SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINA PAYANDALIK

23 Nisan 2012


Hikâye bu ya, diye başlayacağım, fakat okuyacaklarınız hikâye değil. Bir gazetenin, bir köşe yazarı 2005 yılından buyana, birilerinin eline verdiği kalemle bakın neler yazıyor;

‘’Kopenhag Kriterleri, Coğrafi ve Kültürel Sorunlar, Avrupa Birliği, Dünya’da Küreselleşme Süreci, Gerçeklerle yüzleşmek, Kimliğin Bastırılması, Tarihle Yüzleşmek, Türkiyelilik, Kısıtlı İrrasyonellik, Türkiye’nin Resmi Zihniyeti, Tarihin Farklı Yorumu, Saygınlığı Olan Tarihçiler, Tarihin Siyasallaşması, Dönmeler, Münasip Bulunan Belgeler, İmha Edilen Divan-ı Harbî Örfî Kararları, Türkiye Alternatif Tarihi, Demokratik Açılımlar Dünyası, Fikirsel Özgürlük ve Çoğulculuk, Tarihsel Materyal, Özgür Tarihçiler, Kaba Milliyetçilik Politikaları, Kendi Geçmişini Anlamamak, Geçmişte Yaşananların İnkârı’’, ifadelerini yerleştirince, bütün bu ifadeleri bir de, cemaat gazetesinde yazınca ne anlarsınız?

‘’Türkiye Ermenileri, ABD Ermeni Lobisi, Latant Milliyetçilik, 1915 Sonrası Ermenilerin İslâm’a Yönelik Sempatileri, Ermenistan 1915 ve Sonrası Arşivi, Kudüs Arşivi, Ermeni Tehcirini Doğal Karşılamak, İdeolojik Kimlik, Tarihi ‘ulusal’ çıkar açısından bilerek çarpıtmak, Cemaat ve Ruhanilik, Bilim Dışı Türk Tarih Tezi, vs.’’ diyorsa, bir şeyler anlamış olur musunuz?

O, ‘’Derinleşmekten korkmak’’, ‘’Devlet tahakkümünü meşrulaştıran araçlar’’, ‘’Terk edilen ülkenin sosyal ve siyasal olayları giderek temel ilgi alanı haline gelir ve ortaya bir ‘’diaspora’’ çıkar’’, SÖZDE SOYKIRIMIN OLMADIĞINI İSRARLA söyleyenler için, ‘’Bunları söyleyen ne kadar ahlâki duyarlılığa sahip olduğu söylenir’’ de diyorsa, artık ne dendiğini, kimin dediğini anlamış olmalısınız! Yetmiyorsa;

…………’’

Bu arada çifte vergi altında yaşayan ve neredeyse her üç beş yılda bir padişaha şikâyette bulunan Ermeni cemaati içinde 1860’lardan itibaren türeyen eli silahlı irili ufaklı çeteler, Türk çeteleriyle düşük yoğunluklu bir savaş yürütmekteydi. Bunlar daha sonra kurulan Ermeni milliyetçisi partilerle bütünleştiler ve önce bireysel özgürlük, ardından federatif çözümler, derken bağımsızlık hayalleri kurmaya başladılar. 1915’in ilk aylarında asker kaçağı Ermeniler söz konusu çetelere katılmaya başlarken; devlet de İstanbul ve İzmir hariç tüm Anadolu ve Rumeli’yi kuşatan bir biçimde kadın ve çocukları hedef alan bir tehciri hayata geçirdi. Uygulama İçişleri Bakanlığı’na bağlı Teşkilat-ı Mahsusa teşkilatı marifetiyle yapıldı. Olan bitenden birçok hükümet yetkilisinin tam bilgisi olmadığı gibi; birçok yerel devlet görevlisi de uygulamaya itiraz ettiği için işinden, hatta canından oldu. Bu esnada eli silahlı Ermenilerin Van’da toplanarak yaklaşık 6 ay sürecek bir direnişe geçmeleri onların kaderini farklı kılmadı. Suriye’ye doğru sürülen kadın ve çocuk kafileleri ise soyulmaktan ırza geçilmeye ve öldürülmeye kadar her türlü felaketle karşılaştı. Buna karşılık her yörede Ermenileri koruyan, kollayan ve saklayan sayısız Müslüman’ın varlığı söz konusuydu. Rusya’ya kaçarak hayatını kurtaran bazı Ermenilerin 1917 sonundan itibaren Anadolu’ya dönerek yaptıkları utanç verici vahşet ve zulüm ise hiç de kendilerine yapılandan aşağı kalmadı...
Bugün bize düşen, her şeyden önce iki tarafın kafa yapısı olarak ne denli birbirine benzediğini fark etmektir. Cemaat üzerinden millileşen, toplum tasavvuruna geçemeyen, sorunları şiddet ve güç denklemleri içinde çözmeyi yadırgamayan bir bakıştır bu... İkincisi, her iki toplumun da külliyen ‘iyi’ veya ‘kötü’ olmadığını, her türlü adamı barındırdığını görmek gerekir. Bu nedenle de ne Ermeni resmî görüşünün bütün Türkleri suçlayan; ne de Türk resmî görüşünün bütün Türkleri aklayan yaklaşımı tarihsel gerçeklere tekabül eder. Dahası bu tür yekpare yorumlar gayri ahlakidir... Ötekinin total mahkûmiyeti üzerinden, iç piyasaya dönük kaba milliyetçi politikaların üretilmesini hedef alırken; insanlığı, insanı ve vicdanı unutur... Yapılacak şey toplumu kandırma çabalarına son vererek, Osmanlı hukukuna göre de ‘suç’ olan bir eylem tarzını devlet adına yürüten; ardından da müsadere edilen mal ve mülkü kendi iç organizasyonu içinde eriten bu siyasi grubun deşifre edilmesidir.’’
‘’Türkiye’de toplum PKK’nın varlığından hareketle bütün Kürtlerin tehcirini nasıl meşru bulmuyorsa, Ermeni tehcirini de doğal karşılayamaz. Aynı şekilde gelecekte Susurluk faillerinin birer kahraman olarak anılma ihtimalini nasıl yadırgıyorsak, tehcir uygulayıcılarının bugün devletçe sahiplenilmesini de öyle algılamak durumundayız.’’

Yukarıda parça, parça ifadeler de, çerçeve içerisinde okuduğunuz metin de eline kalem verilen bir şahsa ait. ‘’Konuları komplo mantığı içinde ‘dış güçlerle’ işbirliği yapan ‘iç güçlerin’ ihanetine indirgerken, üretilen yapay söylemi de gerçek tarih sayıyoruz’’ ifadeleri de yine O’na ait.

O, hemen hemen Ermeni meselesi konusunda ne yazarsa yazsın, mutlaka tarihi parçalara ayırmakta, Türkiye’nin resmi zihniyetini, Türk Milliyetçiliğini, İttihat ve Terakki mensuplarını alenen aşağılayarak, bazen açıkça, bazen arkadan dolaşarak, Türkiye’nin SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI inkâr ettiğini, bunun böyle olmayacağını, güya kendi geçmişi ile yüzleşerek SÖZDE SOYKIRIMINI kabul etmesini ifade etmeye çalışmaktadır.

O, her yazısında Ermeni Tehcirinden kapıyı açarken, nedense ‘’YAŞANMIŞLIKLAR’’ gerçeğini bir an unutarak, bir an unutturarak mutlaka konuyu ‘’SOYKIRIMI’’ kavramına yaslamayı mağdurluk kimliği içerisine yerleştirerek anlatmaya ısrarla da devam etmektedir.

Başka; tarihe cımbızla çektiği noktalardan vurgu yaparken, ‘’Kısacası elimizde çok geniş tutulmuş bir soykırım tanımı var ve daha ilginci, bu tanımın üretilmesinde yararlanılan somut olaylardan biri de zaten 1915 Ermeni tehciri. Bu durumda 1915 ve sonrasının bir soykırım olmadığını savunmak çok zor gözüküyor. Velev ki BM soykırım tanımını öyle daraltsın ki bu olay tanım dışı kalsın’’

Başka; ‘’Kıssadan hisse şu: Türkiye dürüst ve samimi bir toplum olmadıkça, kendisiyle yüzleşmedikçe, bu ülkede somuta ilişkin hiçbir tarih çalışması bize güvenilir ‘’gerçeği’’ söylemeyecek.’’

Başka; ‘’Asıl’’ ‘’talep geçmişin hatırlanmasıdır. Bu ortak yaşanmışlığın bölünmüş bir bellek üzerinden parçalanmasına karşı çıkılmasıdır. ‘Ermenilerin’ talepleri kendi yaşadıkları ‘felakete’ soykırım denip denmemesinden ziyade o ‘felaketin’ karşısında namuslu ve vicdanlı bir insani duruş sergilenmesidir. Ancak şurası da açık ki, eğer ‘Türkler’ bu tavrı göstermezse, sadece Ermeniler değil bütün dünya soykırım zorlamasında bulunacaktır.’’
Başkalara sabır gösterirseniz devam edelim:
‘’Türkiye’nin duyarsızlığında ve diaspora Ermenilerinin bu duyarsızlık karşısında yıllar içinde biriktirmiş oldukları öfkede gizli.’’

‘’Türk kimliğini insani sıradanlıktan ve doğal melezliğinden uzaklaştırıp devletleştirdiğiniz zaman, karşınızdaki kişinin kimliği anlamını yitirir.’’

‘’Türkiye’de ortaokullardan Türk Tarih Kurumu’na uzanan resmî ve ‘millî’ tarihçilik, açıkça söylemek gerekirse, utanılacak ölçüde ilkel bir düzeyde.’’

‘’Türkiye bu alanda maalesef iğdiş edilmiş bir zihniyete sahip.’’

‘’Ancak devlet güdümlü Türk Milliyetçiliği bu halkın tarih algısını neredeyse tamamen kadük hale getirmiş durumda.’’

‘’Belki de Türkiye, Türk Kimliğini besleme uğruna, tarihle gerçeklik bağını kaybetmiş bir ülke.’’

‘’Türkiye 1915 tehcirini öncesi ve sonrasıyla tarihçilere bırakmaya korktu.’’

‘’Devlet Ermenilerin 1915’i bir soykırım olarak kabul ettirmeye çalışmalarını, Türklerin algısıyla gerçeklik arasına perde örmek için kullanıyor.’’

‘’Türk/Ermeni meselesi de yüzleşme korkusuna kurban gitmiş durumda. Türkiye devleti bu korkuya ayakta tutarak bilmeyen, düşünmeyen, devlet bağımlı bir makbul vatandaş üretmeyi sürdürüyor.’’

‘’Toprak talebi ise gülünçtür. Hem Ermenistan’ın boyu posu nedeniyle, hem de zaten o toprakların Ermenilere ait olmaması nedeniyle. Çünkü o topraklar Osmanlı hanedanındı. Kullanmak, hukuki bir sahipliği ima etmiyor. Devlet yıkıldığında güçlü olan toprağa el koydu. Yani aslında bu topraklar hiçbir zaman ‘Türklere’ de ait değildi.’’

‘’Kısacası soykırım konusu sadece insanlara ne yapıldığı değil, yapanların bunu nasıl işlevselleştirdiği ve burada nasıl bir ‘yeniden dağıtım’ sistemi ürettikleridir ve tam da bu nedenle içe dönük bir ‘Türk Meselesi’ olarak yüzleşmeyi beklemektedir.’’

‘’Bir Ermeni milliyetçisinin en azından inkârcı bir Türk Milliyetçisi kadar ahlaksız olduğunu düşünüyorum.’’

