldığı hatıralarıdır.”
“12 Şubat 334 ((1918)’de Erzincan istirdat edilmiştir. Yer yer yıkılmış evler, şehitler ve cesetlerle doldurulmuş kanlı kuyular, kavrulmuş insanlar ile hüzün ve elem saçan yangınlar, kurtulan bir avuç halkın; Vah anam! Vah yavrum feryatlarının canhıraşlığı, çekilen iki günlük meşakkati her askere unutturmuştu.
Erzincan ve Erzurum’un dondurucu soğukları, boyu aşan karlar mehib (korkunç) sıkıntılar artık akla gelmez olmuştu. Açlık içinde, kalplerde bir tevekkül-ü ilahi uyanmıştı. Herkes gözyaşları ile müteessirane Erzurum istikametine bakıyor, oraları kasıp kavuran kan fırtınasının üstüne atılmak istiyordu. Sansa Boğazı’nın, sıfırın altındaki 30 dereceden fazla kesici bir soğuğu aşıldı.
BİCAN ve MAMAHATUN yolu üzerindeki bütün köyler birer virane olarak ve içinde tek bir canlı olmamak üzere istirdat olundu. MAMAHATUN’DA ne kadar Müslüman varsa kâmilen öldürülmüş ve geniş bir çukura doldurulmuş idi. Köyün bütün kadınları, çocukları, erkekleri hep bir arada Hakka kavuşmuşlar idi. İnsan bunların kanlı topraklı yüzlerine bakarken ürperiyordu. Bu kanlı levhalar Erzurum ahalisinden olan askerleri daha ziyade endişe ve yeis içerisinde bunaltıyordu. Her yerde kan ve ateş, ilerledikçe manzaralar daha hafiflemiyor, bilakis akla gelen ve gelmeyen her şekilde facia (kötülük) için katillerin zaman buldukları anlaşılıyordu.
Yeniköy, Aşkale, Bayburt tamamı ile yakılmış, yıkılmış, her varlık yitirilmişti. Erzurum civar köyleri ise büsbütün afet idi. Öldürülmeden önce vahim işkenceler edilmiş olduğu görülüyordu. Genç kızların namuslarına tecavüz edilmiş, alatı tenasülüyeleri kesilmiş, duvarlara ciğerler asılmış, hele Alacaköy’de bir yığın halinde toplanmış masum cenazeler vardı. Bunlar kundaktan-sekiz on yaşına kadar çocuklardı. Dağlara kaçmaya vakit bulan bazı ana ve babalar çıldırmış, cenazeler arasında çocuklarını arıyorlardı. Bu manzaralar Erzurum’da neler geçtiğini anlatıyordu. Yalın ayak başı açık kaçıp gelenler çabuk yetişilmezse hayat kalmıyacağını haykırıyorlardı.
Erzurum önünde askerlerimiz her sınıftan muntazam Ermeni kuvvetleri ile karşılaşmış olduğundan bir ümit uyanmıştı. Acaba şimdiye kadar feciayı komiteciler, haydutlar mı ika etmişti? Acaba Erzurum’u müdafaa eden muntazam kuvvetin kumanda heyeti bunlardan, bu gaddarlıklardan bu vahşetlerden uzak mı idi? Askerce dahi olsa beyhude yere kan dökülmemesi insaniyet muktezası idi. Bunun için kendilerine mektup gönderildi, müsademeye meydan bırakılmaması ve bilhassa mezalim icra edilmemesi ve cevap verilmesi rica olundu. Fakat cevap yerine her tarafta mezalim şiddetlendi.
Artık kıtalarımız da 11 Mart 334 (1918) sabahı Erzurum taarruzuna başladı. Kar, yol haricinde en az bir metre idi. Hareket pek müşkül idi, fakat yangınları görülmüş Erzurum’un bakıyei hayatını bir an evvel kurtarmak arzusu her müşküle galebe ediyordu. Tel örgüleri haricinde Gez köyünde Ermenilerin merkezi mağlup edildi ve geniş cepheleri bu suretle yarıldı. 12 Mart 334 (1918) gece tel örgüleri kesildi ve aşıldı, şafakla beraber de Erzurum’un muhiti muttasılına (bitişik çevresi) da şirane (aslanlar gibi) bir hücum edildi ve Erzurum alındı. Fakat buraya kadar sayılabilen binlerce şehit yekûnuna Erzurum’dan da balta, süngü ve mermi ile şehit edilmiş çoluk-çocuk ve ihtiyarlardan mürekkep 2327 kişilik bir kafilei şühedanın munzam olduğu görüldü. Halk gözyaşları ile cenazeler arasından efradı ailesini aramaya koyulmuşdu.
Bunlara Rus zabitleri de şahittir. 40 kadar Rus, kemali nefretle yapılan mezalimi hikâye ediyorlar ve ‘Bir gün daha geç kalınsa idi Erzurum’u baykuş yuvası bulacaktınız’ diyorlardı. Ermenilerin mezalimi Erzurum mağlubiyetinden sonra daha ziyade artmıştı. Ordu önünden kaçanlar Hasankale, Köprüköy ve civarlarını İslâm mezarlığı haline döndürmüşlerdi. Katiller her marifetlerini yapmışlar, her köyde masum kalan üç beş çatı, kısmen malul kurtulmuş birkaç mevcudun bakiyei azamını (büyük kısmı) tabiatın gadrinden kırık kanadı ile örtüyordu. Bu fecia hiçbir yerde durmadı ve fırsat bulduğu yerlerden eksik olmadı.
Zavallı yerlerin her tarafı türbe, her hanesi harap, her baca bir baykuş yuvası, birçok evlerin şehit türbesi yanında evin kızı, evin gelini ebediyen çırpınmaya mahkûm. Erkek yok, yiyecek yok, hayvan yok, para yok, bazı köyler yalnız birkaç kadından ibaret sekeneye (oturanlar) malikdi.”
Devleti yönettikleri iddiasında olanlar, bunları bilmez mi? Muhataplarına anlatamaz mı? O gün işbirliği yapan Ruslar konuşturulamaz mı? Arşiv belgelerinin açıklanması, yayınlanması neden Tarih Komisyonlarının toplanmasına bırakılır ki? Yaşanan acıları belgelerle hatırlatmak çok zor mu?
Cumhurbaşkanlığı Sarayında 1050 odadan sadece bir odada Ermeni Masası kurulamaz mı? Dışişleri Bakanlığında var olduğu söylenen Ermeni Masası daha aktif, konuya sahip çıkan guruplarla diyalog içerisinde olamaz mı? Dışişleri Bakanlığı, kendisine iletilen çalışmaları neden gerektiği gibi değerlendirmeden, kısa cevaplarla geçiştirir ki! Anadolu da MEZALİM ANITLARI yapalım derken, yeterli BÜTÇENİN olmadığını ifade eden makamların, hamasi nutuklarla “Temsilciler Meclisi Kararlarını tanımıyoruz” demeleriyle, yol alınamayacağını, üzülerek bir daha ilgililere hatırlatmak istiyorum. Lafla değil, icraatla;
ACILARI YAŞAMAK ve HATIRLAMAK...
Kaynak: Harp Akademileri Komutanlığı Yayınlarından
1918 Yılında Erzincan ve Erzurum’un Kurtuluşu Sırasında Ermenilerin Yaptığı Mezalim.
16 Mart 1920 Şehzadebaşı Faciası ve İstanbul’un İşgali
Hazırlayan: Em. Org. Abdülkadir SEVEN
Harp Akademileri Basımevi Nisan 1982, Sayfa, 3-4
Cem Cüneyd Canan