KARIŞIK KAR MANZARALARI

27 Ocak 2006


Bir tarafta, hangi kimliğimizle gittiğimiz merak edilecek Dünya Kapitalistlerinin buluşma noktası, Davos. Diğer tarafta, 54 yoksul ülkenin katıldığı Venezüella’nın Caracas şehrinde yapılan Dünya Sosyal Formu. Aynı dönemde yapılanı, beraber görmek istemeyenler, yorumlamayanlar.

Filistin’de yapılan seçimlerden Hamas’ın 76 El Fetih’in 43 sandalye kazandığı bir sonuç. Sonucunu kestiremediğimiz satranç oyunun da, Kıbrıs için AT hamlesi. Irak’ta halen her gün öldürülen onlarca insan. İran’ın belki de haklı olduğu nükleer inadı. Ermenistan için bir türlü ortaya konamayan tutarlı politikalar. Doğu Timur, Afganistan, Çeçenistan, Azerbaycan ve Kafkasya Türk Cumhuriyetlerin de yaşanan gerçekler. İngiltere Dış İşleri Bakanı Straw’ın tebessümkar konuşmaları. İtalya’da Juventus - Roma maçının sonucu.

Türkiye de % 10.1 oranla 2,5 milyonu geçen işsizliğe çare bulmak varken, Küresel Ekonomi toplantılarında figüran gibi olmak, kendi toprağında söyleyemediklerini uzaklardan söylemek. 117 Ülke arasında rekabet gücü sıralamasında neden hala 66. sırada olduğumuzu düşünememek. Yine acımasız rekabet ortamında, kendi çiftçisine Tarım da gidilen uçurumu anlatamayan bir anlayış. Geleceğimizin teminatı dediğimiz, çocuk ve gençlerimizi yetiştirmek için ortaya konmayan milli strateji ve bunları bir türlü yapmayan Milli Eğitim Bakanlığı. Teknoloji ve ekonomi de üst basamaklara tırmanan insanlarına yeterince kaynak ayıramayanlar, yaklaşamayanlar. O günün şartları içinde kendi Başbakanı ve Bakanlarını idam ederken susan, bu gün bir Başbakanını hapse koymamak için uğraşan siyasi zihniyet. ‘’Yedi küpeli gelin’’ sloganlarının, para ve bilgiye ulaşılırken, hesapsızca heba edilmesi. Milli, maddi ve manevi kalkınmasını AB’ye terk ederken, Ecevit Hükümetinin ekonomik programlarını, gerçekten başarıyla uygulayan bir hükümet.

Doğu da, her şeyin hazırını bekleyen, her geçen yıl artan suç oranlarının artmasından rahatsızlık duymayan Erzincan. Kimler olduğunu bizim bilmediğimiz misyonerlerin cirit attığı ‘’ortası bağlık-etrafı dağlık’’ bir şehir ve Bahailik. Aynı Erzincan da suskun bir CHP ve varlığı tartışılacak bir MHP il teşkilatları. Bunun önemini anlamak için o şehri ve Doğu’yu bilmemek.

Türkiye’yi baştanbaşa örten temizliğin simgesi KAR. Ve onu acımasızca kirletenler. Her şeyin arkasına gizlenerek yalan söyleyenler. Kendi insanı açken, başka dünya insanlarına yardıma koşanlar. Sizce bunlar da bir gariplik yok mu….!

Bunları yazarken inanın düşünüyorum ve üzülüyorum.Nasıl üzülmesin ki...? Benim çocukluğum da çarık vardı.60 lı yıllar da kara lastik ihtiyaçlarımız içindeydi. Ayakkabıların bayramlık özelliğini ne zaman kaybettiğini ise beraber yaşadık. Bizim ilçemiz de yollarımız çay taşından yapılırdı. Yapılışı dere veya balık sırtı şeklindeydi. Ayaklarınız ıslanmaz ve çamura bulanmazdı. O çay taşları, kırılmaz yerinden sökülmez hiçbir zaman parlaklıklarını kaybetmezlerdi. Ne hikmetse, bir Arnavut kaldırımı düzeninde yapılmazdı. İlçenin şehirle ve köylerle bağlantısını sağlayan bütün yollarımızsa şoseydi. Orada çamurda vardı, toz da vardı. Tren en lüks seyahat aracımızdı. Tünellerden geçerken, açık pencerelerden giren duman hepimizi makyajsız zenci yapardı. Ailelerin varlıklarına göre ya eşek ya at beslenirdi. Çevremizle onlarla gider gelir her türlü taşıma işimizi de onlarla yapardık. Bir de mesafeleri kısaltan keçi yollarımız vardı. İlk defa şehirler arası otobüse yanılmıyorsam 955-956 lar da Samsun’dan Trabzon’a giderken binmiştim. Uzun burunlu Reisoğulları firmasına ait bir otobüstü. O şose yollarda camlardan gelen ses hala kulaklarımda, yolun rondelasından içimizin dışımıza karıştığı dün gibi hatırımdadır. Asfalt, otomobil, uçak sadece bildiklerimizdi. Şimdi yakın bir tarihe kadar gelelim. İstanbul da, Taksimden Eminönü’ne veya Taksimden Şişliye dolmuşla ne kadar zamanda gidebiliyorduk. Boğaziçi Köprüsü yapılmadan önce Arabalı Vapura binmek için kaç saat bekliyorduk..? Hiç hatırlıyormuyuz. Adapazarı’ndan –İstanbul’a kaç saatte gelebiliyorduk. Bu gün en fazla 30 dakikada geçilen köprü trafiğine isyan edenlerin halleri, isyanları, olsa olsa karikatürlere konu olabilir. Bir de hasret kokan, sevgi saygı ifadeleriyle dolu mektuplarımız vardı. Ailenizden uzak bir yere gittiğinizde sadece telgrafla ‘’Salimen geldim, iyiyim’’ diye bildirebilirdiniz. Telgrafın da, telefonun da çeşitleri vardı, adi, normal yıldırım. Postanelerde, arayacağımız telefon numaramızı yazdırır, saatlerce beklerdik. Bazen tam gün bekler, yine de konuşamazdık.

Ve her şey değişti. İnsanlar değişti. Teknoloji değişti. Değişti ama, adına 21.yüzyıl dediğimiz zaman diliminde, hem de İstanbul’da caddeleri, sokakları karşıdan karşıya geçerken hala ayaklarınız bileklerinize kadar ıslanıyor. Yönetenler beceriksiz olursa buna değişen zaman ne yapsın, değişen insan ne yapsın, teknoloji ne yapsın.

Nimetin kıymetini bilmeyenlerin, küresel,global ve yeni dünyadan ne anladıklarını merak eder dururum. Kalkınmış ve güçlü bir Türkiye’yi hep söylerler de acaba neden başaramazlar. Bizim takvime bağlanmış, ortaya koyduğumuz bir hedefimiz var mı…? AB nin verdiği hedefler değil, kendi hedeflerimizden bahsediyorum. Sokaklar da çocuklarımızın halini isterseniz, bir köşe de durarak bir süre izleyiniz. İnanıyorum ki, gözleriniz yaşaracaktır. Buradan din nerede, dil nerede, TÜRKÇE nerede diye nasıl bakmayız. Sahi, yeni Türkçe kelime ürettiğini iddia edenler nerede..? Artık dağarcıklarında üretecek kelime neden kalmadı. Acaba beylerin-hanımların ellerinden OLANAKLI-OLANAKLARI mı alındı.Bir anlayabilsem...

Üretim, üretim her türlü üretim... nerede...? Ürün çeşitliliğimiz nerede...? Biz sadece birimizin zahmetlerle elde ettiğini kopya etmekle mi yetineceğiz. Bıraksak taklitciliği, bıraksak şu kopyacılığı.

Karışık kar manzaraları bunlar. Kaldırımlar da ki, vıcık vıcık karları temizlemek için mutlaka insan gücümü gerekli. Siz hiç çocuklarınızın oyuncaklarını da mı göremiyorsunuz. Onlara baka bilmeyi bir becersek, neler göreceğiz neler. Çocuk olacak, çocuk olmayı bileceksin.Bunları bilmeyen zaten üretemez ki...! Bu karışıklığı Arif Nihat Asya’nın şu mısraları ile bitirelim.

‘’Şu yakın suların
Kolu neden bükülmez,
Fırat niçin
Dicle niçin
Aras niçin
Benden doğar
Ama bana dökülmez.’’

Cem Cüneyd Canan

Cem Cüneyd Canan © 2006 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön