08 Ağustos 2005
Toplumları, kapalı ve açık,gelişmiş, az gelişmiş, gelişmemiş, açlık sınırında, bilgi, zengin, süper güç, G-7 ler, G-8 ler gibi adlarla son yirmi yılda sıkça duymaktayız. Bu adlar toplumların hali-hazırda ki durumlarını anlatmak için kullanılıyor. Bir başka deyişle global dünyada devam ettiğiniz okulda, bulunduğunuz sınıfı belirliyor. Yani ne kadar ders çalışırsan o kadar bir üst sınıfa yüksele biliyorsun. Bir yerde 20 yıl derken, Erzincan da son 30-40 yılda ulaşılan insan beceri ve başarısına sosyal anlamda kısaca değinmek, daha doğrusu gelinen noktayı göremeyenlere, göstermek genç arkadaşlarımızı da bilgilendirmemiz gerekiyor. Osmanlı, Cumhuriyet derken, Erzincan 30-40 yılda neleri farklılaştırmış. Hatırlarsak, il ve ilçelerimizde, hatta köylerimizde ulaşılamayan insanlarımız vardı. Halk beyden, ağadan, muhtardan, jandarma komutanından çekinirdi. Vali, kaymakam, belediye başkanına, genelde, merkezde bulunan siyasi parti başkanları, zengin tüccar, sosyal yönleri gelişmiş insanların küçük bir bölümü ve iş münasebeti bulunan insanlar ulaşabilirdi. Her yerleşim biriminde en saygın ve kolay diyalog sadece öğretmenlerle kurula bilirdi. Hiç kimseye ulaşamayanlar ise köylülerdi.
Dünya da ve Türkiye de hızla değişen sosyal ve ekonomik yapı içinde, bu gelişmeleri algılayan insanımızdan, önce şehirde yaşayanlar, devlet kademelerinde görev alanlara, önceden gösterdikleri ilgi ve saygıyı göstermez oldular. Nedense hayatın böyle de sürdürülebildiğine inandılar. Bu uzaklaşmayı ve nedenlerini belediye başkanları, kaymakamlarımız ve valilerimiz hiç araştırmadılar, üzerinde durmadılar. Siyasi kamplaşmalar, ideolojiler ve terörde yerleşim birimlerinde kendi var olan canlılığını kaybetti. Nedenleri üzerinde durulmayan yapı, duyarsızlık yaşadığımız sonuçları getirdi. Yöneten duyarsız, yönetilen duyarsız bir toplum bulduk karşımızda. Bu da bir çok olumsuzluğu beraberinde günümüze taşımış oldu.
Bu süreçte gözden kaçan son derece olumlu bir gelişme yine kendi insanımızdan geldi. Başlangıçta hiç kimseye ulaşamayan köylümüz, hızla İstanbul-Ankara-İzmir ve diğer batı şehirlerimize yerleşerek, hem eğitim durumunu hem de ekonomik durumunu yükseltti. Ulaştığı sosyal ve ekonomik statü bambaşka oldu. Geldiği şehirlerde vakıflar, dernekler kurdu. O ilin sosyal ve ekonomik aktivitelerine katıldı. Her türlü yönetim kademelerinde yer almaya başladı. Kendi ilçesinde ulaşılmaz bulduğu bir kaymakamla, bir valiyle, bir belediye başkanıyla, geldiği yerde aynı çatı altında beraber olmayı başardı. Dün yöneticilerine ulaşamayan köylü, yeni geldiği yörede elde ettiklerini kendi dünyasında süzgeçten geçirdi. Bu olumlu yükselişini bir nokta da durdurmadı. Döndü, geldiği şehre, ilçeye, köye ben buranın insanıyım dedi. Valinin, kaymakamın, jandarma komutanının kapısını kendisi çaldı. Kendi köyü için taleplerini aktardı, bir kısmını gerçekleştirdi. Dün ulaşamadığı yöneticilerini, İstanbul da, Ankara da, İzmir de misafir etti. Memleketi için beraber fikirler üretmeye çalıştı. Toplantılar düzenleyerek başka taleplerini aktardı. Bu başarıyı çoğumuz görmedik veya görme mezlik den geldik. Bu arada yöneticilerle ilgisini asgariye indiren şehirli, bu tavrını sürdürmeye devam etti. Yöneticiler ise bu uzaklaşmanın nedenlerini irdelemediler. Geçmiş de şu yatırımı yapan aktif insanlar nerede, dün bütün sosyal faaliyetlerin içinde olan şu insanlar neden artık ortada yok diye üzerinde dahi durmadılar.
Sonuç da, şehirli, köylü, yönetici birlikteliği yaşanmadı. Bu kopukluk her türlü kazancın ekonomik ve planlı harcanmadığı ortamı doğurdu. Bu yapıyı yeterince irdelemeyen yöneticilerimiz ise, plansız ve ekonomik değil diyerek, ’’tasarruf tedbirleri’’ nin arkasına da sığınarak para harcamaz oldular.
Buradan, başta Bakanlarımız, Milletvekillerimiz, Valimiz, Kaymakamlarımız, Belediye Başkanlarımıza, Ticaret Odası Başkanımıza, sivil toplum kuruluşlarımıza bir öneride bulunmak istiyorum.
Öncelikle bozulan üçgeni yerine getirelim. Bu güne kadar dolduramadığımız Organize Sanayimiz için somut üretim çeşitlerini halkımıza elbirliği ile anlatalım. Bu konuda ayrı bir çaba gösterelim. Umutlarımızı, başka bahara kalan Erzincan Üniversitesine bağlamayalım. Bunları yapamıyorsak, Televizyon, otomotiv, uçak, su, elektrik, elektronik, bilgisayar, yazılım, , inşaat, turizm, tekstil, hayvancılık, organik tarım, yem, kozmetik, kağıt, deniz taşıtları, mobilya, ilaç, kimya, makine, gıda, deri vs. konularında Ar-Ge merkezlerimizi kuralım. Adına ister model, ister dizayn, ister tasarım merkezi diyeceğimiz bir ÜST kuralım. Gençlerimizin yaratıcılıklarını ortaya koyacakları imkanı sağlayalım.
Yarın, Dünya bu otomobili, bu cep telefonunu, bu televizyonu ERZİNCAN TASARIM ÜST’ü yarattı desin. Sizler yeterki HARCANMAYAN PARALARI...! üretime dönüşecek HARCANAN PARALAR yapın...
Cem Cüneyd Canan