KIZILELMA... "HEDEF TURAN" AMA NASIL? (II)

22 Mayıs 2022


Rusya Federasyonu içinde yer alan Türk asıllı toplumun Kafkasya coğrafyasında nereden nereye geldiğini anlamak, günümüzde de söz konusu toplulukların farklı yöntemlerle dil ve kültürünü yasaklama baskısı devam ettiği için ADIGEY CUMHURİYETİ hakkında biraz daha konunun üzerinde durmamız ve dikkatlice meseleye bakmamız gerekmektedir. ADIGEY ile başlayıp Sibirya’ya uzanacak yazı serimin ne anlam ifade edeceği daha iyi anlaşılacaktır.

Kısa süre önce başlayıp devam eden Ukrayna’da yaşananlar, ABD, AB ve Yahudi lobisinin belirsizliklerle dolu siyasi ve askeri politikaları, sınır komşumuz İran’ın uluslararası arenada var mış gibi gösterilip dışlanması, Güney sınırlarımızda yaşadıklarımız ve Rusya’nın en önemli hedeflerinden biri olan AKDENİZ’E ulaşması bizi uzun uzun ve de çok boyutlu düşündürmelidir.

Geçmişe bakacak olursak;

“Sovyetler Birliği’ndeki idari ayırımlar ve etnik bölünmeler aynı topraklar üzerinde yaşayan grupları büyük ölçüde birbirlerinden ayrı tutmuştur. Kafkaslardaki mevcut etnik çatışmaların iki önemli nedeni vardır. Bunedenlerden birincisi geçmişten gelen bölge halkının çekişmesi iken ikincisi Sovyetler Birliği’nin yürüttüğü Böl-Yönet politikasıdır.” “Böl-Yönet politikasının uygulanmasının en açık örnekleri 1864 ve 1944 senelerinde görülmüştür. Vuku bulan sürgünlerle halk bir mozaik şeklini almış, bir arada yaşamaları imkânsız hale gelmiştir. Buna ek olarak, halk sadece göçe zorlanmamış, aynı zamanda çoğunluğun içerisine azınlıklar da dâhil edilerek azınlıkların yeni yerleştirildikleri yerlerde isyan edecek güce erişmeleri engellenmiştir. Böl-Yönet politikası; hem bölge halklarının ilişkilerini belirlemiş hem de ilerleyen tarihlerde devletler arası ilişkilere yön vermiştir.” “İlk bakışta ulusal olarak Özbekistan’daki çevreci gruplar, Kazakistan’daki nükleer karşıtı gruplar, Belarus ve Ukrayna ile özerk cumhuriyetlerdeki işçi hareketleri Gorbaçov tarafından hep milliyetçi hareketler olarak değerlendirilmiştir. Bölgede yaşanan anlaşmazlıklar daha açık anlatılacak olunduğunda ortaya şu şekilde bir tablo çıkmaktadır: iki farklı sebepten ötürü çatışmaların oluştuğu gözlemlenmektedir. Öncelikle, KUZEY Kafkasya HALKLARI ARASINDA uzun zamandan beri mevcut anlaşmazlıklar ve birbirlerine karşı yürüttükleri mücadeleler vardır. İnguşlarla Osetler arasındaki çatışma ile Karaçay ve Balkarların Çerkez topluluklar ile aralarında yaşanan olumsuzluklar buna örnek verilebilir. Bununla beraber, SSCB’nin dağılmasından sonra, ortaya çıkan yeni bağımsız devletler ile KUZEY Kafkasya halkı arasında da çeşitli mücadeleler yaşanmıştır. Azeri-Lezgi anlaşmazlığı, Abhaz-Gürcü anlaşmazlığı ve Rus-Çeçen anlaşmazlığı bölge halkları arasında meydana gelen olumsuz gelişmelerin diğer örneklerindendir. Sonuç olarak, Kafkasya bölgesinde Sovyet sisteminden sonra uygulanan sistem anlaşmazlıkları da beraberinde getirmiştir.”

“Kafkasya Bölgesi Kafkasya olarak adlandırılan bölgenin neresi olduğunun yanı sıra KUZEY Kafkasya ve GÜNEY Kafkasya bölgelerinin de nerelerden oluştuğunun açıklanması önem arz etmektedir. KUZEY Kafkasya bölgesi ADIGEY, Çeçenistan, Dağıstan, İnguşetya, Kabardin-Balkar, Karaçay-Çerkez ve Kuzey Osetya’dan, GÜNEY Kafkasya bölgesi ise Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’dan oluşmaktadır. Yani, Kafkasya bölgesinin tamamında üç tane bağımsız devlet (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan), sekiz özerk cumhuriyet (Abhazya, Acaristan, Çeçenistan, Dağıstan, İnguşetya, Kabardin-Balkar, Kuzey Osetya, Nahçivan) ve dört tane de özerk bölge bulunmaktadır. (ADIGEY, Karaçay-Çerkes, Güney Osetya, Dağlık Karabağ). Bahsi geçen bölgenin nerelerden oluştuğunun izah edilmesinin amacı ise şu şekilde yorumlanabilir: Kafkasya idari bölge ve devletlere bakıldığında, söz konusu bölgenin karışık bir etnik yapıdan oluştuğu, YAPAY idari sınırlarla bölünmüş olduğu ve ulusçuluk akımının canlanması için tabanındaki mevcut sebeplerin hâlâ mevcut olduğu söylenebilir. Rusya Federasyonu’nun iç güvenliğinin, Kuzey Kafkasya Bölgesi tarafından istikrarsızlaşabileceği, tehdit altına girebileceği şeklinde düşünceler mevcuttur. Mevzubahis tehditler ayrılıkçılık, dini radikalizm, terörizm ve etnik çatışmalar olarak açıklanabilir. Güney Kafkasya ise Rusya ile Amerika Birleşik Devletleri arasında tarihi bir rekabet alanıdır. Hazar Havzası ve Karadeniz gibi ekonomik ve stratejik olarak önemli iki bölgenin arasında bulunan Kafkasya bölgesindeki etnik grupların incelenmesi de günümüzün anlaşılması adına önem taşımaktadır.

Kafkasya ve Etnik Gruplar

Rusya’nın Kafkasya ve Orta Doğu coğrafyasına olan emellerinin yükselmesi, topraklarını genişletmesi ve yayılma politikasının hız kazanması 19. yüzyılda vuku bulan gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Rusların egemenliklerini ilan ettikleri topraklar üzerinde çeşitli araştırmacılar Rus kimliği ve emelleri hakkında çalışmalarda bulunmuştur. Rusların imparatorluk düşüncesi söz konusu Rus kimliği idealini besleyen önemli bir unsurdur. Kafkas cumhuriyetlerinin dilleri ve dinleri Ruslaştırma politikası amaçlanarak korunmuştur. Bunun sonucunda millî duyguların bozulmaması sağlanmaya çalışılmıştır. Makalenin giriş bölümünde izah edilen sınır düzenlemeleri Stalin döneminde yapılarak bölgedeki Rus hâkimiyetinin kalıcı olması sağlanmıştır. Rusların egemenliğinin sağlanmasında göçe zorlanan Kafkas halkları rol oynamaktadır. 1939 senesinde 407.690 Çeçen, 92.074 İnguş, 75.737 Karaçay, 42.666 Balkar, 134.271 Kalmuk, 200.000’den fazla Kırım Tatarı, 380.000 Volga Almanı olmak üzere bir milyonu aşkın kişi ülkelerine ihanet etmekle itham edilerek göç etmek  zorunda bırakılmışlardır.

Kafkasya bölgesindeki etnik çatışmalar, 1990’lı senelerden itibaren, göze çarpmaya başlamıştır. Etnik çatışmalarla paralel önem taşıyan bir uygulama “Sovyet etnik temizlik hareketi”dir. Söz konusu hareket veya terör, beklenmeyecek derecede profesyonel bir şekilde icra edilmiştir. Yerinden etme uygulaması hızlı ve etkin bir şekilde icra edilmiştir. Bu uygulamalarda çok iyi bir şekilde eğitilmiş güvenlik polisi resmi bürokratların işbirliği içinde uyumlu bir şekilde çalışmışlardır. Sovyet etnik temizlik faaliyeti 1930’lu yılların ortasında başlamıştır. Uygulamaların başladığı yer batı sınır bölgeleridir, buralarda kısmi bir şekilde icra edilmişlerdir. 1937 senesi ile Stalin’in ölümüne kadar olan dönemde bu terör eylemlerinin topyekûn uygulandığı bilinmektedir. İzah edilen uygulama iki savaş arası dönemde başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda ise yoğunluk kazanmıştır. Süreç Stalin’in 1953’teki ölümüne kadar devam etmiştir. Bir örnek verilecek olunursa, 1944 senesinde cereyan eden sürgüne değinilebilir. 1944 senesinde, Stalin tarafından Çeçen ve İnguşların oluşturduğu 600 bin kişilik bir topluluk Sibirya ve Kazakistan’a sürülmüştür.