‘’Türklerin en azından bir bölümünün henüz olgunlaşamamış çiğ bir ideolojik tavırdan çıkamadıkları olacaktır. Kötü niyetliler ise zaten ‘Türklerin’ bu tavırdan çıkmasının beklenmemesini ekleyeceklerdir.’’

‘’Ermeni milliyetçiler muhakkak ki bu tablodan ziyadesiyle memnun oldular. Çünkü onların tek derdi ‘Türklerin’ hepsinin birbirine benzediğini, değişmeyeceklerini, esas olarak ırkçı olduklarını ve yeni suçların işlenmesini ima eden eğilimler taşıdıklarını savunmak.’’

‘’Herhalde Türkiye’ye uluslar arası düzlemde diz çöktürmeyi siyasi amaç edinmiş olan Ermeni milliyetçileri geçen Pazar en ‘keyifli’ günlerinden birini geçirdiler.’’

‘’Diğer taraftan 1915 ve sonrası, Türkiye’nin Müslüman toplumu içinde tabulaştırılmış bir eşik.’’

‘’Türk/Ermeni Meselesi ve özellikle 1915 tehciri de Türkiye Cumhuriyeti Devleti için tabulaştırılmış bir eşik hüviyetinde.’’

‘’Türk kimliği devletin belirlediği şekil.’’ ‘’Türkiye alternatif tarih üreterek hiçbir yere varamaz.’’ ‘’Türkiyelilerin soykırım ‘yalanına’ inanmalarını engellemek.’’

‘’Türkiye’nin bilerek suçunu gizleme çabası.’’ ‘’Türkiye’nin kendi tarihçilerini utandırmak.’’

‘’Türkleri ‘milli’ bir tepki üretmeye teşvik.’’ ‘’Müslümanları Türklüğün içinde kurgulamak.’’

‘’Bu süreç günlük yaşam biçimini aşan, onu kuşatıp anlamlandıran bir kimlik ihtiyacını tetikler. Çünkü her insanoğlunun ‘sokağa’ yani kamusal alana ihtiyacı vardır ve yeni ülkede elde edilemeyen bu kamusal alan şimdi anavatanda aranmaya başlanır. Terk edilen ülkenin sosyal ve siyasal olayları giderek temel ilgi alanı haline gelir ve ortaya bir ‘diaspora’ çıkar… Eski ülkenin siyaseti ile yeni ülkenin gündelik hayatını bütünleştiren bu kendine özgü duruş, anavatanın gücü nispetinde kimlik üretir. Dolayısıyla anavatanın zayıf olduğu örneklerde, diaspora ek bir kimlik kaynağına, genellikle tarihe döner.

‘’Ermeniler bugün dünyanın dört bir tarafında bu psikolojiyi yaşamaktalar. Ama onların durumu diğer göçmenlerden çok daha zor; çünkü terk ettikleri topraklar yani anavatanları olan Anadolu bugün onları kimliksel anlamda kuşatmıyor. Ermenistan ise çoğu için yabancı bir ülke..Bu nedenle Ermeniler tarihe daha sıkı sarılmış durumdalar. Hele söz konusu tarihin, hayatlarını zar zor kurtaran bazı insanların kıyıma uğramış nesline gönderme yapması, Ermeniler için mukayesesiz bir kimliksel referans oluşturuyor.’’

‘’Kısacası Türk resmi tezini savunanların bir sürprize hazır olmaları lazım: Ermeniler ‘soykırım’ kelimesini bir kenara koyarak tarihsel olayın kendisine bakan ve yaşananları devlet/yurttaş ilişkisi içinde çözümleyen bir bakışa kaymaktalar. Bu durum ‘soykırım olmadı’ repliğini tekrarlayarak ve hukukun ardına gizlenerek tarih ‘üretme’ kolaycılığına pek izin vermeyecek. Türkiye toplumu bundan sonra vicdanıyla çok daha baş başa kalırken, tarihe mesafe alabilen bir kimlik geliştirme şansını da yakalayacak.’’

‘’Bugün her iki taraf da sağlıklı bir normalleşme sürecinin başındalar ve birbirinden elde edecekleri destekle hızla yol alabilirler. Birinci iş tartışmayı hâlâ ‘soykırım’ kavramı etrafında tutmak, tarihi hukuka esir etmek isteyen devletçi/milliyetçilerin afişe edilmesidir. İkinci iş bugüne kadar sürdürülen devlet politikalarının nasıl sahte bir tarih ürettiğinin ortaya konulmasıdır. Eğer her iki toplum da bunu kendi içinde yapabilirse, ortak geçmiş bütün güzellikleri ve tabii ki çirkinlikleri ile birlikte önümüze açılacak; bizler kendimizi gerçek hallerimizle karşımızda bulacağız. Böylece Ermenilerle Türklerin zihniyet olarak birbirlerine ne kadar benzedikleri, bunun geçmişi anlamak açısından ne denli sağaltıcı olduğu ortaya çıkacak.’’

Bilindiği gibi, son yıllarda TÜRK’Ü yok saymak, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ ırkçılığın dönüştürülmüş penceresinden göstermek bayağı taraftar buluyor! Yetmezmiş gibi, SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI YALANI yaftası da boynumuza asılmaya çalışılıyor

TÜRK MİLLETİNİN ve TÜRK MİLYETÇİLİĞİNİN hiçbir dönemde coğrafi ve kültürel sorunu olmadığını idrak edemeyenler, TÜRK’ÜN binlerce yıllık süzgeçten geçmiş kültürel birikimi olduğunu zaten anlayamazlar. Bu kültürle, herhangi bir kimlik bastırılmazken, tarihiyle yüzleşmekten kaçacak, inkâr edeceği tek bir konusu da yoktur.

1915’e nasıl gelindiğini yukarıda kendi satırlarıyla aktaran birinin, 1915 sonrası gerçeklerini ikrar ederek, SÖZDE SOYKIRIMINI ağzına dolarken bir o kadar samimiyetten uzak olduğu açıkça görülecektir. ‘’Türkiye dürüst ve samimi bir toplum olmadıkça’’ diyen birinin önce dönüp kendilerinin samimiyetlerini sorgulaması gerekir. Türk, kimliğini besleme uğruna tarihle gerçeklik bağını hiçbir zaman koparmadığı gibi yüzleşmekten de, korkacağı hiçbir şey yoktur.

SÖZDE SOYKIRIMININ olmadığını, bunu inkâr ve iftira ile gündemde tutma ahlaksızlığının ne manam bir şey olduğuna ben karar verecek değilim. Fakat TÜRK MİLİYETÇİLİĞİNİN ahlaksız olduğunu söyleyenlerin, dünyanın en büyük ahlaksızları olduklarını söylemeliyim. Ermeniler ve hempaları TÜRKLER SOYKIRIMI yaptı diyerek dünyanın gözünün içine baka baka YALAN söylüyor ve İFTİRA ediyorlar.

Onlar, bunun ne büyük ahlaksızlık ve günah olduğunu bilmiyorlar mı? Hepsi kendi inancına göre ZEBUR, TEVRAT, İNCİL ve KUR’AN’DA yalanın-iftiranın nasıl ve ne şekilde kesin yasaklandığından hiç mi haberdar değiller!

Bu toprakların Ermenilere ait olmadığı konusunda nasılsa doğruyu söyleyen, bu toprakların TÜRKLERE ait olmadığını söylerken de bir o kadar zırvalıyor.

Geçmişini anlamayan bir milletten bahsedeceksek, bunun en büyük örneğinin Ermeniler olduğunu, size bütün dünya söyler.

1915 ERMENİ TEHCİRİNİ, yalanla SOYKIRIMINA çevirmeye kalkışan, her göç ettirildikleri toprağı KADİMDEN beri kendilerinin olduğu iddiasında olanların nasılda nereden nereye savrulduklarını Ermeni Tarihi’ne birazcık bakarak, bu uzun satırları sonlandıralım.

M.Ö. sini sonraya bırakarak, M.S. 300’lü yıllardan başlayarak göz atalım; Bizans’ın Ermenilere neler yaptığını, nereden nereye defalarca sürdüğünü, defalarca yok ettiğini, Bizans ve Ermeni Tarihlerinin neleri yazdığını, Bizans İmparatorları, Theodosius, Iustinianus, Maurikius, II. Iustinianus, İoannes Tsimisgis, IX. Konstantin Monomakhus, X. Konstantin Dukas, Ioannes Komninus, i. Manuel, dönemlerine, bakmaları acaba geçmişlerini anlamaya yeter mi?

Ermenilerin Anadolu’ya nasıl ve neden yayıldıklarını, Gerçekten TEHCİR ve SOYKIRIMININ Bizans dönemin de nasıl yapıldığını, Pers’lerden başka, hangi güçlerin 1071’e kadar Ermenilere neler yaptığını, SÖZDE SOYKIRIMI YALANINA sığınan Ermenilere, Trakya’ya, Suriye’ye, Kudüs’e, Mısır’a, Kıbrıs’a, Trabzon’a, Kayseri’ye, Erzurum’a, Erzincan’a, Sivas’a, Zeytun’a Kilikya’ya, Tarsus’a, Girit’e, Habeşistan’a, Moldavya’ya, Polonya’ya Gürcistan’a, İdil Boylarına, Kafkasya’ya, Bursa’ya ve Tekfurdağı’na neden gitmiş olduklarını, Oğuzlara karşı, Kürtlerle nasıl işbirliği yaptıklarını, hatırlatmak, geçmişlerini anlamaya yeter mi?

1071’ e kadar Anadolu’ya TEHCİR edilen ve SOYKIRIMINA uğrayan Ermenilerin, bu tarihten sonraki göç yollarını ve göç ettikleri yerleri, İranlılar, İlhanlılar, Araplar, Memluklar, Selçuklular, Danişmentliler, Moğollar, Osmanlı Döneminde neler yaşamış olduklarını, Timur’u ve İskender’i sormayı, Dilerseniz Cenovalılar’la, Venediklilerle olan münasebetlerini, Celali İsyanları sırasında, Anadolu’yu neden terk ettiklerini, sormayı da ihmal etmeyin.

‘ Dzırazadig’ denince Latinlerin Ermenilere neler yaptığını, dini makamları Gatoğigosluk Makamlarının neden sayısızca yer değiştirdiğini,

1915’e gelinceye kadar, 1562 Yılında M. Mikael başkanlığında, Sivas Surp Nişan Kilisesi’nde gizlice oluşturulan meclisin amaçlarını da, Ermenilerin tarihinde başka nelerin olduğunu da sorun.

Defalarca maruz kaldıkları TEHCİR, KATLİAM ve SOYKIRIMI hiç gündeme getirmezlerken, neden 1915’de ısrar ettiklerine artık siz karar verin.

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ, inanıyorum ki, SÖZDE SOYKIRIMI yalanına sığınmayan ve Ermeni Tehciri’nin acılarını yaşamış, dünyadaki bütün Ermenilerin ‘yaşanmış’ elemlerini paylaşacak ve onları yinede Anadolu’nun bağrında insan olmanın gereği her zaman kucaklayacaklardır. Gerçekleri yazmanın HAMASET olmadığını, yalan söylemenin nasıl bir ahlaksızlık olduğunu, umarım bir gün anlarlar.

Bense, bir cemaat gazetesinin SÖZDE SOYKIRIMI SAVSATASINA neden payandalık ettiğini anlamıyorum.
KAYNAK: Batı Ermeni Tarihi-Pars Tuğlacıyan
Zaman Gazetesi/ Etyen Mahçupyan’ın;
2005–2012, muhtelif, köşe yazıları

Cem Cüneyd Canan

Cem Cüneyd Canan © 2006 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön