KIZILELMA "HEDEF TURAN" AMA NASIL? (VI)

13 Haziran 2022


Amur Oblastı,

Moskova’ya 8,000 kilometre uzaklıkta, Amur ve Zeya Nehri’nin kıyısında bulunan Rusya’ya bağlı oblastır.  Kuzeyinde Saha Cumhuriyeti,   doğusunda Habarovsk Krayı ve Yahudi Özerk Oblastı, güneyinde Çin, batısında Zabaykalski Krayı vardır. Stanovoy Sıradağlarının doruğuna kadar uzanan toprakları içine almaktadır. Amur Bölgesi, 1858'de Çin ile imzalanan Aigun Antlaşması’yla   Rusya'ya bırakılmış ve 1932'de oblast olmuştur. Resmi olmayan Amur Krayı  Priamur veya Primorye terimleri, Amur Nehri civarındaki yaklaşık olarak bugünkü Amur Oblastı topraklarına tekabül eden bölge için Rus İmparatorluğu’nun   son dönemlerinde kullanılmıştır.

Oblastın yönetim merkezi olan Blagoveşçensk, 1856 yılında kurulmuş olup Rus Uzak Doğusu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri ve ticaret ile altın madenciliği merkezidir. Oblastın topraklarında Trans Sibirya Demiryolu ve Baykal-Amur Demiryolu bulunmaktadır. Yüzölçümü;363.700 km2, Toplam nüfusu; 830.103, Türk nüfusu; 7.000 dir. Etnik gruplar, Tatar ve Tuvalardır.

Arkhangelsk Oblastı,

Rusya’ya bağlı oblastır. Doğuda Nenets Özerk Okrugu ile Solovetski Adaları, Novaya Zemlya ve Franz Josef toprakları’nın yanı sıra birçok ada da Arhangelsk yönetim birimine bağlıdır. Rusya'nın Avrupa kesiminin kuzey kısmı boyunca, Onega Körfezinden  Yugorski Yarımadasına kadar uzanmaktadır. Oblastın yönetim merkezi Arhangelsk’dir.  Alçak buzultaşı tepeleri ve geniş vadileri, kuzeyde tundralar, güneyde ise ladin, çam ve huş ağaçlarından oluşan sık taygalarla (bataklık ormanlar) kaplıdır. Bölgenin başlıca ekonomik etkinliği keresteciliktir. Kıyılarda ve ırmaklarda balıkçılık yapılır. Nenetsler arasında Ren geyiği   yetiştiriciliği de yapılır. Yüzölçümü;587.400 km2, Toplam nüfusu;  1,185,536, Türk nüfusu; 1.000 dir. Etnik Gruplar; Ruslar :% 95,6- Ukraynalılar :% 1,4- Ağlar :% 0,6- Belaruslular :% 0,5- Komi :% 0.4- Tatarlar :% 0.2- Diğerleri:% 1,3 dir.

Astrahan Oblastı,

Rusya’ya bağlı bir oblast olan Astrahan Oblastı’nın  başkentidir. Oblastın yönetim merkezi Astrahan şehridir. 2008 yılında Rusya Merkez Bankası, Astrahan Oblastı anısına hatıra parası bastırmıştır. Rus istilasından önce Astrahan Hanlığı’nın   başkentidir. Yüzölçümü; 44.100 km2, Toplam nüfusu; 1.005.276, Türk nüfusu; 270.000 dir. Etnik Gruplar; Ruslar % 69,69- Kazaklar % 14,21- Tatarlar % 7.02- Ukraynalılar % 1,25- Çeçenler %1- Azeriler % 0,82- Kalmuklar % 0,71- Ermeniler % 0,63- Nogaylar % 0,45- Çingeneler % 0,43- Avarlar % 0,42- Lezgiler % 0,36- Dargiler % 0,35- Beyaz Ruslar % 0,26- Türkmenler % 0,21- Koreliler % 0,21- Astrahan Tatarları % 0,2- Almanlar % 0,14- Kumuklar % 0,14- Gürcüler % 0,12- Çuvaşlar % 0,12- Türkler % 0,11- Özbekler % 0,1- Yahudiler % 0,1- Mordvinler % 0,09- Tabasaranlar % 0,08 dir.

Azerbaycan Cumhuriyeti   

Nüfus; 10.126.000, Yüzölçümü; 82.600 km2, Dil; Azerbaycan Türkçesi, Para Birimi; Manat dır. Etnik Yapı;  Azerbaycanlı: %91,6; Lezgi: %2; Rus: %1,3; Ermeni: %1,3; Talış: %1,3; Avar: %0,6; Türk: %0,4; Tatar: %0,3; Tat: %0,3; Ukraynalı: %0,3; Sahur: %0,1; Gürcü: %0,1; Kürt: %0,1; Yahudi: %0,1; Diğer: %0,1 dir.

Üyesi Olduğu Uluslararası Kuruluşlar; Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT), Avrupa Kafkasya Asya Ulaştırma Koridoru (TRACECA), Avrupa Konseyi (AK), Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Birleşmiş Milletler (BM), Asya'da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı (CICA), Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova Grubu (GUAM), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİ), Uluslararası Para Fonu (IMF), Uluslararası Polis Teşkilatı (INTERPOL), Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ([1])

“SSCB'nin çökmesinden sonra yeniden bağımsızlık kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti'nde, devletin yönetsel yapılanması ve demokratikleşme alanında reformlara başlanıldı. Bu reformlar bir bütün olarak kamu yönetimi alanında bir dizi önemli yenileşmeleri beraberinde getirdi. Bunlardan en önemlilerinden olarak, yeni bir anayasanın kabulü, kamu yönetimi sisteminde etkinliğin ve verimliliğin artırılması yönünde yenilikçi adımların atılması, devletin sosyal, politik, hukuki, ekonomik ve ideolojik işlevlerinin değişimini belirtebiliriz. Bu kapsamda önceki rejimden kalma birçok kurumlar kaldırıldı, modern yönetim sistemine uyum sağlayabilecek yeni kurum ve kuruluşlar tahsis edildi ve yönetim sisteminin etkinliğini artırmak için birçok hukuki düzenlemeler gerçekleştirildi. Ortadoğu ve Ön Asya’nın ortasında, Büyük Kafkas dağlarının güneydoğusundaki topraklarda kurulmuş olan Azerbaycan Cumhuriyeti XX. yüzyılın sonunda topraklarının bir bölümünde bağımsızlığına yeniden kavuşmuştur. Yüzölçümü 86.660 km2 olan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sınırları 3.660 km’dir. Komşu ülkeleri kuzeyde Dağıstan Özerk Cumhuriyeti (Rusya), kuzeybatıda Gürcistan, güneyde İran, güneybatıda Ermenistan ve Türkiye’dir Ülkenin doğusunda ise, Hazar Denizi bulunmaktadır. Türkiye ile doğrudan sınırı Nahcivan Özerk Bölgesi’nde yer alan 12 km’lik alandır. Ermenistan tarafından Rus ordusunun desteği ile topraklarının % 20’si işgal edilmiş, 1 milyondan fazla kişi kendi topraklarından göçe zorlanmış ve mülteci durumuna düşmüştür. Resmi dili Azerbaycan Türkçesi’dir. Ülke nüfusunun %71,9’unu 15-64 yaş, % 5,8’ini 65 yaş üzeri, %22,3’lük bölümünü de 15 yaş altı oluşturmaktadır. Yıllık nüfus artış hızı %1,2, ortalama ömür 75 yıldır. 2020 yılı rakamlarına göre nüfusun %52’i Şehirlerde yaşamaktadır. Azerbaycan, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere doğal kaynaklar bakımından da oldukça zengin bir ülkedir. Ülkede 2019 yılı verilerine göre kişi başına düşen GSYH 8.247,0 Manat'tır.”  ([2])

“Azerbaycan Adı

Kafkasya, efsaneye göre gökten ateşi çalarak insanlığa armağan eden Premeteus’un çarmıha gerildiği ülkeydi. İnsanlar ebedi ışığa kavuşmuştu ancak Premeteus bunun cezasını ağır ödedi. Tanrılar onun üzerine her gün yenilenen göğsünü yemekle görevli kara bir kartalı saldı, fakat O her defasında kendini yeniledi ve aynı işkenceye her gün maruz kaldı.  Tıpkı efsanede ki gibi o gün bu gündür coğrafyası, enerji ve doğal kaynakları nedeniyle çok rağbet gören Kafkasya birçok defa parçalanmış, istilaya uğramış, üzerindeki halklar kan ağlamış ve her defasında da kendini toparlamaya çalışmıştır. Azerbaycan’da Kafkasya toprakları üzerinde yer alır. Belki bu efsane nedeniyledir ki “Azerbaycan” kelimesinin anlamına dair söylenen rivayetlerden birisi eskiçağlarda bölgede yaygın olan Mecusîlik dini ile ilgilidir. Bu rivayete göre “od” anlamındaki “azer” ve “muhafız” anlamındaki “baygan” kelimelerinin birleşmesinden oluşan “ateşin muhafızı” anlamındaki “Azerbaygan” kelimesi sonradan “Azerbaycan” seklini almıştır. Genelde kabul edilen diğer bir görüşe göre, bölgeyi fetheden Büyük İskender’in ölümünden sonra (M.Ö.323) buranın yönetimini komutanlarından Atropates üstlenmiş, bu kisinin adına izafeten de bölgeye Atropatana denilmeye başlanmıştı. Bu kelime Sasanîlerin dilinde Azurbazagan’a, Arapların dilinde de Azerbaycan’a dönüşmüş, zamanla Türkler de bu ifadeyi benimsemişlerdi.  Başka bir görüş ise Sovyetler Birliği’nin burada yaşayan Türklere yönelik politikasıyla ilgilidir. Buna göre, ilk kuruluş yıllarından 1930’lara kadar Azerbaycan halkının millî kimliği Sovyet makamları tarafından da “Türk” olarak kabul edilmişti. Daha sonra siyasî sebeplerle Türk adının unutulmasının sağlanması için “Azerî” kelimesi özellikle vurgulanarak, yöre halkının Türk olmadığı, başka etnik kökenden, (ilkçağlarda burada yasayan Medlerden) geldiği görüşü zorla kabul ettirilmeye çalışılmıştır.  

Azerbaycan’ın Sınırları Coğrafyası ve Ekonomisi

 Azerbaycan tarihini çalışmak isteyen bir kişinin, Avrasya, Türkistan, Kafkasya kavramları içinde onu araması gerekir. Bunun da nedeni Azerbaycan’ın sınırlarının çeşitli tarih devirleri içerisinde ona hükmedenlerin iktidarı nispetinde değişmiş olmasıdır. Önceleri Azerbaycan ile kastedilen Hemedan ve Zencan şehirlerinden başlayarak kuzeyde Derbend’e kadar olan bölge iken, daha sonraki dönemlerde bu terim batıda Ber’den doğuda Zencan, Kuzeyde Deylem ve Târım şehirlerini de içine almıştır. 1828 yılından itibaren ise Azerbaycan Aras nehri esas alınarak kuzey ve güney olarak idari coğrafya bakımından ikiye bölünmüştü. Buna rağmen her iki bölge de milliyet, din ve gelenek bakımından tam bir birlik yaşamıştı. Ancak zaman içerisinde her bir taraf kendini yöneten siyasi hâkimlerine boyun eğmek zorunda kalmış, farklı yönetimler altında ve farklı komşularla hayatlarını sürdürmüşlerdi. Azerbaycan iklim ve doğal bölgelerinin çeşitliliği, dağ ve orman alanları, verimli ovaları, geniş deniz kıyıları ile coğrafi açıdan yaşanması rahat bir ülkedir. Doğal maden yatakları, hammadde rezervleri, özellikle petrol, bakır, mermer ve altın yatakları bakımından zengindir. Kafkasya geçidinde önemli bir konum sahip olan Azerbaycan, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bir köprü vazifesi görmektedir. Üzerinden önemli askeri, stratejik ve ticaret yolları geçmektedir. Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan bölge, tarih boyunca doğu ile batı, kuzey ile güney arasındaki bir geçiş noktası olması dolayısıyla birçok kavmin uğrak yeri olmuştur. Asur-Babil, Pers-Yunan ve Makedonya, Partlar- Romalılar, Sasani-Bizans, Arap-Sasani, Arap –Bizans, Selçuklu- Bizans, Moğol- Selçuklu, Osmanlı-Rus, Rus-İran, İran-Osmanlı mücadeleleri hep bu topraklar üzerinde gerçekleşmiştir. Bu topraklar Türkmen ve Moğolların akınlarına uğramıştır. Bu nedenle, Azerbaycan tarihini Oğuzlardan başlayarak Türklerin, Selçukluların, Moğolların, Arapların, İranlıların, Osmanlıların, Türkiye’nin, Çarlık Rusya, Sovyetler ve günümüz Rusya’sının tarihinden bağımsız incelemek olanaksızdır. Ayrıca Rus hâkimiyeti boyunca Azerbaycan, birçok istiklal hareketine öncülük etmesi hasebiyle onların tarihi Kırım, Türkistan, İdil-Ural ve diğer Türk yurtlarının istiklal mücadeleleri ile aynı anda da zikredilmektedir. Diğer Türk yurtlarında yaşayan Türk toplulukları gibi Azeriler de tarihleri boyunca istiklalleri uğruna birçok zorluğa göğüs germiş ve bu yolda da birçok evlatlarını kurban etmişlerdir.

Tarihi Süreçte Azerbaycan

Tarihi süreçte Azerbaycan’a bakacak olursak; İranlı Medler (MÖ 900- 700) ardından Ahameniş imparatorluğu hâkimiyetinde kaldı. Zerdüştlük dini bunlar zamanında bölgede yayıldı. Daha sonra Selevkos imparatorluğu kuruldu. Roma döneminde Romalılar tarafından da yerleşim yeri olarak kullanıldı. Sasanilere ait vasal bir bölge halinde kaldı. Abbasi halifeliğinin gerilemesiyle Müsafiriler, Saciler, Şeddadiler, Büveyhiler gibi birçok yerel devlet bölgeye egemen oldu. Büyük İskender, zamanında Persleri mağlup ederek Orta Asya’ya doğru uzanmış, doğu ile Akdeniz dünyası arasında bir bağlantı kurmak istemişti. Orta Asya’dan Çin’e ulaşabilmek için birçok garnizon ve şehirler kurmuştu. Ancak bölgedeki Türkmenlerin savunmalarıyla güneye yönelmek zorunda kalmıştı. Batılıların petrol ile tanışması da bu döneme rastlar. İskender’in Türkistan seferinde Makedonyalı bir asker olan Proksenes, Oxus (Ceyhun) kıyısında Kral çadırı kazarken koyu yağlı bir sıvı bulmuş ancak bunun petrol olduğunu anlayamamış ve zeytinyağına benzetmiştir. İlk Türk akınları Azerbaycan bölgesine M.Ö VII. yy da İskitler tarafından yapıldı. Daha sonra 120 de Sabirler bölgeye hâkim idi. IV ve V. yy da Hunların geçiş bölgesi oldu. Sabirlerin torunları Hazarlar 700 senelerinde bölgeye yerleşti. İdil Nehrinin Hazar Denizi’ne döküldüğü yerde saltanat kuran Hazar Türkleri, Kalmuk Sahrası ve Kumuk Sahili ile aşağı doğru indi, Mugan Çölü’ne yayıldı. Kafkaslardan Macaristan’a kadar uzanan geniş sahada muazzam bir düzen kurdu. Uzun yıllar birbirleriyle savaşan kavimler Hazar Türkleri sayesinde ticaretle, sanatla tanıştı ve dini hayat daha önem kazandı. Hazarları takip eden birçok Türk kabilesi bölgeye Derbend kapısından giriş yaptı. Yüzyıllar boyunca o kadar çok Türk kavmi bu geçidi kullandı ki burası “Türk Kapısı” olarak anıldı. Bölgede görülen ve Urfalı Mateos’un uzun saçlı, yaylı ve mızraklı, rüzgâr gibi uçan atlar üzerinde diye tarif ettiği kişiler de Türklerden başkası değildi.

Buraların esas olarak Türk yurdu olması Selçuklular zamanındadır. Tuğrul ve Çağrı Beyler bu bölgeye pek çok akın yapmıştı. Bölgenin fethinden itibaren çok sayıda Oğuz (Türkmen) toplulukları buraya yerleşti. Selçuklular, Bizans ve Gürcülerle olan sınır boylarına özellikle Türkmenleri iskân etti. Anadolu’yu fetheden ve oradaki Türklüğü uzun zaman besleyen de buradaki Türk gruplar olmuştu. Selçuklu Devletinin ilk zamanlarında “melik” adı verilen şehzadeler, eğitim amacıyla bu bölgeye gönderildi. Moğol istilalarından etkilenen bölge bir dönem İlhanlılar ve Altın Orda hâkimiyetinde kaldı. Selçuklu döneminden sonra 1146 da Gence de 80 sene Şemseddin İldiniz Sülalesi Azerbaycan Atabeyleri namıyla hüküm sürdü. 1400’lü yıllarda Karakoyunlular ve Akkoyunlular Azerbaycan’a hükmetti. Burada ki Türk nüfusu bu dönemde daha da arttı. Karakoyunlular, Timur ve Çağataylara karşı mücadelelerini Azerbaycan’dan yaptı. İnançlarının merkezine Hz. Ali’yi yerleştiren Safevî hükümdarları, 16. yüzyılda bölgeye egemen olarak Şiiliğin yayılmasında etken oldu. Bölgede Sünni özelliğini koruyan halk başka tarikatlar üzerinden hayatını sürdürdü. Anadolu’da da yayılan Heteredoks olarak nitelenen Şiiliğin ön planda olduğu bir yapılanma meydana geldi. Hatta bu dönemde Şiilik zorla halk arasında yayılmak istenmiş, kabul etmek istemeyenler sürgüne tabi tutulmuştu. Bazı aşiretler bazen Sünni olduğu halde Şii imiş gibi davranmış Osmanlı idaresine geçtiklerinde tekrar eski inançlarına dönmüştü. Bu şekilde din değiştirenlere Safevîler “dönük” adını verdi. Bölge Osmanlı-İran arasındaki çekişmelere sahne oldu. Şah Abbas döneminde Osmanlı’nın iç karışıklıklarından istifade edilerek, Tebriz bölgesinde yaşayan pek çok Sünni Türkmen rahatsız edilirken, 1606’da Gence’yi ele geçiren Safevîler Şençay Nehri kıyısında pek çok dönük Türkmeni katletti. Dönüklerin başında Karakalpak, Sa’adlu, Pazukî, Kazak, Karamlu, Hacılar gibi pek çok aşiret geliyordu. Gence, Karabağ, Şirvan ve Tebriz’de 25 bin dönük ailesi 1614’te sürgüne zorlandı. Bu nedenle bölgede pek çok kabile yer değiştirmiş ve etnik yapı farklılaşmıştı.

18. yüzyılda Azerbaycan üzerinde hâkim olma mücadelesi Osmanlı Devleti, Safevî Devleti ve Rusya arasında geçti. Safevîler’in zayıflamaya başlamasıyla, Azerbaycan’daki beylerbeylikleri merkeze tabi olmak istememiş ve isyan çıkarmıştı. Safaviler ise hâkimiyetlerini korumak ve Osmanlı’nın bölgedeki otoritesini sarsmak için Osmanlı Devleti’ne düşman olan ve Karadeniz’e çıkmak için çabalayan Rusya’dan askeri yardım istedi. Bunun üzerine I. Petro (Büyük Petro), yakını Albay A. Volinski’yi Büyükelçi olarak gönderdi. Bölgenin hudutlarını, ordunun ilerleyebileceği yolları ve kervan yollarını tespit etmek nihai amaçtı. Bunun yanı sıra bir diğer amaçta, Safevî Devleti içerisinde, Türklerin (Osmanlı’nın) onların asıl düşmanı olduğuna inandırmaya yönelik propaganda yapmaktı. Bölgedeki Ermeni ve Gürcüler, Safevî Devletine karşı kışkırtılmış ve devletin çöküşü hızlandırılmıştı. Ayrıca bu halklara Ruslara destek vermeleri karşılığında Osmanlılar tarafından ele geçirilen Gürcü topraklarının geri alınacağı ve kendilerine iade edileceği vaat edilmişti. Bu dönemde Rusya’ya karşı Azerbaycan’ın Kuzeydoğu bölgelerinde Hacı Davud, Surhan Han, Kaytaklı Ahmet Han gibi birçok ayaklanma meydana geldi. Ancak bu direnişlere rağmen Rusya Derbend’e doğru ilerledi. Bu sıralarda meydana gelen bir doğal afet ordunun tüm yiyecek rezervinin kaybolmasına sebep olurken, Kafkasya’nın yabancı doğası da Rus askerinin sağlık durumunu kötü etkiledi. I. Petro geri dönmek zorunda kaldı ancak emelinden de geri dönmedi. Osmanlı 1722’de bölgede Hacı Davud’u destekledi. Kendisine Han unvanı vererek Şirvan ve Dağıstan hâkimi ilan etti. Rusya tarafından 20 Haziran 1723 tarihinde yeniden başlatılan Bakü kuşatması 26 Temmuz’da sona erdi ve Bakü Rusların eline geçti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti harekete geçti ve Rusya’nın işgalcilik siyasetini durdurmak istedi. Safevîlerin diğer topraklarını işgal etti. Osmanlı ile Rusya arasında 12 Temmuz 1724 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması ile taraflara ait topraklar belirlendi. Ejderhan’dan Astrahan’a kadar Hazar Denizi’nin tüm batı ve güney kıyıları Rusya’ya, Güney Kafkasya’nın tüm doğu kısmı ve Güney Azerbaycan ise Osmanlı Devletine ait oldu. Şirvan’la ilgili ayrıca bir madde konularak buraya özerklik tanındı.  Rusya’dan izin almak koşuluyla herhangi bir kanunsuzluk durumunda Osmanlı buraya asker gönderebilecekti. Böylece Rusya yüzyıllarca sürdürdüğü emeli olan Hazar Denizi Ticaret Yoluna çıkışını sağlamış oldu. Rusya, Safavi Devleti’nin zayıflamasından faydalanarak İran’dan Derbend ve Gilan’a kadar olan bölgenin kendisine verilmesini istedi. İran ile Rusya 1728’de antlaşma imzalandı. Rusya, Safevî şahlarının hâkimiyetini korumak için söz verirken istediği bölgeye de sahip oluyordu. Azerbaycan’da 1808-1828 tarihleri arasında kendi benliklerini devam ettiren Derbend, Kuba, Lenkeran, Şeki, Revan, Şirvan (Bakü), Karabağ, Gence, İrevan ve Nahçıvan’da Azerbaycanlı Türk hükümdarları vardı. Bu hanlıklar tarih boyunca stratejik bir önem taşımış; Ruslar, İran ve Osmanlı Devleti arasında anlaşmazlık konusu olmuştu. Bu hanlıkların büyük bir kısmı 1813de Çarlık Rusya’sının hâkimiyetine girdi. İran 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması ile buralardaki Rus hâkimiyetini tanıdı. Rusya bu anlaşmadan sonra Azerbaycan’ın İrevan, Nahçıvan ve Karabağ Hanlıklarına; İran ve Osmanlı Devleti’nden gelen Ermenileri yerleştirmeye çalıştı. Böylece kendi hâkimiyetini pekiştirmek için Hıristiyanlardan meydana gelen bir nüfus yapısı oluşturmak istedi.  Çarlık Rusya’sının güneye doğru yayılmak istemesinde kültürel-ideolojik etkenlerin yanı sıra özellikle I. Petro’dan itibaren ekonomik çıkarlar temel alınmıştı. Ticaret merkezlerine ve denizlere hâkim olma politikası güdülmüştü. Bu amaçla Rusya’nın güney yolu üzerindeki İstanbul, Boğazlar ve Balkanlardaki nüfuz ve yayılma sahası olarak daha önem kazanmış, Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoks, Rum ve Slav halklarıyla da bu politika doğrultusunda daha fazla ilgilenilmişti. I. Petro zamanında, Modern Rusya’nın temelleri atılırken, bir yandan da sıcak denizlere inmenin yolları aranıyordu. Önce Balkanlara yönelen Rusya, Osmanlı Devleti ile yapılan Kırım Savaşı (1853-1856) yenilgisinden sonra Karadeniz-Boğazlar-Balkanlar bölgesinde ilerlemesinin mümkün olmayacağını anlasa da politikasından vazgeçmedi. O dönemin Kafkasya’sındaki karışıklıklardan faydalanarak hedefini güneye yöneltti. Nitekim henüz modern silahlara sahip olmayan, kendi içlerinde mücadeleler yaşayan bu bölgedeki halklar kısa sürede Rus egemenliğine boyun eğdi.  Böylece Rusya, Asya’yı hâkimiyetine alarak kendine pazar sağlayacaktı. Çünkü Rus malları Avrupa’da Fransız ve İngiliz malları ile rekabet edecek durumda değildi. Dönemin Moskovalı tüccarları ise Rusya’yı kendilerine pazar oluşturması için sıkıştırmaktaydı. Dış İşleri Bakanlığı’nın 1838 tarihli bir raporunda “ticaret bizim Orta Asya politikamızın temel hedefidir” denilerek bu amaca vurgu da yapılmıştı. Ayrıca Hazar Denizi üzerinde doğu ülkeleri ile yapılan ticaretin gelişmesi Rusya’nın zenginleşmesine ve sanayi alanlarının genişlemesine olanak sağlayacağı düşüncesiyle Petro, Hazar’ı “bir Rus Denizi” ne dönüştürmeye çalıştı. Burası Rusya’nın Ortadoğu’ya, Akdeniz’e, Hint Okyanusu’na geçişinde üs olarak kullanacağı bir bölgeydi. Bunun sonucunda da Kafkasya’da 19. yüzyılın sonlarında Rus hükümeti büyük ölçüde kontrolü ele geçirmişti. Azeri Türkleri ile Farsların asırlarca birlikte yaşadığı bilinmektedir. Aynı coğrafyayı paylaşmaları nedeniyle onlar arasında çekişmeler olması doğaldı. Bunun yanında etkileşimler de meydana geldi. Mitolojileri ve efsaneleri çoğu kez birbirine karıştı. Daha sonra ki dönemde Rusların buna eklenmesiyle, bu etkileşim daha da büyümüştür. Türklerde Batır, Ruslarda Boğatır, Farslarda Bahador benzerliği bazen bir isim bazen bir kahramanı temsil etmiş ve bu milletler arasında yayılmıştı. Ruslar bazen de bölgede yaptıkları propagandalarla halka Babek gibi önemli halk kahramanlarını, İslamiyet ve doğuya savaş açmış gibi göstermişlerdi. İngilizler, 19. yüzyılda Kafkasya mücadelelerine dâhil olmuştu. Ruslar ve İngilizlerin bölge üzerindeki faaliyetleri halk tarafından tepki ile karşılandı. Dönemin İran Hükümdarı Nasıreddin Şah, Rusya’nın Farslardan aldığı toprakları geri alamadı. Ayakta kalabilmek ve halkını modernleştirmek için de çok çaba harcadı. Ancak onun yaptığı bazı uygulamalar halk arasında isyana neden oldu. Tabiî ki bu dönemde İran’daki Azeri Türkler de bu isyanlara katıldı. En önemlilerinden biri 1890 yılında tütün ve tömbeki imtiyazının Nasıreddin Şah tarafından İngilizlere verilmesiyle başlamıştı. Ulemanın rehberliğinde halk devlet tarafından duvarlara yapıştırılan ilanları yırtıp tütün ve tömbeki dükkânlarını kapattı ve genel bir greve gidildi. Milli bir hükümetin kurulmasına olan temayül her geçen gün arttı. Hatta bu öyle bir noktaya ulaştı ki Nasıreddin Şah’tan sonraki dönemde 1908 de Tebriz’de umumi grev ilan edilerek Meşrutiyetin Şah tarafından kabul edilmesi için nümayişler yapıldı. Postane önünde polis gece gündüz beklemek zorunda kalmıştı. Öğrenciler Namık Kemal’in şiirlerini okumuş ve etkilenmişlerdi. Sonunda Şah, Meşrutiyet ve Meclise boyun eğdiğini açıkladı. İran Azerbaycan’ı, tüccarlarının gittikleri Rusya, İstanbul ve Avrupa’dan fırkalar, gazeteler ve komitelerin hürriyet çalışmalarına şahit olmuş ve etkilenmişti.  Çarlık Rusya’sının Azerbaycan’da yaptığı ilk uygulamalardan birisi buradaki askerlik mesleğini ve Azerilerin askeri yeteneklerini yok etmek oldu. Rus idaresine karşı yürütülen milliyetçilik çalışmalarının en büyük tehlikelerden biri olarak algılaması bunun nedeniydi. Yapılan uygulama ile halkın kendilerine  karşı ayaklanmasını engellemiş olacaklardı. Ancak Turancılık /Türkçülük Türkiye ile Azerbaycan’ı birbirine bağlayan en devamlı ve edebi bir bağ idi. Turancılık mefkûresi doğunca millet beynelmilel İslamiyetçilik ve federasyon formüllerini çıkarmış, sosyologlar da “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak”, diye üçayaklı bir amaç ortaya atmıştı. Bu amaç Azerbaycan’da kısa bir sürede popüler bir akım olarak sönmeyen bir siyasi felsefeye dönüştü.  Azerbaycan’ın İstiklali yolunda ilerlemesi durdurulamazdı. Rusların bölgeye hâkim olduktan sonra uyguladıkları diğer bir politika da Ermenileri, Azeriler üzerine kışkırtmak olmuştu. Dönemin aktörlerinden Rus Çarı II. Nikolay’ın Balkanlardan sıcak denizlere ilerleyemeyeceğini anlaması üzerine doğuya doğru ilerlemesi 1904 yılında başlayan Rus-Japon savaşına neden oldu. 1905 yılında, “1905 Rus Devrimi” olarak da adlandırılan, uzun süren mali ve askeri gereklerin ihmâl edilmesi ve savaşın sonucunda elde edilen başarısızlık nedeniyle ülke içinde birçok köylü, asker ve işçi ayaklandı. Ayaklanma yaklaşık bir ayda bastırıldı. Rusya’da çıkan ayaklanmalara İttihat ve Terakki hükümeti de kayıtsız kalmadı. Şurâ-yı Ümmet gazetesinde, “okuyun ibret alın” başlıklı bir makale çıktı. Rusların Azeri halkına yaptığı zulümler anlatıldı ve kınandı. Bu ayaklanmaları bastırmak için Ruslar, Ermenileri Azeriler üzerine saldı. Bakü’de 1905 tarihinde Türklerle Ermeniler arasında kanlı çarpışmalar oldu. Daha sonra bu çarpışmalar Erivan, Nahçivan, Gence, Suşa ve Tiflis’e de yayıldı. Bu ayaklanmalar sonucunda ulusal benlik daha önem kazandı ve gelişti. Bu dönemde Kafkas Türkleri meydana gelen çatışmaların şiddetinin anlatıldığı birçok mektup yazmış, kimsesiz kalmış kadın ve çocuklar için yardım istemiştir. Sonrasında Kafkasya’daki Türkler İttihat ve Terakki ile ilişkilerini devam ettirdi. Paris’ten gönderilen 23 Kasım 1906 tarihli “Kafkasya’da Müslüman Kardeşlerimize” başlıklı bir mektupta; İttihat ve Terakki’nin Kafkasya’daki bütün Müslümanların bir noktada birleşmelerini istediği yazılmaktaydı. Para tedariki yapılmalıydı. Polonyalılar ve Yahudilerle temas edilerek onlardan faydalanılmalıydı. Rus hâkimiyetine karşı açıktan açığa şimdi ayaklanmaktan kaçınılmalıydı. Bunun da en önemli nedeni Azerbaycan bölgesindeki Türklerin zarar görmesini engellemekti. Ruslara sadıkmış gibi görünmek, Hıristiyanlıkla bir sorunun olmadığına onları inandırmak gerekti. Bunları yaparken kendi milliyetlerini de kaybetmemeliydiler. Rus boyunduruğundan kurtulmaya mâni olarak Ermeniler gösterilmişti. Onların ekonomik olarak geçilmesi gerekirdi. Sultan Abdülhamit ve onun yönetiminden beklentide bulunulmamalıydı. Zira Abdülhamit onlara yardım etmezdi, hatta hürriyet fikri onlardan Osmanlı Türklerine sirayet eder diye onları zora düşürebilirdi. Rus Çarlığının 1914 yılında I. Dünya Savaşı’na isteksiz olarak girdiği söylenebilir. Bunun başlıca nedenleri arasında yönetime güvenini kaybetmiş bir orduya sahip olması ve siyasal rejim sorunları gelir. Bunlara büyük bir savaşın verdiği zorluklarla eklenince Çarlık rejimine karşı bir ihtilal patlak verdi. İşte bu dönemde, Alman İmparatorluğu’nun en önemli savaş hedeflerinden biri Batı cephesinde Fransa’yı işgal ederek savaş dışı bırakmak olurken diğer bir hedefi de doğu cephesinde Rusları mağlup etmekti. Rusların himayesindeki Kafkas halklarını isyana teşvik ederek ülke içerisinde kargaşa çıkarmak ve Rus Çarlığı’nın çöküşünü hızlandırmak Almanların bu savaşta Ruslara karşı izlediği politikalardan biri oldu. Bir diğer amaçta Rus kontrolünden çıkan Kafkaslardaki yer altı madenlerini ve rezervlerini Alman sanayisinin sürekli ihtiyaç duyduğu hammaddeyi karşılamakta kullanmaktı. Özellikle Bakü’deki petrol yatakları, savaş uzadıkça Almanya’nın petrol ihtiyacını karşılayacaktı. Görüldüğü gibi 20. yüzyıl Kafkasya’sı üzerinde Almanlar da etkili ve söz sahibi olmak istiyordu. Nitekim Almanların müttefiki Osmanlı Devleti’nin elde ettiği Çanakkale Zaferi, Rusya’da Bolşevik devrimin gerçekleşmesinde etkili oldu. Çarlık Rusya’sı yıkıldı ve yerine Sovyet Rusya kuruldu. Böylece dünya tarihinde yeni bir dönem başladı. Rusya’da 1917 Devrimi sırasında yalnız Türk-Müslüman unsurlar değil aynı zamanda Ermeniler ve Gürcüler gibi gayrı Rus unsurların liderleri de hürriyet hakkında verilen vaatlere inanmıştı. Türk Müslüman vekilleri 1917’de kendilerine muhtar devlet kurmak için faaliyetlerde bulundu. Azerbaycan Kuzey Kafkas, İdil-Ural, Alaş-Orda, Kırım ve Türkistan Milli Cumhuriyetleri ilan edildi. Bunlar kendi yurtlarını İslami ve milli esasta yönetmeyi hedefliyorlardı. Şubat 1917 Devrimi hem milli hareketi körüklemiş, hem de Rusya denetimini felce uğratmış, bu durum uzun süren kaos dönemine neden olmuştu. Bununla birlikte ilk bakışta eski Çarlık İmparatorluğu’nun hiçbir yerinde milli ilkelere ilişkin bir çözüm buradakinden daha az umut verici ve daha az uygulanabilir görünmüyordu. Halklar Beyannamesi’nin tanıdığı imkânlardan yararlanarak Kafkasya’daki milletler, Eylül 1917’de Tiflis’te düzenlenen Bölgesel Kafkasya Bolşevikleri Kongresi’nde, Kafkasya halklarının çeşitliliği, nüfusça az oluşları ve birbirine karışmışlığı göz önünde tutulduğunda Kafkasya milliyetleri için ne ayrılmanın ne de feodal devletler oluşturmanın önerilebileceği sonucuna varılmıştı. 1917 Ekim Devriminin ardından Bolşevikler, Taşnaklarla anlaşarak iktidarı ele geçirmek ve Azerbaycan’ın bağımsızlığına engel olmak için Bakü ve Azerbaycan’a yönelik şiddetli bir harekâta giriştiler. Burada yaşayan Azeri halkının yaşam seviyesinin Rus halkına göre daha düşük olması ve Bakü’deki petrol yatakları Rusların bölge üzerinde otoritelerini kaybetmek istememelerinin başlıca nedenleriydi. Ayrıca Azeri halkının Ermeni ve Gürcülerle aralarındaki anlaşmazlıklar Ruslara tutunacak bir dayanak verdi. Kısa sürede Azerilere ait toprakları kontrol altına aldılar. Buradaki halka yönelik soykırım niteliğinde bir politika izlediler. Tiflis’te 15/28 Kasım 1917’de Transkafkasya Komiserliği kuruldu. Ustaca bir düzenleme ile idare yetkisi Petrograd kurucu meclisine ve Transkafkasya illerinde seçilmiş temsilcilerle farklı bölgeler tarafından aynı oranda seçilmiş yedek temsilcilerin oluşturduğu Transkafkasya Meclisi’nden kaynaklanan bu komiserliğe verildi. Feshedilen Rus iktidarı kendi yerine özgür otoritelerini kurmayı uman Azeri önderleri etkisizleştirilerek, Gürcü toprak sahipleri ve geleceğin yönetici sınıfını oluşturmayı uman radikal Gürcü aydınlar arasında güçlükle oluşturulan bir koalisyon yönetiminde somutlaştırmıştı. Çarlık Rusya’sı, Azerbaycan Türklerini askerlik hizmetinden muaf tutarak onların cengâver niteliklerini unutturmaya çalışmıştı. Bu nedenle bölgede 1918’de meydana gelen hadiseler sırasında Ermeni ve Gürcüler çok çabuk teşkilat kurabildikleri halde Azeriler bir askeri güç teşkil etmekte zorlandı. Bunun bir sonucu olarak, Bakü çok kolay zapt edilmiş, Türk-Müslüman ahali üzerinde katliamlar yapılmış, Gence de tutuklanan Milli Azerbaycan kuvvetlerini de tehdit etmişlerdi. Osmanlı Devleti, Kafkasya ile uzun bir geçmişe sahip olmanın verdiği siyasal ve kültürel bağları nedeniyle bu bölgeyi yakından izlemiş, Rus ve Ermenilerin baskılarını artırmaları sonucunda duruma müdahale etmişti. Osmanlı Devleti ile Sovyet Rusya arasında 3 Mart 1918 de imzalanan Brest-Litowsk Barış Antlaşması siyasi gelişmelerin de bir dönüm noktası oldu. Bu antlaşma sonrasında Kafkasya’da büyük askeri ve siyasi değişimler yaşandı. Türk-Rus sınırı, 1877-1878 savaşından önceki sınır olarak tespit edildi. Doğu Anadolu’nun 6-8 hafta içinde boşaltılması ve Ermeni çetelerinin dağıtılması hükme bağlanmıştı. Sonrasında 3 Mayıs 1918 tarihinde Batum Konferansı düzenlendi. Kafkas cumhuriyetleri arasında barış ve savaş konusunda çıkan köklü anlaşmazlıklar Gürcülerin Almanlarla flört etmeleri, Azerbaycan’ın devamlı şekilde savaşa karşı çıkışı sonucu 26 Mayıs tarihinde bu cumhuriyetler lağvedildi. Aynı gün Gürcistan bağımsızlığını ilan etti. Bunu 28 Mayıs’ta Ermenistan ve Azerbaycan’ın bağımsızlık ilanları takip etti. Tiflis Gürcistan’ın, Erivan Ermenistan’ın, Gence (Elizavetpol) de geçici olarak Azerbaycan’ın başkenti oldu. Osmanlı Devleti, 4 Haziran 1918’de Ermenistan, Gürcistan Azerbaycan, Dağıstan ile bir barış antlaşması imzalandı. Buna göre Nahcivan Osmanlılarda kaldı. Böylece Azerbaycan ile irtibat sağlanmıştı. Osmanlı açısından Ermenistan ve  Gürcistan ile savaş bitmişti. Her ne kadar Azerbaycan bağımsızlığına kavuşmuş olsa da Bakü hâlâ ele geçirilememişti. Osmanlı Devleti için Bakü; tarihi, siyasi ve kültürel açıdan önem taşımıştır. Sadece doğal kaynakları nedeniyle değil, gittikçe artan Ermeni baskı ve zulümleri karşısında Osmanlı Türkleri bir kurtarıcı olarak görülmüştü. Bu süreçte Bakü Türk milliyetçiliğinin merkezi olmuştur. Azerbaycan’ın özgürlüğünü savunan başlıca liderler Hüseyin zâde Ali Turan, Ahmet Ağaoğlu, Alimerdan Topçubaşı mücadelelerini hep bu merkezden yürütmüşlerdi. Ruslar tarih içerisinde bu merkezi dağıtmaya çalışmıştı. Bolşeviklerin kışkırtmalarıyla Ermeni alayları 17 Mart 1918’de Bakü’deki Müslümanları katletmiştir. Üstelik bunların içerisinde silah taşıması imkânsız olan birçok kadın, çocuk ve ihtiyarlarda vardı. Osmanlı Devleti ile Azerbaycan arasında yapılan Batum Konferansı’nda antlaşma gereğince zaten Azerbaycan hükümeti Osmanlı Devleti’nden askeri yardım isteme hakkına sahipti. Osmanlı Devleti de gerektiğinde Azerbaycan’a askeri yardımda bulunacaktı. Azerbaycan’ın yardım çağrısı karşısında 15 Eylül 1918’de Bakü ele geçirildi. Böylece Azerbaycan hükümeti esas başkenti Bakü’ye kavuşmuş oldu. Rusya Brest-Litowsk barışını bir dikta olarak kabul etti. Kafkas ülkelerinin bağımsızlığını kabul etmediği gibi Bakü’yü de petrolleri nedeniyle bırakmayı hiç düşünmedi. Nitekim 13 Kasım 1918’de bu antlaşmayı feshetti. Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere 1918 senesi Azeriler için milli hareketin ve milli istiklal kavramının inkişaf devri olmuş aynı zamanda Azerbaycan Misakı Milli yesinin tarihini de teşkil etmiştir. Bu fikrin oluşmasında, Mehmet Akif’ten, Cavid Bey’e birçok şair edip, gazeteci ve devlet adamın rolü olmuştu. Çarlık Rusya döneminde olduğu gibi Sovyet Rusya döneminde de milliyetçilik meselesi bir türlü çözümlenememişti. Rus olmayan milletler Ukrayna, Beyaz Rusya, Azerbaycan, Ermenistan, Letonya, Kuzey Kafkasya, Don-Kazak, Tatar, Başkurt, Türkistan ve diğerleri ihtilalden sonra kendi milli bağımsızlıklarını kazanmayı başardı. Zamanın komünist liderleri milli bağımsızlıklarını kazanan devletleri tekrar bir irade altında toplamaya çalıştı.     

Bunun başarılamayacağı anlaşılınca iki farklı politik eğilim; hürriyetin savunucusu olarak bilinen komünistler ve her ne pahasına olursa olsun Rus hâkimiyetinin dağılmasını önlemek isteyen Rus şovenistleri ile işbirliği yaptı. Milli bağımsızlıklarını elde eden bu devletleri birer birer ortadan kaldırmak için ortak bir eğilimde birleştiler. İnsanların kendi kaderlerini tayin etme hakkı ile ilgili sloganlar, Rus imparatorluğu içinde yaşayan halkların haklarına ait beyanat ve milli ihtiyaçlarına göre hayatlarını düzenleme hususunda bu haklara yapılan atıflar, “Rus olmayan milletleri aldatan tatlı müsekkinler” olarak kaldı. 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi gereğince Türk ordusu Azerbaycan’ı terk etti. Ancak Gürcistan ve Ermenistan bağımsız kaldığı sürece zaten Ruslarla arada bir ortak hudut çizgisi kalmamıştı. Mondros mütarekesinden sonra İngilizler, Kafkasya’yı işgal etti ve burada bir “cordon sanitaire” kurarak, Türkiye ile Rusya arasındaki münasebeti kesti. Kafkasya’da bağımsız devletlerin kurulmasından sonra, İngilizler önce 28 Ağustos 1919’da Batum hariç Kafkasya’yı, sonra 7 Temmuz 1920’de Batum’u terk etti. İngilizlerin çekilmesiyle Azeriler kendiişlerini bizzat kendileri idare etmeye başladılar. Birçok devlet tarafından istiklalleri 12 Ocak 1920’de tanındı. Fakat yakın doğunun karmaşıklığından istifade eden Bolşevikler, Kafkasya’yı yeniden işgale kalkışarak 27 Nisan 1920’de üstün kuvvetlerle taarruza geçti ve Azerbaycan Halk Cumhuriyetini istifa etmek zorunda bıraktı. Sovyet Rusya, Azerbaycan’da 28 Nisan 1920’de Sovyet hâkimiyetinin kurulduğunu ilan etmiş ve bu günü “Aprel İhtilali” (Nisan Devrimi) olarak anma törenleri içine almıştır. Moskova’da 30 Ağustos 1922’de ilan edilen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Azerbaycan’ı da Ermenistan ve Gürcistan ile birlikte ele alabilecek bir yapılandırmayla Kafkasya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin birer üyesi konumunda birliğe dâhil etti. Tam 70 yıl boyunca Sovyet rejimi altında kalan Azerbaycan’ı Sovyetleştirmek için millî müesseseleri yıktı, millî orduyu dağıttı, aydınların pek çoğu öldürüldü. Azerbaycan’da “Soygun Haftası” adı verilen haftalar teşkil edilerek sınıf mücadelesi alevlendirdi, iç karışıklıklar körüklendi, kardeş kardeşe karşı düşman edildi. Her kabileyi birer milliyet haline getirmek için ellerinden geleni yaptılar, onlar ayrılmaya müsait olan unsurları geliştirmeye çalıştılar. Çıkarlarına uygun olarak yaptıkları bu faaliyetlerle bölgeyi elde tutmuşlardı. Bu dönemde Osmanlı Devleti de kendi derdine düşmüş ve Azerbaycan’a yardım edememişti. Azeriler kendi ülkeleri içerisinde kardeş ülke Türkiye’nin mücadelesini desteklemek istemişler ancak kendi içlerindeki durum dolayısıyla onlarda kendi mücadeleleriyle meşgul olmuştu. Dolayısıyla her iki ülkenin söz konusu süreçte birbirlerine yardım edememelerinin kendi iç kargaşa ve dinamiklerinden ileri geldiği anlaşılmaktadır. Azerbaycan her ne kadar Bolşevik istilasına maruz kalsa da milli ve manevi değerler orada ölmemiştir. Sovyet rejimi altında ki Azerbaycan’da daha 1924 yılına kadar 54 ayaklanma meydana gelmişti. Ancak bu olaylar çok ağır şekilde cezalandırılmış, isyan çıkaranlar ya idam ya da sürgün edilmişti.  20. yüzyılın en büyük jeopolitik sarsıntılarından biri, 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıydı. Siyasal literatür de “Bağımsızlıklar Geçidi” olarak adlandırılan bu dönemde bir arada bulunan ülkeler çözüldü ve her biri bağımsızlıklarını ilan etti. Azerbaycan Parlamentosunda 17 Kasım 1991’de bağımsızlık belgesi onaylanarak 31 Aralık’ta dünyaya duyuruldu. Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülke Türkiye oldu. Azerbaycan, Ocak 1992’de Birleşmiş Milletlere girdi. Böylece bağımsızlığı uluslararası teşkilatlar tarafından resmen onaylandı. Sovyet sisteminin çözülmesiyle birlikte bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan’da siyasal, ekonomik ve toplumsal bir dönüşüm başlamıştı. Sovyet rejiminden arınma dönemine girildi. Merkezi otoriteden ziyade toplumsal dinamikler bu değişimi ateşlemiştir. Ancak Sovyet döneminin etki ve tesirleri bir anda atılamadı. Bu dönemde miras kalan çeşitli sorunlar Azerbaycan’ın ileri dönemlerdeki stratejilerini de şekillendirdi. Politikasında önemli olan hususlar, ülkenin bağımsızlığının korunması ve toprak bütünlüğünün sağlanması; Karabağ probleminin çözülmesi; uluslararası kurumlarla uyum; pazar ekonomisine geçiş olarak sıralanabilir. ([3])

 

 

[1] https://www.mfa.gov.tr/azerbaycan-kunyesi.tr.mfa

[2] Recep REHİMLİ- Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Yönetimi Yapısı ve Siyasal Sistemi

[3] Hacer GÖL-Geçmişten Günümüze Azerbaycan

Cem Cüneyd Canan

Cem Cüneyd Canan © 2006 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön