28 Ekim 2005
Ramazan ayını tamamlamamıza kısa bir süre kala, hepinize tanıdık gelecek bir başlıkla başlıyorum bu hafta ki yazıma. Her yaştaki insanımıza göre eskinin mutlak bir tarifi olmalı... Eski ama hangimize göre eski, hangi zaman dilimine göre eski, bunu anlatmakta, anlamakta çok zor. Yaşayacağımız bu bayramda her zamanki gibi, yine ellerinde torbalar, kuru yemiş ve şeker toplayacak mı, acaba Erzincanlı çocuklar... Bayramın tadını çıkaracaklar mı gönüllerince. Rahmetli Babam, kuzenim Neşe’yle bu konuda ne kadar şakalaşırlardı hala unutamam... Aradan geçen otuz-kırk yıl... Ne dersiniz acaba eskimi...?
Eski Bayramlarla birlikte ben sizleri çok eskilere götürmek, Bu arada birkaç edebiyatçımızı anmak, hatırlamak ve yad etmek de istiyorum...
1730 Yılında kaybettiğimiz, Türk Divan Edebiyatının en büyük şairlerinden biri olan NEDİM’în III. Sultan Ahmet’e yazmış olduğu BAYRAM KASİDESİ’n den bir bölümü sizlere aktararak, ESKİ BAYRAMLAR nasılmış, neler oluyormuş bir bakalım.
‘’ Ey Padişahlar Padişahı ! Gerçi senin adaletli günlerinde dünyanın her vakti ve her anı BAYRAM sabahiyle aynı derecededir, fakat bu mübarek BAYRAM, zaman teşrif edince İSTANBUL’un her yanı ferahla bayram üstüne bayram oldu. Şimdi, güzeller, yüz naz ve saadetle şuh gidişli atlara binerek, ATMEYDANI’ında meydan almaktadırlar. Bilhassa EYÜP SULTAN ile TOPHANE MEYDANI birer yakınlıkla, civanları elbette kendine çeker. Gerçi ÜSKÜDAR YOKUŞU’nun uzaklığı vardır, amma gene onun da seyranı, Allah için inkar olunmaz…
Ya o gönül çeken Sadabad’ın, Efendim, evsafını hiç sorma, kulun hiçbir şekilde onu anlatmağa güç yetiremem. Ferah verici, gam silici, gönül açıcı, cana can katıcı, hasılı seyredilmesi insanı mest ve hayran eder.
Bütün bahçeler BAYRAMLIK fıstıki atlas biçinmiş, her salınan selvisi başına nefti şal sarınmış. Cetvelisimin gümüş renginde bir ipekli giyinmiş, fakat hare gibi dalgası var, şeffaf ve nurani. O ipekli kumaş Çağlıyan’ın da sırtında, farkı hemen şu ki, bunun dalgası biraz sık, onunki ise boylamasına. Gene o gönül çeken fıskıye BAYRAM bahşışları vererek havuzun etrafına gümüşler saçmakta.
Ey Padişahım ! Bu BAYRAM günlerinde bütün kulların ayağını öpmekle şereflenip azizlik ve şan buldular. Sadabat da o ayak öpmeye hasret çekmektedir, o bol lütufları onun hakkında da göster. Buyur, güzel yeri lutfünla yükselt. Tanrının desteklemesi daima seninle beraber olsun. Tanrı her zaman mübarek şahsiyetini korusun, İRAN’ı ve TURAN’ı fermanına baş eğdirsin...’’
Siz, NEDİM’i değerlendirmeye o günlerin bayramlarını anlamaya çalışa durun, bakalım Vatan Şairimiz Mehmet Akif Ersoy bir şiirinde nasıl anlatıyor o bayramları…
BAYRAM
Gelin de bayramı Fatih’te seyredin, zira
Hayale, hatıra sığmaz o herc-ü merc-i safa,
Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan
Tutun da, ta dedemiz demlerinden arta kalan,
Asırlar ölçüsü boy boy asalı nesle kadar,
Büyük küçük bütün efrad-ı belde, hepsi de var!
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar,
İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar,
Biraz gidin; Kocaman bir çadır.. önünde bütün
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için
Nöbetle bekleşiyorlar; acep içinde ne var ?
‘’Caponya’dan gelen insan suratlı bir canavar’’
Geçin: sırayla çadırlar, önünde her birinin.
Diyor:’’Kuzum, girecek varsa durmasın girsin.’’
Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir ilan,
‘’Alın gözüm buna derler..’’ sedası her yandan.
Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele;
Gelen yapışmada bir, mutlaka o saplı tele,
Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi
İnince binmede artık onun da hemşehrisi:
‘’Hak okka çünki bu kantar... Frenk icadı gıram
Değil !Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam.’’
‘’Muhallebim ne de kaymak !
‘’Şifalıdır macun !’’
‘’Simit mi istedin ağa !’’’’Yokmuş onluğun.dursun.’’
O başta: Kuskunu kopmuş eğerli düldüller
Bu başta: Paldımı düşmüş semerli bülbüller
Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar,
Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar;
Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan
Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan
Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer
Ferag-ı bal ile birden geviş getirmedeler,
Koşan, gezen,oturan, maniler düzüp çağıran.
Davullu zurnalı ‘’dans’’ eyliyen, çoşup bağıran,
Bu kainat-ı sürurun içinde gezdikçe,
Çocukların tarafındaydı en çok eğlence,
Güzelce süslenerek dest-i naz-ı maderle,
Birer çiçek gibi nevvar olan bebeklerle
Gelirdi safha-i mevvac-ı ıyde başka hayat..
Bütün sürur u şetaretti gördüğüm harekat,
Onar parayla biraz sallandırdılar... derken,
Dururdu ‘’Yandı!’’ sadasiyle türküler birden,
-Ayol, demin daha yanmıştı a ! Herif sen de,
-Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de.
‘’Deniz dalgasız olmaz
Gönül sevdasız olmaz
Yari güzel olanın
Başı belasız olmaz !
Haydindi mini mini maşallah
Kavuşuruz inşallah…’’
Fakat bu levha-i handana karşı, pek yaşlı, Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı,
Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor.
Gelen geçen ‘’Bu niçin ağlıyor ? ‘’deyip soruyor.
- Yetim ayol... Bana evlat belasıdır bu acı
Çocuk değil mi, ‘salıncak’ diyor…
-Salıncakçı!
Kuzum, biraz da bu binsin... Ne var sevabına say...
Yetim sevindirenin ömrü çok olur..
-Hay hay !
Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine
Katıldı ağlamıyan kızların şetaretine. ‘’
Mehmet Akif Ersoy’da bir başka eski bayramı böylece güzel mısralarla anlatıyor bizlere…..
Vatan şairimizden, usta bir hikayecimize Erzincan’ın yetiştirdiği Mustafa Kutlu’nun Bayramlar için neler yazdığını da birlikte görelim. Veya bu hikayelerin tadına varmak için ben sizlere Sayın Mustafa Kutlu’nun ‘’ Yoksulluk Kitabı ‘’ isimli eserinin 30. sayfasında ki ‘NASIL BAYRAM YAPACAĞIZ’ ı, ‘’Şehir Mektupları’’ isimli eserinin 15.sayfasında ki ‘YENİ BİR BAYRAM-YİNE BİR BAYRAM ‘ve ‘’Yokuşa Akan Sular’’ isimli eserinin 52. sayfasında ‘BAYRAMDAN KAÇANLAR’ isimli hikayelerini bularak okumanızı, tavsiye ediyorum. Mustafa Kutlu hikayelerinde öylesine anlaşılır bir dil ve öylesine büyük manaları, kısa cümlelerin içinde titizlikle kullanır ki, ’’Ortadaki Adam ‘’ eserinde 1968 Yılında yazmış olduğu ‘BİR SAATLİK TELAKİ’ hikayesine yer veriyor. Bu hikayede Bayramdan eser yok. Olması da gerekmiyor. Ama ben sizlere o hikayeden kısa bir bölüm aktaracağım. Siz cümlelerin içinde dilediğiniz kelimeyi çıkararak Bayram kelimesini yerleştiriniz. Göreceksiniz ki usta bir hikayecinin kaleminden çıkan tasvir özü ve manayı bozmuyor. (Buna Sayın Kutlu izin verir mi ? Sizler muzırlık yapar mı sınız ona karışamam)
‘’Karanlıkta bir gece kuşu öter, yahut bir cırcır böceği. Alır sizi uzaklara götürür. Birden çocukluğunuzu hatırlarsınız. Şerit gözünüzün önünden ağır aksak geçer. Her şeyi birbir hatırlarsınız. Bir daha yaşarsınız yeni baştan. Başka zaman yıldırım hızı ile düşündükleriniz yavaş yavaş gelirler, sizi içlerine alırlar, sararlar. Vakit geçer farkında olmazsınız. Ta ki, yaktığınız sigara parmaklarınıza değer, yahut bir yıldız kayar, tesadüfen görürsünüz. O zaman her şey dağılır. Siz bu sahnenin bittiğine şaşar kalırsınız. Bir daha görmek isteseniz göremezsiniz...’’
İşte sizlere ESKİ BAYRAMLAR... Hepinize sağlıklı ve hayırlı Bayramlar diliyorum.
Cem Cüneyd Canan