(Kırım Tatarlarının yüzde 46’sı da bu sürgünde hayatını kaybetmiştir). Sürülmelerinin nedeni Almanlarla işbirliği yapmaları şeklinde ifade edilmiştir. Kafkasya Bölgesi, Stalin’in buraya müdahalesi ile yeniden şekillenmiştir. Hassas olan demografik yapı iyice bozulmuş, bugünkü çatışmaların temeli ortaya çıkmıştır. Stalin’in iskân politikasına göre Güney ve Kuzey Kafkasya halkları hiçbir zaman tamamen kendi bölgelerinde tutulmamış, bir bölümü Sovyet Rusya’nın çeşitli bölgelerinde iskân ettirilerek bunların yaşadığı topraklara başka halklar getirilmiş hatta yaşadıkları bölgelerde oluşturulan idari sınırlarla etnik bütünlük parçalanmıştır. Kısacası, bölgelerin eski ve yeni sahipleri arasındaki ihtilaf ve anlaşmazlıklar bu şekilde oluşmuştur.

Sovyet Milliyetçiliğinin Gelişimi

1991 senesinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin on beş bağımsız cumhuriyete bölünmesinden önce hatırlanması gereken önemli bir ayrıntı mevcuttur. Milliyetçilik 1988 senesinin başında ani bir yükseliş göstermiştir. SSCB dağılmadan önce nüfusu 290 milyondur ve de oluşturduğu cumhuriyetler şunlardır: Rusya, Ukrayna, Belarus, Moldova, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Litvanya, Letonya, Estonya. Litvanya, Letonya ve Estonya, SSCB dağılmadan önce bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Geriye kalan on iki cumhuriyet ise Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) oluşturmaktadır. Baltık ülkelerinin aldıkları bu bağımsızlık kararına Rusya’nın da aynı şekilde bağımsızlık adına aldığı kararın eklenmesi üzerine, diğer cumhuriyetler de teker teker bağımsızlık kararı almaya başlamışlardır. On beş bağımsız devletin ortaya çıkmasının zamanlaması olayı daha da çarpıcı hâle getirmektedir çünkü aynı zamanda sosyalist bir federasyon olan Yugoslavya da dağılmıştır. Başka bir deyişle, uzun süredir mevcut olan siyasal sistem değişimle karşı karşıya kalmıştır.”

Sonuç olarak, Sovyetlerdeki etnik bilinç ayrıntılı açıklanacak olunursa, şu şekilde de ifade edilebilir. Rusça her ne kadar Kafkasya’da ikinci bir dil olarak konuşulmakta olsa da, yerel dillerin kullanımı ve bu konudaki hassasiyet çok yüksektir. Bunun nedeni Kuzey Kafkas halklarının aidiyet duygularının yüksek oranda olmasından kaynaklanmaktadır. Rus olmayan Dağlılar, etnik kimliklerini ilk sırada tutmakta, başka bir kimlik istememektedirler. Sovyet sistemi, seneler boyunca izlediği stratejiler doğrultusunda istem dışı da olsa Dağlıların etnik bilinç kavramlarını ve kavrama ilişkin bilinçlerini arttırmışlardır.

Transkafkasya’daki Kimlikler:

Kimlik sorusunun cevap verdiği çeşitli sorular vardır: “Kimsiniz? Kimlerdensiniz.?” Bu soruların cevabının aranması ve kimlik olgusunun ortaya çıkması kişinin kendini neye dayanarak tanımladığı ve kendisini farklı kılan özelliklerin neler olduğunu düşündüğü ile ilgilidir. Kısacası, aidiyet ve mensubu olma duygularını sağlayan bir unsurdur. Toplumda ulus bağlamında dayanışmanın sağlanabilmesi için ‘biz’ bilincinin yaratılması önemlidir. Birbiri ile bütünleşmiş bir toplum oluşturmak için etnik grup ve milliyetçilik büyük önem taşımaktadır. Bu konu ile ilgili olarak kimi yazarlar bahsedilen toplumu meydana getirmenin başarılı olacağı konusuna olumlu yaklaşmalarına karşın, kimileri de vatan mitlerinin özel olma eğilimde olduğunu düşünmektedir. Ayrıca, grup daha güçlü konsolidasyon ve dayanışma uğruna kendi farklılığı ve özellikleri üzerinde direnecek olursa; daha çok diğer yabancı gruplara karşı gelme eğiliminde olmaktadır. Bugün ise, çoğunlukla ötekilik ahlaki yargıyı, farklılık ise hiyerarşiyi anlatmaktadır. Bu grubun mevcut güvenlik durumunu değerlendirmek için iki şey gereklidir: rekabetin listelenmesi ve ardından canlandırılması. Özetle, bir grup ya diğerleri ve kendisi arasında daha üstün bir pozisyon alabilmek adına ya hiyerarşik bir ilişki kurmakta ya da diğerlerinin özelliklerini geliştirmektedir.

Tarihteki etnik sürgünlerin hedeflerinden biri de ‘ötekilik’ duygusudur. Dolayısıyla, ‘ötekilik’ duygusunun güçlendirilmesi önemlidir. Sözü geçen ötekilik olgusunu Lévi-Strauss kimlere karşı olunduğunun açıklanması yani ‘ötekilere karşı ben’ ilkesi ile ifade etmektedir. Ulusal kimliğin ne olduğu ise şu şekilde yazılabilir: Nüfus kütüğündeki soy sop ilişkileriyle, kişiye özgü ad, cins, evlilik, askerlik, sabıka bilgilerini bir araya getiren kimliklerimiz vardır. Bu kimliğe, ötekilerden ayırmak için ‘Ulusal Kimlik’ denir. Ulusal kimlik (yani milli kimlik ile) toplum arasında göz ardı edilemeyecek kadar net bir paralellik mevcuttur. “Biz” bilincinin yaratılması, toplumda ulus bağlamında dayanışmanın sağlanabilmesi açısından önem taşımaktadır. Bunun nedeni “öteki” kavramı olmadığı zaman bir toplumu düşünmenin zorluğudur çünkü toplumsal kimliklerin “öteki” unsuru sayesinde oluşturulduğu düşünülmektedir. Başka bir deyişle, ‘biz’ bilincinin yaratılması toplumda dayanışmanın kurulup sürdürülmesinisağlamaktadır.” Bahsi geçen etnik kimlik açıklaması ve bilgilerin havada kalmaması amacıyla çatışmaların açıkça örneklendirmesi üç olay ile açıkça izah edilebilir:

Ermenistan-Azerbaycan, Gürcü-Abhazya, Gürcistan-Güney Osetya çatışması.

Millî Kimlik ve Etnogenetik Kimlik İncelemesinin Üç Örnek Olay ile İncelenmesi 1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında meydana gelen üç önemli çatışma mevcuttur.

Ermenistan-Azerbaycan Anlaşmazlığı

Ermeniler, Dağlık Karabağ bölgesine özel bir önem atfetmektedirler. Bunun nedeni, 16. yüzyılda Ermenistan topraklarının Rusya ve İran arasında bölünmesinden sonra bu bölgenin 1828’e kadar İran’a bağlı özerk Ermeni prenslerinin yönetimi altında kalmış olmasıdır. Ayrıca, bunu izleyen Rus hâkimiyeti döneminde Dağlık Karabağ bölgesi, İran ve Osmanlı Devleti’nden kaçan Ermeniler için bir sığınma bölgesi olmuştur. Dolayısıyla bölge, Ermeniler için vatan sayılabilecek ortak bir payda hâline gelmiştir ve Ermeni üniter yapısı ve millet olarak şekillenmesinin sembolü olmuştur. Bununla beraber Azerbaycan Türklerinin, Dağlık Karabağ bölgesine olan bakışı şu şekildedir: Müslüman Hanların yönetimi altında modern kimliklerinin doğduğu yer. Üstelik geçen yüzyılın sonunda bölge, Azerbaycan bağımsızlık hareketinin ilk merkezi olmuştur. Aslında Dağlık Karabağ bölgesi üzerindeki mücadelenin kendisi, 20. yüzyılda Azeri millî bilincinin oluşmasını tetikleyen en önemli faktör olmuştur denilebilir.

Gürcü-Abhazya Çatışması

Gürcüler ve Abhazlar arasında ideolojik bir mücadele ortaya çıkmıştır. Söz konusu ideolojik mücadele üç sınıfta incelenebilir. Birincisi kültürel üstünlük için olan mücadeledir ve şu sorularla bahsi geçen mücadelenin konusu açıklığa kavuşturulabilir: Demiri ilk keşfeden ve ilk vaftiz olan kimdi? Abhazların eski yazı sistemi var mıdır ya da yok mudur? Abhazya’daki eski kiliseleri kim inşa etmiştir ve geçmişin ünlü kültürel aktivistlerinin etnik kökeni nedir? İkincisi bölgesel üstünlük için olan mücadeledir. Üçüncüsü ise devlet üstünlüğü için olan mücadeledir ki bu mücadelenin oluşma nedeni şu soruyla ifade edilebilir: Batı Transkafkasya’daki ilk devleti kim kurmuştur?

Her iki taraf için de yukarıda izah edilen sorular için farklı açıklamalar ve mitler mevcuttur. Bu mitlerin neden olduğu sonuç ise Abhaz topraklarının sadece kendilerinin sahibi olduğu iddialarının resmileştirilmesidir. Çünkü Sovyet Rusya var iken Abhazlar mevcudiyetlerini sürdürdükleri toprak parçasının kendilerine ait olduğunu düşünmektedirler. Bununla beraber, Abhazların bağımsızlık mücadelesinin zirveye ulaştığı 1990’ların başlarında yerel mücadelede politik güç için kritik kaynakları oluşturmuştur. Gürcü-Abhaz tarihsel anlaşmazlığının geniş etkileri vardır. Gürcü-Abhaz savaşı ideolojik bir mücadeleyi takip etmektedir. Ayrıca 1993’teki barışa rağmen, her iki taraf, diğer tarafın durumunu temelden gayri meşru olarak görmektedir. Gürcistan-Güney Osetya Çatışması Osetyalıların yaşadığı yer Alan Devleti’nin varlığına önemli bir kanıt olarak sayılabilir. Bu devletin (antik İranlıların da içinde olduğu bir devlet) Abhazya’dan sonra oluşmadığını kanıtlamak Osetyalılar için büyük önem arz eden bir konudur. Bu konunun kanıtlanması, politik ve bölgesel haklarını komşularına karşı savunmak ve yasal hale getirmek için kullanılmak istenmektedir. Osetyalılar da tarihlerini Abhazların kullandıkları yöntemi kullanarak oluşturmuşlardır. Osetyalılar bulundukları bölgedeki varlıklarını derinleştirmek ve köklü hâle getirmek için bu bölgedeki Kafkas tarihinin oluşumuna (demirin bulunması, Alan Devleti’nin oluşumuna katkıları, Kafkasya’daki bazı grupların oluşumuna onların doğrudan katkıları) ve insanlık tarihine (Hristiyanlığın yayılmasına) olan katkılarını ispatlamaya çalışmışlardır. Ayrıca Alanlı atalarının içinde olduğu devlet oluşumlarına vurgu yapmaktadırlar. Güney Osetyalıların geçmişte kendine özgü özellikleri vardır. Bununla birlikte, Gürcü üniversitelerinin karşı çıkmaları ve güvenilir tarihi bir kanıt bulunmamasını öne sürerek, Osetyalı tarihçiler tarihlerini fantastik bir şekilde abartarak anlatmaktadırlar. Yine antik İranlılarla Osetyalıların geçmişlerini birleştirmek için de bir çaba içinde oldukları söylenebilir. Kafkas oluşumu, Osetyalıları da kapsamakta olan heterojen bir yapıdadır.

Osetyalı yazarlar onların İran kültürüne ait tarihi ve linguistik miraslara sahip olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bunu kanıtlamak için ise Osetyalılar; Kafkasya’daki antik İranlıların tarihini Tunç Devrine kadar götürmüşlerdir. Kafkasya’daki çatışmalara Teorik Bir Bakış Açısı Özellikle 1950’li yılların başından itibaren, uluslararası alanda etno-politik çatışmalar yayılmaya başlamıştır. Bahsedilen bu çatışmalar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılmasının ardından artmıştır. Bugünkü yaklaşım, etnik çatışmaların gelişmemiş ülkelerin geçmişiyle ilgili olduğudur. Bu tarz gelişmelerin yaşanması, etnik çatışmalar ve muhtemel çözümler ile ilgili akademik çalışmaların ayrıca yine bu konuya olan medya ilgisi ve kamuoyu bilincinin artmasıyla neticelenmiştir. Bölgesel özerklik ya da ayrılıkçılık Kafkasya’daki çatışmaların teorik olarak incelenmesinde önem arz etmektedir. İçinde birçok etnik azınlık bulunduran ülkelerde azınlık nüfusları arasındaki etnik seferberlik bölgesel özerklik ya da ayrılıkçılık (secession) yönünde taleplerin ortaya çıkmasına neden olmuştuBilhassa azınlıkların sözleşmeli olarak yaşadığı bölgelerde, ayrı bir ülkenin oluşturulması ve bölgesel kontrol, çatışmaların asıl nedenlerindendir. Etnik grupların bir arada yaşadığı hallerde söz konusu taleplerin hayata geçirilmesi hem daha az muhtemeldir hem de daha az karşılaşılmaktadır. Başka bir şekilde ifade edilecek olunursa, büyük çapta etnik çatışmaların görülme olasılığı, azınlıkların dağınık bulunduğu yerlerde daha azdır.

Bölgesel özerklik düşüncesinin etnik çatışmalar için bir çözüm olduğuna çeşitli teorisyenler tarafından inanılmaktadır.” “Bölgesel özerklik, topraklardaki kontrolün etnik gruplara dayalı olması olarak ifade edilebilir. Bölgesel özerkliğin oluşması için iki seçenek vardır. Ya bir bölge açıkça belirli bir etnik grup için ana vatan olarak oluşturulmuştur ya da nüfusun çoğunluğunu oluşturan azınlık grubu özerk bir devletleri varmış gibi hareket etmektedir. Durum böyleyken, merkezi yönetimler genel olarak bahsi geçen özerklik isteklerine pek çok nedenden ötürü sıcak bakmamaktadırlar. İlk ve en önemli neden bölgesel özerklik vermenin ayrılıkçılığın ilk aşamasını gerçekleştirmek olduğuna inanmalarıdır. İkinci neden yalnızca bir bölgeye verilen özerkliğin diğer insanlar için ayrımcılık yapıldığı şeklinde algılanmaması içindir. Üçüncü neden ise, özerklik verilmesinin diğer devletlerin bölgeye olan muhtemel müdahale riskini arttıracak bir unsur olmasıdır. Bahsi geçen şüphelerin dışında, yine de, artan etno-politik çatışmalar bölgesel özerklik temelinde uzlaşmaya götürülmeye çalışılmaktadır. Ancak bölgesel özerklik verilmesinin ne anlama geldiği iyi bilinmektedir: Gerçekte devletin kendi hâkimiyeti ile ilgili uzlaşmaya gitmesi bölgesel özerklik verilmesi demektir. Özerklik düşüncesinin çatışmaları, etno-federalizmin savunucuları tarafından çatışmaların sona erdirilmesi aşaması olarak değerlendirilmektedir. Tüm bunların yanı sıra, farklı etnik grupları barındıran devletler uzaklardaki federalleştirmelerinin etnik çatışmaları engelleyeceğine inanmaktadırlar. 1960-1990 yılları arasında Sovyetlerde etnik-federalizme olan tutumun olumlu olmasına karşın, sonraları ‘etnik çatışmaları önleyebileceği düşüncesine’ şüpheyle bakılmaya başlanmıştır. Kimi araştırmacılar, değinilen bu yapının hedef ile ilişkili olmayan neticeler ortaya çıkarabileceğini söylemişlerdir. Yani, her zaman bir anlaşmazlık olacaktır. Tek fark, anlaşmazlıkların ifade edilmesinde araç olarak şiddete başvurulmayacağıdır. İç savaş veya şiddetli ayrılıkçılık olmadan, etnik grupların kendilerini barış içerisinde ifade edebilecekleri bir politik yapının oluşturulması buradaki amaçtır. Başka bir şekilde söylenecek olunursa, etnik federalizm izah edilen bu amacın gerçekleştirilmesi için uygun görülmektedir.”

 Sonuç

“Kafkasya Bölgesi için şu şekilde bir değerlendirme yapılabilir: Karışık bir etnik yapıdan oluşmaktadır, yapay idari sınırlarla bölünmüştür ve ulusçuluk akımının canlanmasına tabanı vardır. Günümüzde, Kuzey Kafkasya Bölgesi Rusya Federasyonu’nun güvenliğine iç tehditler oluşturmaktadır. Kafkas cumhuriyetlerinin dilleri ve dinleri Ruslaştırma politikası ile korunmuştur. Bunun sonucunda milli duyguların bozulmaması sağlanmaya çalışılmıştır. Makalenin giriş bölümünde izah edilen sınır düzenlemeleri Stalin döneminde yapılarak bölgedeki Rus hâkimiyetinin kalıcı olması sağlanmıştır. Ulus bağlamında dayanışmanın sağlanabilmesi için ‘biz’ bilincinin yaratılmasının önemi vurgulanmıştır. Bunun nedeni ‘öteki’ kavramı olmadığı zaman bir toplumu düşünmenin zorluğudur; çünkü toplumsal kimliklerin ‘öteki’ unsuru sayesinde oluşturulduğu düşünülmektedir. Başka bir deyişle, ‘biz’ bilincinin yaratılması toplumda dayanışmanın kurulup sürdürülmesini sağlamaktadır. Sovyet sonrası durumları ve maddi mal veya ayrıcalıklar, bölge, politik durumu ya da siyasi iktidar, kültürel ya da dilsel egemenlikle ilgili toplu iddiaların yasallaştırılmasını içeren etno-genetik mitlerin oynadığı rolü aydınlatmaktadır. Bölgesel özerklik ya da ayrılıkçılık (secession) isteklerinin doğması kendiliğinden gelişen bir olay değildir. İçerisinde çok etnik azınlık bulunduran ülkelerdeki azınlık nüfusları arasındaki etnik seferberliğin sonucunda ortaya çıkmışlardır. Özellikle azınlıkların sözleşmeli olarak bulunduğu yerlerde, ayrı bir ülkenin oluşturulması ve bölgesel kontrol çatışmaların ana sebeplerindendir. Etnik grupların beraber yaşadıkları durumlarda söz konusu isteklerin gerçekleştirilmesi hem daha az mümkündür hem de daha az karşılaşılmaktadır.

Bununla beraber, çok etnik grubu barındıran ülkelerin uzaklardaki federalleştirmelerinin etnik çatışmaları önleyeceğini düşünmektedirler. Genel olarak Kafkasya bölgesinin durumu incelendiğinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra oluşan siyasi boşluk nedeniyle bölgenin geçmişte ve günümüzde büyük güçlerin nüfuz mücadelelerini sürdürdükleri bir alan olduğu görülmektedir. Bölgenin zengin doğal kaynaklara sahip olması ve jeopolitik öneminden dolayı daima büyük güçlerin ilgisini çekmiştir. Bölgede çok uluslu bir yapının olması ve etnik çatışmalar bölgede uzun süreli bir barış ve istikrar ortamının sağlanmasına engel olmuştur. Bölgedeki Rus politikaları nedeniyle bölgede uzunca bir süre daha istikrarın sağlanamayacağı söylenebilir, sahip olduğu doğal kaynakları Batı’ya karşı baskı unsuru olarak kullanan Rusya, Batılı ülkelerin de toleranslı davranmasından da yararlanarak bölgenin tek hâkimi olarak görülmektedir. Kısacası Kafkasya halkları arasındaki mevcut etnik çatışmalar kısa sürede çözümlenemeyecek bir meseledir.". (I)

Bekleyip görelim "İNCE ELEYİP, SIK DOKUMAK"  Ata sözünden kimler nasıl ders çıkaracak? (Devam Edecek)

 

[1] Doç. Dr. Giray Saynur Derman-Kafkasya Bölgesi’nin Etnik Çatışmalar Açısından İncelenmesi  

Cem Cüneyd Canan

Cem Cüneyd Canan © 2006 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön