NE ŞAM'IN ŞEKERİ NE ARABIN YÜZÜ

31 Ağustos 2013


Mısır ve Suriye ile yatıyor, Barzani, Esad, Mursi ve Sisi ile kalkıyoruz. İçimizde ne kadar yerli ve yabancı ajan olduğundan habersiz yaşayıp gidiyoruz. Her meslekten, her düşünceden insanlarla yaşayıp gittiğimiz gibi.

İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Yigal Palmor; ‘’Bu üzerine yorum yapmaya değmeyecek o açıklamalardan biri.’’

Beyaz Saray Sözcüsü, Jash Earnest; ‘’Erdoğan’ın sözleri saldırgan, yanlış ve delilsiz.’’ ‘’Bütün bu açıklamalar, Mısır’ı tehlikeli durumdan çıkarmada etkili olacak, yapıcı diyalog çalışmalarına zarar vermektedir.’’

Mısır Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, Ahmed el Mussalamani; ‘’Mısır’ın batılı bir ajandan vatanseverlik dersi almaya ihtiyacı yoktur’’ dediğini dinliyoruz.

Mısır Cumhurbaşkanlığı sözcüsü MÜSLÜMAN, benim ülkemin başbakanı MÜSLÜMAN, Mısır’da kim öldürüyor MÜSLÜMAN, kim ölüyor MÜSLÜMAN. Demek ki, bütün bunlar, ORTADOĞU’DA MÜSLÜMANLIK adına değil, MÜSLÜMANLIĞI kullanarak, iktidarları elde etmek için yapılıyor.

Fikirlerini, icraatlarını hiç tasvip etmesem de, ÜLKEMİN Başbakanı’na bunların söylenmiş olması içimi acıtıyor.

O ise hamasete devam ediyor. Taktik ayrıştırma her geçen gün alanını büyütüyor. Birliğe, kenetlenmeye en çok ihtiyacımız olduğu şu günlerde, Başbakanın danışmanı bir zat; ‘’Ergenekon davası, Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır. Bu dava, 27 Mayıs’tan, 12 Mart’tan, 12 Eylül’den, 28 Şubat’tan, 27 Nisan’dan süzülüp gelen bir müdahale ruhundan hesap sorulmasıdır. Ergenekon davası Türk demokrasisinin geleceği açısından önemli bir dönüm noktasıdır’’ diye biliyor. Biz, 23 Nisan 1920 ve 29 Ekim 1923 demediğine şükredelim.

Her dem, Amerikan demokrasisinden yaralananların, oradan gelecek küçük bir işaretin yolunu gözleyenlerin, PENTEGON’UN rolünden hiç bahsetmediklerini görünce, niyetin ve samimiyetsizliğin de ne olduğunu anlamış oluyoruz.

Onun içindir ki; dış politikamızın hiç de ağzına almaması gereken, Hamaslar, Hizbullahlar, El-Kaideler, El-Nusralar, Müslüman Kardeşler, Pkk ve Pyd’ler hariciyemiz konularının öznesi haline geliyor. Kıbrıs’tan, Yunanistan’dan, Rumlardan, Libya’dan, Irak’tan, İran’dan, Birleşik Emirliklerden, Kuveyt’den, Suudi Arabistan’dan kısacası Ermenistan’a kadar Dışişleri Bakanlığımız her yıl neler söylemiş, bugün neler söylemektedir. Bunları bilmek için diplomat olmaya da gerek yoktur. Ancak; dün küçümsenen MONŞER’İN ne olduğunu bilmeye ve O MONŞERLERE özellikle ihtiyacımız vardır. (Monchère)

Toplumun kucağına, kin, nefret ve garez veriliyor. Mısır için yeri-göğü inletirken, her düşünceden insanın Güneydoğu’da bak toprak kanıyor dediğine, süreç denilen deneme-yanılma yönteminin ülkeyi bölünmeye sürüklendiğini nedense duymuyoruz. Kimin dost, kimin düşman olduğunun farkında bile değiliz. Analar ağlamasın derken, ya babalar ağlarsa…

Diğer tarafta, düşünmeden, acele ederek, koşa koşa Suriye’ye müdahale koalisyonuna katılmaya çalışmak ve bunu beyan etmek acaba hangi devlet ciddiyetiyle bağdaşıyor. ‘’Sınırlı bir müdahale bizi tatmin etmez. Kosova’daki gibi olmalı’’ diyen, sonra da Kerry’nin konuşmalarına vurgu yaparak, bir falcı edasıyla kehanette bulunan başbakana ne demeliyiz.

Her ne kadar, hükümet politikalarının yanında yer alsa da Suriye konusunda ‘’Bütün bunların bir siyasi çerçeve içerisinde olması gerekir. Yoksa başka mülahazalarla yapılırsa, bunlar daha farklı neticelere bile götürebilir’’ diyen Cumhurbaşkanın, hiç değilse birazcık temkinli hareket edebileceğine inanmak istiyoruz.

Stratejik derinliğimiz kanla dolarken, Irak kan gölüne dönmüşken, Mısır’da ve Suriye’de her gün kan gövdeyi götürürken, acaba yanlışta ne kadar ısrar edeceğiz. 100.000 MÜSLÜMAN ölür ve öldürülürken mezarlıktan geçerken ıslık çalarcasına konuşanların, 100-150 insanın kimyasal veya biyolojik silahla öldürülmeleri üzerine neden aniden feverana başladıklarını nasıl anlayacağız?

Irak, Suriye ve Mısır’da; o derinlikli stratejimizle, uzlaştırma, diyalog kanallarını açmak için neden var gücümüzle tarafları zorlamıyoruz. Mutabakat ve anlaşma zemininin çöktüğünü kabul etmek yerine, zoru başararak, bir de referansını MÜSLÜMANLIKTAN aldıklarını iddia edenler, bu MÜSLÜMAN kanının akmasını neden durdurmuyor.

İktidarın yanlış politikaları ve ısrarı ile birlikte olanların, sırça köşklerinden, o doğrultuda yazanların, televizyon programların da konuşanların, samimiyetine inansam;( istisnalar hariç) hepsini toplayıp üçe bölelim. Bir kısmını Irak’a, bir kısmını Suriye’ye ve bir kısmını Mısır’a gönderelim, üç günde çözer geri dönerler diyeceğim!

Sakın ‘’NE ARABIN YÜZÜ, NE ŞAM’IN ŞEKERİ’’ atasözümüzü hatırlıyorlardır, demeyin…!


Bir Afrika atasözü; ‘’Bugüne kadar hiç ağlamamış genç adam bir barbar, onun ağladıklarına gülmeyecek yaşlı bir adam ise budaladır’’ diyor.

Teğmen Cihan Arık da; ‘’Ben iktidar olmak için başkalarının rütbelerini söken adamla değil, vatanını kurtarmak için kendi rütbelerini söken bir liderle aynı okuldan mezun oldum’’ demiş.

Her şeye rağmen, bizlere bu günleri yaşatmak için, canları pahasına, varlıklarını ortaya koyan, ATATÜRK ve SİLAH ARKADAŞLARININ, O Milli Mücadelemiz de ki AZİZ ŞEHİTLERİMİZİN önünde saygıyla eğiliyor, 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZI kutluyorum.

 

 

Cem Cüneyd Canan

Cem Cüneyd Canan © 2006 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön