AL BULURSAN AL - ŞAL BULURSAN ŞAL ÖRTMEK

17 Ocak 2007


Yeni Yılın ilk yazısına, birkaç yıl önce yaşadığım bir anımı, sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum; Anadolu’da evlilik öncesinde SÖZ KESMEK dediğimiz bir gelenek vardır. Bu geleneğin yerine getirileceği bir akşam, oğlum için söz kesilecek. Aile arasında yapılan mütevazı toplantıda aynı zamanda MEHİR de tespit ediliyor. Bunun için kız BABASI , anne DEDESİNİ, bende bir aile yakınımı adlarımıza konuşmak üzere VEKİL olarak belirliyoruz. Bu da gelenek içinde bir usul…

Düşünülmeyecek kadar mutlu, bir o kadarda heyecanlıyım.Beylik konuşmalardan sonra, SÖZ KESİMİ için söylenecek söyleniyor, mehir miktarı kız tarafına, vekil tayin edilen kızımızın dedesine soruluyor. Bu arada neler söylenecek, neler olacak diye heyecanım biraz daha artıyor. Belki de kızarıp bozarmaya başlıyorum.

DEDE, tipik Anadolu insanı.Çehresini kaplayan kavrukluk , yılların çilesi, bütün hatlarından okunuyor. Yıllara direnen bedeninde, belinin eğikliği neredeyse kambura dönüşmüş. Mağrur ve dik bir duruş sergiliyor. Kesinlikle heyecan ve eziklik ifadesi göremiyorsunuz. Beyaz sakalını sıvazladıktan sonra,

- Efendim Allah’ın emrini yerine getiriyoruz. Artık bizim evladımız, sizinde evladınız. Benim söyleyeceğim, bizim isteyeceğimiz bir miktar yok, AL BULURSANIZ AL- ŞAL BULUSANIZ ŞAL, ÖRTERSİNİZ, diyerek sözünü tamamlıyor.

İşte bu anlamlı, biraz da ders veren ve mana dolu duruşu, hala hafızamda saygın bir anı olarak saklıyorum. Gelenekte bir değişiklik olmadı. Mehiri yine belirledik. Dedemize, buradan uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.

Geçen hafta bizim DEDEMİZ gibi, MİT Müsteşarı Sayın Emre Taner de 80 yılda AZ ama ÖZ konuştu.Kaç gündür basında ve televizyon kanallarında değişik değerlendirmeleri, farklı yorumları hep birlikte okuyor ve dinliyoruz. MAH’tan MİT’e 80 yıl.. Bir insan ömrü için uzun, DEVLETLER için çok kısa bir zaman dilimi. Söz konusu süreci, geldiği ve geleceği yönde değerlendiren Sayın Emre Taner’in haklı ve taktir bulan uyarılarını satır başlarıyla birlikte okuyalım…

‘’ Dünyadaki tüm değerlerin, ilişkilerin, sistemlerin ve düzenlerin, ister sosyal-ekonomik-siyasi ister ahlaki-dini olsun yeniden şekillendiği ve hatta tanımlandığı bir süreç içinde bulunmaktayız. Yaşadığımız bu süreç aynı zamanda, parçası olduğumuz uluslar arası sistemin de kuralları, başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme kaynaklık etmektedir.’’ Tarihi yakından incelediğimizde görüyoruz ki, uluslar arası sistemde istikrar hiçbir zaman uzun süre mevcudiyetini koruyamamıştır.’’ ‘’Dünyadaki istihbarat teşkilatları da sistemin birçok aktörü ya da oyuncusu gibi bu yeni ‘’belirsizlikler’’ dünyasını öngörememiştir.’’ ‘’ Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekte ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olamamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik evriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.’’

‘’Ulusal ve uluslar arası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu/ ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir.’’
‘’ Son derece kaygan bir zemin üzerine oturmuş uluslar arası ortamda Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Ortadoğu’nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır.Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya’ya açılan alanlarla da bağlantılıdır.’’

‘’ Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da ‘’bekle-gör-tavır al’’ taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslar arası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlamayla (kendi konumu ile ilgili) taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye’ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır. Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle değerlendirmek durumundadır. Elbette bunun gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir.’’

‘’ Öte yandan jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan Türkiye için güçlü bir EKONOMİ, kusursuz bir dış POLİTİKA ve caydırıcı bir ASKERİ yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok SAĞLAM ÜÇ AYAĞA sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu üç ayağın ifade edilen özellikleri içinse güçlü, dinamik, etkin, esnek , hareket kabiliyeti yüksek ve yaratıcı bir İSTİHBARAT yapılanmasına ihtiyaç vardır.’’

Sayın Taner’in söylediklerinin tümüne katılmamak mümkün değildir.Taktirlerimizi de açıkça söylemeliyiz. Milli İstihbarat Teşkilatımızı, gerçekten nasıl ve hangi şartlarda çalıştığını bilmemiz tabii ki imkan dahilinde değil.Fakat, ülke aleyhinde, gizli faaliyetleri tespit ve takip ettiğini, ilgili kurumlara bu bilgileri aktardığını, zaman zaman da operasyon yapabildiğini, bütün bu faaliyetlerini de son derece gizlilik içinde yürüttüğünü zannettiğimiz bir kurum olarak değerlendirebiliyoruz.

Yine Sayın Taner’in yapmış olduğu tespit ve eksikliklerin yanında, bazı konularda neden başarılı olamadığımızı, bu başarısızlıklarda MİT’in, ilgili kurumların, Siyasetçilerimizin veya mevcut şartların mı sorgulanacağı, insanı düşündürüyor..

- Sormamız gerekmez mi, geldiğimiz noktaya kadar, yaşadıklarımız, eksiklerimiz, yanlışlarımız neredeydi, nelerdi…?

- Milli Güvenlik Strateji Belgemiz, nasıl tanzim edilmişti, uygulanmasında hangi kurumlarımızın eksikliği vardı…?
- Kafkaslar, Kıbrıs, Balkanlar, Kuzey Irak, Yunanistan, Ege, Irak, Kürtçülük, İrtica, Sözde Ermeni Soykırımı, konularında neden yeterince başarılı olamadık….? - - Amerika ,Avrupa ve diğer Devletlerde yapılanan etnik unsurların faaliyetlerinin bu noktaya gelmesini neden önleyemedik….?

- Kar gibi büyüyen cemaat yapılanmalarını, devlet karşıtlığını, kap-kaçı, hırsızlığı, şehirlere korku salınmasını, tüm değerlerin yok edilmeye sürüklenmesini, ekonominin kırılganlığına nasıl göz yumar olduk…?
- Ulusal bütünlüğümüze yönelen tehditleri, küreselleşmenin kıskacına nasıl soktuk…?

- İki kutuplu dünya düzenin bozulmasının yanında, 1990 sonrasına hazırlıksız yakalanmanın mazeretini kabul etmeme rağmen, Türki Cumhuriyetlerde Dünya Milletlerinin veya devletlerinin etkinliği her geçen gün artarken, biz neden geri planda kaldık…?

- Ermenistan’ı sınırları içine kısmen hapis etmede, kendimizi başarılı sayarsak, aynı başarıyı Ermenilerin soykırım çığlıkları ayyuka çıkarken, neden bunu önleme başarısını gösteremedik….?

- Psikolojik savaşlara karşı neden yeterli tedbirleri alamadık…?
- Stratejik, Jeopolitik ve Ekonomik yapılanmamızda Denizlerimiz neden yok sayılmaktadır…?
- Silah, esrar, eroin, insan kaçakçılığı ve kadın ticaretini nasıl önleyemiyoruz…?

Bu sorularımızı çoğaltabiliriz.Tabii bunların hangileri MİT görev alanına girmektedir, bundan da emin değilim. Buradan en merak ettiğim konuya bir tekrarla gelelim.

‘’ Öte yandan jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan TÜRKİYE için güçlü bir EKONOMİ, kusursuz bir DIŞ POLİTİKA ve CAYDIRICI BİR ASKERİ yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok sağlam üç ayağa sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.Bu üç ayağın ifade edilen özellikleri içinse güçlü, dinamik, etkin, esnek, hareket kabiliyeti yüksek ve yaratıcı bir istihbarat yapılanmasına ihtiyaç vardır.’’ Diyen, Sayın Taner’in bu değerlendirme ve beklentilerine ulaşabilmesinin ;

Bugün ki, iktidarın neden olduğu 400 milyar dolara yaklaşan dış borcumuzla, ULUSAL varlığımız karşısında küreselleşmenin gözle görülür tehditlerine bile bile davetiye çıkarılırken, Avrupa Birliğince içine düşürüldüğümüz gel-gitlerimizle, bunların nasıl gerçekleşeceğini de öğrenmek istiyorum….?

Ulusal bütünlüğümüzü tehdit eden her şeyin, gerek stratejik gerek jeopolitik yanlışlarımız konusunda, bunların önem sıralamasında, bütün bunların ilgili kurumlara yansıtılmasında MİT’in de kurum olarak hiç mi hatası olmamıştır…?

Veya, 80 Yıldır bizi yöneten SİYASİLERİMİZ acaba MİT’in tespitlerini yeterince dikkate mi almadılar…? Gerektiği gibi algılayıp, gerektiği gibi uygulamaları mı başaramadılar…? Ben mi, MİT’in ve SİYASİLERİMİZİN görevlerini yanlış anlıyorum…!

MİT’in 2006 Yılında başlattığı ve 2007 Yılında tamamlayacağını söylediği yeni yapılanmasını görmek veya duymak, yarınlara gitmeden, çocuklarımıza da bırakacağımız gelecekten de önce beni gururlandıracaktır…. Bu kararlılığı gönülden kutlarken yinede,
AL BULUNCA ALI, ŞAL BULUNCA ŞALI ÖRTEMEYENLERİN kimler olduğunu doğrusu merak ediyorum….

 

 

 

 

 

 

 

Cem Cüneyd Canan

Cem Cüneyd Canan © 2006 - 2024 Her hakkı saklıdır. Başa Dön