ERMENİ MESELESİ BİZİM MESELEMİZ Mİ?

01 Nisan 2014


Tarihe, bütün olarak bakmadan, yaşanmış olayların insanları, nereye ve nasıl sürüklediğini anlamakta zorluk çekeriz. Çekilen her zorluk ise vereceğimiz kararların sağlıklı olup olmadığını tartışmalı hale getirir. Sözde Ermeni meselesini de bu bakıştan uzak tutamayız.

Her şeyden önce, Ermeni meselesini ele aldığımız her alanda ilk söylenenin bin yıllık bir beraberlik ve Osmanlı-Ermeni ilişkileri olduğunu görürüz. Hâkim kanaatimizin de ilk bakışta bundan farklı düşünemeyeceğimiz olmasıdır. Ve de konu altı yüz yirmi dört yıllık Osmanlı tarihi içinde, yani 1299-1923 aralığında değişik boyutlarda ele alınmıştır. Ya öncesi ?

Ancak, 1299'u bir kenara not ederek, tarihin başkaca bir altı yüz yetmiş altı yıllık dilimine neden hiç bakmadığımızı, yani 395-1071 yıllarını neden hiç konu etmediğimizi kendimize ciddi ciddi sorarak, sağlıklı değerlendirmeler yapmak şansını elde etmiş oluruz. Halbuki bunu yapmıyoruz!

Ermenilerin tarihinin bir bölümünü ayrı tutarak, Hıristiyanlığı kabulleriyle, 395'lerde başlatan bütün kaynaklar, bu altı yüz yetmiş altı yıllık müddet içerisinde, Ermenilerin Bizans egemenliğinde yaşadıklarını da kaydederken, olayların detaylarına ya girmemekte veyâ es geçmektedirler. Bizanslıların, dini ve diğer nedenlerle Ermenileri her dönemde doğudan batıya, batıdan doğuya nasıl dağıttıklarını tarih sayfalarını çevirdiğimiz de bütün detaylarını hepimiz kolaylıkla görebilmekteyiz.

Bunun en belirgin örneğini, Sivas ve yöresinde, Ermeni tarihini bütün ayrıntılarıyla incelediğinizde, onların hangi coğrafyadan, hangi nedenlerle ve kimler tarafından ve de nasıl sürüldüklerini görmüş olursunuz. Ermeniler, her nedense, altı yüz yetmiş altı yıl boyunca Bizans'ın kendilerine uyguladığı, sayısız TEHCİRLERİ hiç konu etmezler. Yine konu etmedikleri Kafkasya’da, İran’da ve Anadolu’da yerleşmiş Ermenilerin, daha sonra yine Bizanslılar tarafından, -Romanos Diogenes- Sivas'ta da olduğu gibi değişik dönemlerde katledilmeleridir. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde, İstanbul'da yaşayan bir avuç Ermeninin neden Anadolu içlerine sürüldüğünü, İstanbul'da yaşamaya bile layık görülmediklerini de nedense hiç anlatmaz, yazmaz ve gündeme getirmezler.

''Bizanslıların akıl almaz fanatikliğinden doğan vahşetleri neticesi, on binlerce Ermeni'nin imha edilmesi, Ortodoks mezhebine girmeleri için zorlanmaları, karşı çıktıklarında Ermenilerin ağızlarına eritilmiş kurşun döküldüğünü, insanlık dışı işlemlerle yok edildiklerini ‘’de hiç anlatmazlar.

Bu gerçekler örtülürken, tehcir, katliam, zorla din değiştirme ve baskı siyasetinin özellikle Anadolu'nun doğu kesiminde yaşayan Ermeni nüfusun yoğunluğunun azaltılmasını, Osmanlı Devlet iradesiyle yaşandığını öne sürerler. Konuyu 16. ve 17. yy. başlarından alarak işlemeye devam ederler. Ya, altı yüz yıl, hatta bin yıl öncesini ne yapacağız?

Dünya milletlerinin tarih sayfalarında görmek istemedikleri gibi; ''Haçlıların Filistin'de Müslüman esirleri neden kılıçtan geçirdiklerini, İspanya'nın engizisyon vahşetini, Kromvel'in İrlandalı Katolikleri nasıl katlettiğini, Fransa'da Protestanların kökünün nasıl kazındığını, Almanların, Musevilere neler yaptıklarını'' nedense bizler de ele almaz ve konuşmayız.

Ermeni Tehciri'ni sözde soykırım olarak kabul ettirmeye uğraşan Ermeni diasporası; Louise Nalbandian'ın ''Armenian Revolutionary Movement'de Hınçak parti programı hakkında bakalım ne diyor: ''Ajitasyon ve terör halkın moralini yüksek tutmak için gerekliydi. Halk düşmanlarına karşı tahrik edilmeli, aynı düşmanların misilleme eylemlerinden de yararlanılabilmeliydi. Terör halkı korumak ve halkın güvenini kazanmak için bir yöntem olarak kullanılmalıydı. Parti Osmanlı Hükümetini terörize ederek rejimin itibarını sarsmalı ve tümüyle yıkılması için çalışmalıydı. Hükümet terörün tek hedefi olmayacaktı. Hınçak, muhbirler ve casuslarla, o sırada hükümet için çalışan en tehlikeli Türk ve Ermeni kişileri yok etmek istiyordu. Bu açıdan kendisine yardımcı olması için parti terörist eylemler yapacak özel bir örgüt kurmuştu. Genel isyan çıkarmak için en uygun zaman Türkiye'nin savaşa girmesiydi'' der.

K.S. Papazian, Patriotism Perverted'de; Taşnak Derneği hakkında şunları söylüyor; A.R. Federasyonu (Taşnak) ayaklanma yoluyla Türk Ermenilerinin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını sağlamayı amaçlıyordu. Terörizm başından itibaren Kafkas Taşnak Komitesi tarafından bu amaca ulaşmak için bir yöntem ve politika olarak kabul edilmişti. ''İmkânlar'' başlığı altında 1892 yılında kabul ettikleri programda aşağıdaki hususları okuyoruz: ''Ermeni Devrim Federasyonu (Taşnak) ayaklanmayla amacına ulaşmak için devrimci gruplar oluşturur. Yöntem 8 aşağıdaki gibidir; Savaşmak ve hükümet mensuplarını ve hainleri teröre maruz bırakmak... Yöntem 11 ise: Hükümet kurumlarını yıkmak ve yağmalamak..'' der

Taşnak'ın kurucularından ve ideologlarından olan yazar Jean Loris Mlikoff 'da La revolution Russe et les nouvelles republiques Transcaucasiennes de şöyle diyor: ''gerçek şu ki, parti (Taşnak Komitesi) çıkarları halk ve milletin önünde tutan bir oligarşi tarafından yönetiliyordu. Bunlar burjuvazi ve büyük tüccarlardan oluşuyorlardı. Sonunda bu imkânlar tükenince, Rus Devriminin öğretisi olan '’amaçlar araçları meşru kılar'' ilkesine uygun olarak teröre başvurdular''der.

28.1.1895'te İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Currie ''Foreign Office'e şunları yazıyordu: ''Ermeni devrimcilerinin amacı karışıklık çıkarmak, Osmanlıları şiddetle karşılık vermeye zorlamak ve böylece dış güçlerin müdahale etmesini sağlamaktır'' demektedir.

Tarihin her dönemine bakmak gerektiğini ifade etmeye çalışırken, bizler her zamân olduğu gibi 24 Nisanlara, 1915’e kilitlenip kalıyoruz. Eğer anlı-şanlı tarihçilerimiz, birazcık kendilerini tekrâr etmekten vazgeçerek, yeni kaynaklar üzerinde çalışacak olsalar, konu tamamıyla bitmese dahî, hiç değilse konuşulur ve anlaşılır düzeye getirilebir diye düşünmekteyim.

Çok uzağa gitmeden, Başbakanlık Osmanlı Arşivlerindeki (BOA.HR.SYS) bölümünde bulunan bir belgenin son kısmını günümüz Türkçesiyle bilgilerinize sunuyorum. Tehcir edilen, göçe mecbûr kalan veyâ mecbûr bırakılanların sadece Ermeniler, Rumlar olmadığını, Türklerin (İslâm Ahali) de aynı acıları çektiklerini, buna neden olanların başında da Ermenilerin geldiğini birazcık görmüş olalım.

‘’(……….) Eski hükûmetin her türlü akıl ve basiretten yoksun olarak girdiği harbin yok edici sonuçlarına, en çok Doğu vilâyetleri ahâlîsi mâruz kalmıştır. Gerçekten söz konusu vilâyetlerin İslâm ahâlîsi Rusların istilası ve diğer taraftan Ermeni çetelerinin tahrip ve tecavüzü altında dayanılması imkânsız elîm durumlara düşmüşlerdir.

Erzurum, Trabzon, Bitlis, Van vilâyetleriyle ERZİNCAN sancağı ahâlîsinden BİR MİLYONU geçen nüfus her türlü sağlık ve hayat şartlarından mahrûm olarak iç bölgelere doğru göçmek mecburiyetinde kalmıştır. Her geçen gün şiddetlenen saldırılar ve ilticâ mecbûriyeti İslâm mültecilerden =701.166= YEDİYÜZ BİRBİN YÜZ ALTMIŞALTI nüfusun ÖLMESİNE sebep olmuştur. İşbu miktar kayıplar hükümetin resmi kayıtlarına dayandığından resmi mâlûmat dışında kalıp tahminen ÜÇYÜZ BİNE yakın nüfusun dahî ilavesi halinde yalnız yukarıda zikredilen dört vilâyetle bir livâ ahâlîsini ait olmak üzere telef miktarı BİR MİLYONA ulaştığı görülür. Halbuki ahâlinin mâruz olduğu sefaleti telef olanların miktarını zikretmekle dahî târif edemeyiz.’’

Demem o ki; Biraz Dünya Arşivlerine, biraz Osmanlı Arşivine, biraz da Dış İşleri Bakanlığının şâyet zamanı olursa, kendi arşivine, bakacak olurlarsa, herşeye rağmen bir-kaç adım yol almış oluruz. O vakit ERMENİ MESELESİNİN, ERMENİLERİN Mİ, BİZİM MESELEMİZ Mİ olduğunu anlamış oluruz. Tabii anlamak istiyorsak!
 

 

Cem Cüneyd Canan

Cem Cüneyd Canan © 2006 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön