10 Kasım 2005
Eylül’ün ilk günlerinde Kemah’ daydım. Doyunca soludum Kemah’ı. Aramama rağmen seni ve adresini bulamadım. Önceden olduğu gibi, artık Kemah’ı konuştuğumuz arkadaşlarımızla bir araya gelemiyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse, Kemah’ı konuşmayı dahi özlüyorum. Ben de Kemah’la ilgili hayallerimi, zaman zaman Muammer Beye anlatmaya çalışıyorum. Hepsine de çok güzel diyor. Gel gör ki, ne benim hayallerime itiraz ediyor, ne de kendi düşüncelerini ortaya koyuyor. Bazen kendimi uçuk-kaçık düşünen biri gibi görüyorum. Laf aramız da, böyle anlaşılmaktan da çekiniyorum.
Babaannem anlatırdı... Tepe Tanasur’dan Ayazma’ya kadar kaç sülalenin yaşadığını, onları lakapları ile sayardı. İnanmazdım, o kadar ailenin yaşadığına. Sonra yıllar geçtikce, Tanasur Deresinin kıvrılarak aktığı vadinin, iki yanında o imarlı bahçelerin canlılığını koruduğunu şimdi düşününce, anlatılanların eksik bile kaldığını tamamının da anlatılmadığına adım gibi inanıyorum. Üzülerek söylüyorum artık o bahçeleri de görmek mümkün değil. Bir gün gittiğimiz de bizi kabul etmemelerine, tanımamalarına şaşmayalım. Bizim çocukluğumuz da Kemah’ın kişiliği, kimliği ve ruhu vardı. İnan ki, düşündükçe üzülüyorum. Bak, birde benim hiçbir şey yapamadığıma çok üzülüyorum.
Çarşı dan Tanasur’a gitmek, Üsküdar’dan Ümraniye’ye gitmek gibiydi. Mektepönü’nü Pörnekbaşı’nı, Deliktaşı, Orta Gediği, Soğuk Pınarı ve Tanasur’a kadar, iki okul, üç camii yüzlerce bahçe bir o kadar da ev, geçerdik. Bahçelerinde çalışanlar, evlerine gidip gelenler Derebaşı ve Tan’lılar sık sık karşılaştıklarımızdı. Her şey canlıydı. Hafzat’ın değirmeninde ki canlılık gibi.
Birkaç ay önce Kemah ve Turizm başlığı ile bir yazı yazdım. Sanırım okumadın, okusan görecektin bu defa hayale yakın düşüncelerimi. Bu mektupla bilmiyorum seninle başka neleri paylaşsam, neleri anlatsam. Bunlara sen hayal diyorsun, bense sevginin tezahürü. Hatırlarmısın, çarşıyı genişletmekten, Kale’ye aşağıya doğru sarkan sarmaşıklar dikmekten bahsetmiştim. Şu tarihi eserlerimizi yeniden sahiplenmeyi anlatmıştım. Bak neler oldu. Genç bir Kaymakam, sanki benim hayallerimin bir kısmını biliyormuş gibi, az olan imkanları içinde güzel şeyler yapıyor. Bel ki, inanmayacaksın ama, dağlarda saatlerce gezerek yeni su kaynakları arıyor. Asıl inanamayacağın ise, Kemah’ı TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ ne üye olarak kabul ettirmiş. Vakıflar Bölge Müdürlüğü envanterindeki tarihi eserlerin önümüzdeki yıl, restorasyonuna başlanacakmış. Büyük ihtimalle Kale’nin de restore çalışmalarına devam edilecekmiş.
Sen, DAVOS’u gördün mü...? Nereden göreceksin ki, ama ben laf olsun diye soruyorum. Şu turizmle ilgili yazımda, neler yapılması gerektiğini, getirilerini dilim döndüğünce yazdım. Herhalde Kemah’da deniz yok diye kimse itibar etmedi...! Ahh...! Çukur Beklim’den sonra Fırat’ın önünü kapatsak, deniz varmı yokmu herkes görür. Herhalde bir ben görmem... Sana Davos’u da anlatacağım ama, DENİZSİZ TURİZMİ şu millete anlatmayı bir becereyim, o na sıra sonra gelecek... O kadar da sabr edersin zannederim..
Uzun zamandır sıkça duyduğum bir konuyu da, senin düşünceni almak için yazmak istiyorum. Bu arada Allah uzun ömür versin, hamd’ı çok bir Belediye Başkanımız var. Var da diyemiyorum. İyi bir şey yaptığından vazgeçtim, hiç değilse vatandaşın tepkisini çelecek kötü bir şey yapda, var olduğunu bilelim. Şu İstanbul’daki, Kemah ve Kemah Köy Dernekleri olmasa, Belediye Başkanının varlığından bile şüphe edebilirsin. Neyse adamcağıza belki Bakanlarımız bir yön gösterir, belki bir proje verirlerde yapacağı işle varlığından haberdar oluruz.
Sevgili Kardeşim, ben şu yeni duyduklarım üzerine kurduğum hayallerimi sana bir anlatayım. Uzun süredir Türkiye’nin bir çok yerinde, KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ diye çalışmalar duyuyorum. Biraz ne, ne değil diye anlamaya çalıştım. Net her şeyi anladığımı söylesem yalan olur. Bu işin bir kanunu, yönetmelikleri çıkmış. Çevre ve kredilendirmeler için neler hazırlanmış, neler. Bununla ilgili, Ankara da Portakal Vadisi ve Dikmen Vadisi projeleri uygulanmış. Başka benzer bir proje varmı, doğrusu bulamadım. Şu Melih Gökçek deli-dolu ama iyi işlerde yapıyor herhalde, ne dersin…..
Bu proje Ankara-İstanbul-İzmir gibi büyük şehirlerimizden başlayacak, sonra Anadolu’ya sıçrayacakmış. Anlayacağın bu güne kadar gelişi güzel yaptırdıkları binaları yıkarak yeniden yapacaklarmış. Binalar artık sağlam , hizmet binaları birbirine yakın ve yeşil alanlar olacakmış. Bir de şu AB hikayesi var ya, onun için de, ele alınması mecburi olan ekonomi, ekoloji, eşitlik, kurumsallık ve kültürel boyutları ile uygulamaları gerekiyormuş. Şu AB ninde karışmadığı iş yok.
Planlamasız 1950 lerden başlayan bu büyük şehirlerdeki yapılar, buraları yaşanmaz hale getirmiş. Düşünemeyeceğin kadar da gece-kondu yapılmış. Şimdi 60 Yılda oy uğruna izinlerle, aflarla yapılanları yıkarak adına da KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ diyerek yeniden yapacaklarmış. Bunlar da yapılacak projelere göre, demografik, çevre, ekonomi ve sosyolojik unsurlar bulunacakmış. Belediyelerin öncülüğü ilk şart olarak görünüyor. Bizler Kemah Belediye Başkanını bulabilirsek...! Kamu, özel sektör işin başka ama önemli ayağı. Devlet de para veriyor ama kısıtlı... Detayına girmedim ama, 2002 de Toplu Konut İdaresi kaynaklarının kullanım şekline ilişkin yönetmelik çıkmış. Bunun içinde ‘’Geleneksel Türk mimarisini yaşatmak amacıyla, hazırlanan konut, altyapı ve sosyal donatıları kapsayan yeni projelere idarece uygun görülen usul ve esaslara göre finansman sağlanabileceği’’ de belirtilmiş. Vel-hasılı bu KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ denen şey, çok detaylı, karmaşık gibi. Devletin, Belediyenin, meslek kuruluşlarının, akademik çevrelerin, özel sektörün ve vatandaşın beraberce yapabileceği bir işmiş. Umarım, anlayabildiğimi, sana da anlatabilmişimdir. Eee, diyeceksin biliyorum. Hayal bu ya...
Diyorum ki; Şu KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİNİ KEMAH’ ta uygulasak. Şart mı İstanbul’dan, Ankara’dan başlamak. İnsana yatırım yapsak, insanları birikimleri ve yetenekleriyle KEMAH’a getirmenin mutlaka bir yolunu bulsak. Bu işler sadece okul ve hastane ile de çözülmüyor. Yıllarca Ankara’da köylerimize okul ve sağlık ocağı yaptıra bilmek için kimlere yalvarmadık ki... Neticesi ortada, ekonomik kaybın, hele de kaybedilen zamanın hiç kimse hesabını yapmıyor veya yapmak istemiyor.
Evet, ben düşüncelerimi anlatmaya devam edeyim... Önce Aşağı Gedik Mahallesinden başlarız. O eski evleri yeniden yaparız. Yeşil zaten hep bizimle. Bahçeleri, su arklarını yeniden düzenleriz. Göğüsbağında, Karşıbağ da o evlerin yeniden yapıldığını bir düşünsene. Çoban Düzü ve Beklim’e birde tenis kortu yaptırırız. En son çarşıyı yeniden planlarız. Camiinin arkasında ki ve solunda ki dükkanları yıkar, alabildiğine geriye çekerek yeniden yaparız. O güzelim tarihi camii ve çeşme, yemin ediyorum yeniden hayat bulur. Bir gün Soğuk Pınar’a oradan Ziyaret’e kadar yürürüz. Beklim’e giderken yolun solunu çıpıklığa kadar ağaçlandırırız. Hasılı Kemah’ın üzerine çöken sis kalkar, Kemah kimliğini, kişiliğini ve ruhunu yeniden kazanır. Birde farklı farklı toplantı salonları ve çok şık bir butik otel veya oteller yaparız. Alsana Davos... Bilmem bunu tekrar yazmama gerek kaldımı. Gülme sakın. Cevabını bekliyorum. Sen yazmazsan, birazcık bunları anlayan biri inşallah yazar. Bak şair ne demiş: ‘’Umutlarla doludur ömür, Umutlar olmazsa, İnsan ölür.’’ Tuzla, bezi, Bayburt’tan alacağımız kızı da başka bir mektupta yazacağım. Gözlerinden öperim.
Cem Cüneyd Canan